Rü'yetullah Hakkında Bir Âyetullah İle Münâzara

29 Kasım 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Hikmet
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, âyetullah ünvânı da almış olan şîâ âlimlerinden birisiyle Sahaflar Çarşısındaki meşhûr dükkânında rü'yetullah hakkında yaptıkları münâzarayı şöyle anlatmışlardı :
Vaktiyle buraya bir âyetullah gelmişdi, burada onunla rü'yetullah hakkında münâzara yapmışdık. Onlar, i'tikâd bakımından mu'tezilî oldukları için rü'yetullahı inkâr ederler. Bizim dükkânda oturup konuşurken, bir ara rü'yetullah mes'elesi açıldı. Biz de onunla mücâdele etmeye başladık ama nâzikâne mücâdele yapıyoruz. Ben rü'yetullah câizdir dedim o bana " لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ / Lâ tüdrikühül ebsâru ve hüve yüdrikül ebsâr ve hüvel lâtîfül habîr" âyet-i kerîmesini okuyarak cevap verdi. Ben, "وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ * إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ / Vucûhun yevme izin nâdıratun ilâ rabbihâ nâzıra" âyet-i kerîmelerini okudum, o da bana "وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي / Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbüh, kâle rabbi erinî enzur ileyk, kâle len terânî" âyet-i kerîmesiyle cevap verdi. Sonra ben ona, "Siz Rabbinizi cennetden bedr-i tâmm gibi görürsünüz" meâlindeki hadîs-i şerîfi okudum. O da bana, "Bu hadîs-i şerîfi rivâyet eden sahabe sıdk üzere değildir" diyerek itirâz etdi. 
Sonra ben dedim ki, "Öyleyse bak ben sana senin i'tikâdın üzere bir şey söyleyeyim. Hazret-i İmâm-ı Câ'fer-i Sâdık, senin sevdiğin ve i'tikâd ettiğin zevâtdandır. Bir zât, İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık aleyhisselâm Hazretlerine geldi, "Yâ imâm! Bana Allah'ı göster" dedi. Ca'fer-i Sâdık Hazretleri de ona, "Senin istediğini Mûsâ aleyhisselâm da istedi ama göremedi" dedi. O zât, "Yâ İmam, o vakt-i Mûsâ idi, şimdi vakt-i Muhammediyyetdir. Senin ceddin Hayder-i Kerrâr, 'lâ a'büde rabben lem ereh / ben görmediğim rabbe ibâdet etmem' buyurdu. Öyleyse lutfen bana Allah'ı göster" diyerek ısrâr edince Hazret-i Ca'fer-i Sâdık, "Alın bu adamı, Dicle'ye götürün, suya batırın ama öldürmeyin, ölümle hayât arasında bir hâle gelinceye kadar suda tutun" dedi. Adamı götürüp Hazret-i İmâm'ın dediği gibi ölüm hâline gelinceye kadar suya batırdılar. Adam kafasını sudan çıkarınca "vallahi gördüm, billahi gördüm, tallahi gördüm diye bağırarak kaçdı gitti.
Ben bunun anlatınca o, "Ben bu hâdiseyi biliyorum. Böyle bir şey olsa bile, hattâ Ca'fer-i Sâdık'dan rivâyet edilse bile, ben yine de rü'yetullahın mümkün olduğuna inanmıyorum, kabûl etmiyorum" demesin mi! Hoppalaaa! Halbuki ben ona kendi mezhebinden, üstelik de kendi mezhebinin imâmından delîl getirdim. Buna rağmen kabûl etmedi.
Âyetullah, taassubunu bu şekilde izhâr edince Efendi Hazretleri ona şöyle hitâb etmişler :
Benim testimde de su var, senin testinde de su var. Testisinde su olan kimse çeşmeden, pınardan su alamaz, önce testideki suyu boşaltmak lâzım gelir. Bazı testideki su, berrak olur, mâ-i zülâl olur, bazısında ise bulanık su olur. Şimdi ben sana bir soru soracağım, eğer buna cevap verebilirsen ben senin mezhebine gireceğim, eğer cevap veremezsen sen benim mezhebime girer misin? Soracağım soru âyetle veya hadîsle değil ama âyet meâlidir.
Âyetullah, "Peki sor" deyince Efendi Hazretleri ona şu soruyu sormuş :
Cenâb-ı Hakk, bir kuluna kendisini göstermek isterse gösteremez mi?
Âyetullah, susmuş, cevap verememiş. Çünkü eğer "gösterebilir" derse, Efendi Hazretlerine hak vermiş olacak yani rü'yetullahı kabûl etmiş olacak, eğer "gösteremez" derse, Cenâb-ı Hakk'ın kâdir-i mutlak olduğunu inkâr etmiş olacak ki bu da küfürdür. Bir müddet düşündükden sonra "Bu soruya cevap yokdur" diyerek ayağa kalkmış ve çıkıp gitmiş.
Efendi Hazretleri iki görüş arasındaki mühim bir inceliğe dikkat çekerek buyurdular ki :
Be müslüman! Biz seni Allah'ın cemâliyle tebşîr ediyoruz, sen ise i'tikâdınla bizi bu ni'metden mahrûm etmeye çalışıyorsun. Bizim i'tikâdımızın güzelliğine bak ki, biz "Cemâl-i ilâhîyi göreceğiz" diye sana müjde veriyoruz, sen ise "Hayır göremezsin" diyerek bizi bu büyük ni'metden mahrûm etmeye çalışıyorsun. İşin bir de burası var. Burada bir de böyle bir incelik var.
Efendi Hazretleri, bu hâdisede olduğu gibi, ne zaman kendisi için iftihâr vesîlesi olabilecek bir şey söz konusu olsa, iftihâr etmek şöyle dursun, "Bende ilim filan yok", "Ben âlim filan değilim", "Ben daha adam olamadım" gibi sözlerle nefsini en ağır şekide levm ederdi. Bu sohbetde de, kendisiyle münâzara eden âyetullahı kasdederek, "O beni adam zannediyor, hoca zannediyor, âlim zannediyor, halbuki ben âlim filan değilim, kitapçıyım ben, kitapsızlara kitap satıyorum" buyurmuşlardı. Efendi Hazretlerinin bu sözünde de nice nükteler vardır ancak yeri burası olmadığı için bunların îzâhına girmiyoruz.

