Sabır ve Mücâhede

24 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Hayru'n-Nessac

Büyük mürşidlerimizden Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri bir sohbetlerinde, "وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ" âyet-i celîlesini izâh ederken buyuruyorlar ki :

Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Kitâb-ı Kerîminde buyurur, Hazret-i Peygamber'e hitâben der ki, "Biz sana enbiyâ ve rusülden olan haberleri hikâye ve kıssa ederiz". Yani geçen enbiyâ ve rusülün çekdikleri eşedd-i evâmından. Nice eziyet ve cefâ çekegelmemişler miydi? Halkı Hakk'a davet etdikleri zamanda envâ'-ı mücâhede ihtiyâr eyledilerdi. Her birinin hâlini ve davetlerini ne tarîk ile oldu ise onları biz sana hikâye eyleriz. Neden ötürü? Şol fâide hâsıl olsun için ki, "مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ senin kalb-i şerîfine ol olan kasas ve hikâye sebebiyle, sebât ve karar ve sekînet ve vekar gelsin diye tesbît eyledik". 

Yani yalnız sen çekmiş olasın, kavminden bu kadar şiddet-i cefâ hemân sana olmuş ola değildir. Senden evvel gelen enbiyâ ve rusül, nice türlü belâya ve eziyete maruz kalmışlardır, nice eşiddâ ve mücâhedeler geçirmişlerdir diye, kalb-i şerîflerine bir hüzün gelmesin diye tesliyyet için buyururlar. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ, "Mahzûn olma habîbim, onlar ne çekmişlerdir, biz sana hikâye ederiz. Tâ ki ilme'l-yakînden ayne'l-yakîne, ayne'l-yakînden hakka'l-yakîne vâsıl olasın". 
"ve küllen" deki tenvîn, muzâfun ileyden 'ivazdır. Dahi sana şunda hak geldi. Hakka'l-yakîn sana hâsıl oldu. "fî hâzihî" den murâd, "hâzihî"nin müşârileyhi bu dünyâda ola. Yani bu dünyâda, âlem-i şehâdetde iken, hak ne idiğin bildin. Hakîkatü'l-hak sana geldi, vâsıl oldu demekdir. İbn Abbas'dan rivâyet olunur, "hâzihî"den murâd, "fî hazihî" sûretde şol Sûre-i Hûd'da sana yakîn geldi, hâsıl oldu demek olur diye buyurdu. Aslı budur.

Ehl-i keşifden biri vâkıasında gördü, Nebî aleyhisselâma suâl eder, der ki, "Yâ Resûlallah, Beni Hûd Sûresi ihtiyarlatdı buyumuş musunuz?". "Belî" dediler. "Sebeb bu mudur ki enbiyânın çekdiği zahmetler bunca eşiddâ ve cefâ ve mücâhedeleri midir kocaltan sizi?" dedi. O sûrede "فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ vardır. Emir olunan üzre istikâmet güçdür. Ol emre imtisâl ve itâat lâzımdır. Onun derdinden onun için "Beni Hûd Sûresi kocaltdı' diye buyuruverdim" dediler. 
"وَذِكْرٰى" Dahi mü'minîn için mev'ıza ve zikrâ da geldi. Mev'ıza-i vâiz. Vâiz dedikleri, aslı oldur. Bu halkı men' ider hevâ câniblerinden. Hudâ cânibine davet iderler. Anın içün "وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى" dır. Hazret-i Peygamber dahi men' ve mevıza-i Kur`âniyye ile tahvîf ve tahzîr iderler, dalâlet ve bidat yollarından sırât-ı müstakîme davet iderler. 
"مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ"den murâd, asl-ı kalbdir. Fuâd vardır, kalb vardır, sadr vardır ve bunlar birbirlerinden farklıdırlar. Hakk Celle ve A'lâ, bu insana kalb adlı bir şerîf nesne ihsân eylemişdir ki sâir mahlûkâtdan onunla mümtâzdır. Hayvânâtda ol kalb dedikleri nûr-ı basîret yokdur. Şeref onunladır bu insana. Kalbin dahi iki kapısı vardır. Biri a'lâya ki rûha açılır. Ve bir kapısı ki esfele, nefs cânibine açılır. A'lâ cânibine fuâd derler. Ona Şeytan eli erişmez. Vesâvisden masûn ve mahfûzdur ve havâtır-ı fâside gelip ona yetişmez. Anın içündür ki, "Senin kalb-i şerîfine ol olan kasas, hikâye sebebiyle sebât ve karar ve sekînet ve vakar gelsin deyu tesbit eyledik" diye buyurdu. Envâr-ı ma'ârif-i ilâhiyye fuâd cânibinden leme'ân eder. Cânib-i esfele açılan kapıya sadr derler. Anın için hakkında, "ellezî yüvesvisü fî sudûri'n-nâs" denildi. Efkâr-ı fâside, vesâvis-i şeytâniyye ondan gelir, hâsıl olur. "Mâ nüsebbitü" dür ibâre, "üsebbitü" değildir. Anın içündür ki, "Biz tesbit ederiz, Cebrâil vâsıtasıyladır. Resûl-i melâikedir. Ve dahi hamele-i arş ki Kur`ân-ı Azîm'e hizmet edenlerin vâsıtasıyla olmaklığınız biz isbât ve tesbit ederiz" diye buyurur. Hakîkatde Allah'dır. Te'bîdât ve tesbîtât Hakk'a mahsûsdur. Nihâyet vesâil, vesâit onlar ile olmaklığınızdır. 