Efendi Hazretleri, bu sohbetin tam ortasında kalkıp gitmek isteyen bir hoca efendiye de şöyle nasîhat etmişlerdi :
Gitme, gitme! Dinle bu sözü! Sonra başka yerde bulamazsın. Biz âhirete doğru gidiyoruz. Sen imamsın, yarın sana lâzım olur. Söyleyeceğim söz çok mühim, bunu hiç bir yerde bulamazsın. Kendime benlik vermiyorum, istersen bütün akâid kitaplarını karışıtır, yine de bulamazsın.
Efendi Hazretlerinin, bu gibi sohbetleri ve irşâdları sayılamayacak kadar çokdur. Bunun da hikmeti şudur. Efendi Hazretleri gibi kâmil mürşidler, Sûre-i Bakara'daki "يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ / Yu’til hikmete men yeşâ, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb" âyet-i kerîmesi ile "Men yürîdallahu bihî hayren yufakkihhu fiddin" hadîs-i şerîfinin sırrına mazhar olmuşlardır. Dikkat edilirse gerek âyet-i kerîmede  gerek hadîs-i şerîfde kendilerine hayır verilenler medhedilirken, ilimden bahsedilmiyor, hikmetden ve ma'rifetden bahsediliyor. Nitekim bu hâdisede de görüldüğü üzere, nice ilim sâhibleri vardır ki, hikmetden ve ma'rifetden mahrûmdur.


www.muzafferozak.com

Listeye geri dön