Hazret-i Cüneyd'e suâl eylediler, "Nedir bunca hikâye ve kasas âyât-ı Kur`âniyyede tekrar ve tezkâr olunur?" Buyurdular ki, "Cünd-i ilâhîdir. Bu askerdir ki her bâr zikrolunsa, ibâdullah Hudâ cânibine davet olunurlar. Kasvet-i kalb ve nice küdûrât def' olup, biraz yakîn hâsıl olur". "Yâ Cüneyd, buna hüccetin var mı?" dediler. "Belî, vardır" dedi ve bu âyet-i kerîmeyi tilâvet eyledi. 
Bâyezid buyurur : "Âyât-ı Kur`âniyye kaçan tilâvet olunsa nâsın bazısı vardır ki işitir, kendi okur ve kendi akrânı bir kimse kelâm-ı Hakk'ı okur, dinler, ke ennehû ondan işitir, nasîhat alır, nefsini vikâye eder. Biri dahi vardır ki gûyâ ki Hazret-i Peygamber'den işitir, tezekkür ve tefekkür hâsıl olur. Ve biri dahi vâsıta olan Cebrâil'in ta kendisinden işitir gibi ayne'l-yakîn hâsıl olur, Kur`ân-ı Azîm'in nûrun müşâhede eder. Ve biri dahi vardır ki, Hakk'ın ta kendisinden işitir. Simâ'-'anillah dedikleri oldur". Bâyezid'in kendi sülûküdür ki, hakka'l-yakînm dedikleri oldur. MUrâd oldur ki simâ'-'anillah ola. 

Hayru'n-Nessâc derlerdi,  evliyâullahdan bir kişi vardı, ibtidâ-i süllûkleri zamânında bir ta'âmı arzu eder, bir nice yıl nefsine murâdını vermez. Aradan nice zaman geçer. Şimdiden sonra murâdını vereyim diye ol arzu eylediği ta'âmı ke-ennehû korkarak yedi. Yolda bir yere giderken bir kimsenin bir kulu kaçmış idi. Hayr ona benzerdi. "Bre kara yüzlü kaçağan kul, kaçdın gitdi ola mı?" diye buna bir kimse itâb ve hitâb eder. Hayr ona diyemez ki, "Ne var hey adam, ben senin kulun değilim, yanlış gördün, var yürü" dese olurdu. Ol kelâmı işitmedi, illâ Hakk'dan bildi. Onun lisânından tenbîh-i ilâhî gelip yetişince başladı i'tizâra, "Kaçan kuldur, efendi gerçeksin, emir senindir, hatâ etdim affeyle" diye teslîmde olup önüne düşdü. O kimse Hayr'ı evine götürdü. Ol kişi çulhacı idi. Nessâc dedikleri oldur, ona nisbet ederler. Bu kerre nedâmetle içeri getirdi, işinin yanına geçirdi, başladı, "Efendi bunu ben nice işleyeyim, bilmezem, gel bana öğret" demeye. "Bre yüzü kara! İşini, sanatını unuttun mu! Bunca zamandır işlersin, hemen kaçıp gitmekle işin unuttun hemi!" deyip "şunu şöyle işle" diye göstermek ile neylesin kırk güne değin işledi. Hayr ise istiğfârla meşgûl olmadadır ki, "Pâdişâhâ! Kimin kapısına varayım gayrı, bir varacak sensin, affeyle" diye tamam tazarrûda idi. Hâtun baksa görse ki, köleleri bir ak âdem olmuş. Evvel kara kulları gibi görünmüş idi, beyaz bir âdem olmuş. İşe geçmiş ecnebî bir kimseyi görür,  içeri evine girer, gelir der ki, "Be hey er! Sen dîvâne mi oldun! Bir âhar yaban âdemi tezgaha geçmiş oturur, işler. Aslı nedir?". Er dahi taşra çıkar, görür, "Bre ak âdem, kim getirdi seni? Kişi bunda ne hâlli kimsesin?" deyince, "Ne aceb! Kırk gündür siz bilmez misiniz, bre kara yüzlü diye kulunuza benzettiniz idi" dedi. Ol mahalde kara kul çıkageldi, sâbit oldu. 

Her emrimizi Mevlâ tedbîr ede. Âmîn. 

Listeye geri dön