Muzaffer Efendi Hazretlerinin lutfettiği nevâdir kabîlinden hikâyelerden biri de şudur : Meşhûr İran Şâhı Feridun, bir gün sarayın bahçesinde hesnâ-müstesnâ bir hanım görmüş ve kadına göz koymuş. Adamlarına kadının kim olduğunu sormuş. Sarayın marangozbaşısının hanımı olduğunu söylemişler. Şâh, "Ben bu kadını isterim" demiş. O devride böyle astığı astık, kestiği kestik bir hükümdârın isteğine kim karşı koyabilir ki. Şâhın başvezîri çok zekî ve tedbirli bir adammış. Bu başvezîr şâha şöyle bir tavsiyede bulunmuş :
Şâhım! Emriniz bâşımız üstüne fakat bu kadının bir kocası var, sizin de hasımlarınız var. Eğer siz bu kadını böyle alırsanız, düşmanlarınız sizin aleyhinize tezvîrât yaparlar ve işi büyütürler, sizi millete rezîl de edebilirler. Lâkin her işin bir kolayı vardır. Onu çağırır ve yapamayacağı bir iş teklîf edersiniz, yapamazsan seni öldürürüm dersiniz, yapamayınca da boynunu vurdurursunuz. Böylece kadın da dul kalır ve siz de hiç ortalığı ayağa kaldırmadan emelinize muvaffak olur ve murâdınıza erersiniz.
Şâh biraz düşündükden sonra başvezîre hak vermiş ve onun hîlesini beğenmiş. Hemen marangozu huzûruna çağırtmış ve beş büyük sandık istediğini, sandıkların son derce süslü ve işlemeli olması gerektiğini ve en geç sabah saat sekize kadar hazır olmasını istediğini, eğer bu emrini zamanında yerine getirmezse boynunu vurduracağını söylemiş. Marangoz bu teklifi duyunca, şâhın kendisini ortadan kaldırmaya karar verdiğini hemen anlamış. Zîrâ şâhın istediği evsafda beş sandık bir gecede değil, beş ayda bile zor yapılırmış.
Marangoz öldürüleceğini anladığı için büyük bir üzüntü içinde evine dönmüş. Onun bu hâlini gören karısı, sebebini sorunca, şâhın kendisini öldürmeye karar verdiğini bunu da kılıfına uydurmak için bir bahâne uydurduğunu söylemiş ve meseleyi anlatmış. Karısı ona "Sabaha kadar daha çok vakit var, sen Allah'a tevekkül et, gün doğmadan neler doğar" demiş. Adam, ölüm korkusuyla sürekli saate bakıp "Beş saat kaldı, dört saat kaldı, üç saat kaldı" diyerek sıkıntı içinde bekleyerek sabahı etmiş. Saat sekizde kapı çalınınca hanımına dönüp "Bak işte beni almaya geldiler, hakkını helâl et" diyerek kapıyı açmış. Kapıda duran saray görevlilerine "Ben sandıkları bitiremedim" diyecek olmuş. Kapıdaki görevliler, "Bırak şimdi sandıkları, haydi durma hemen işe koyul, şâh dün gece öldü, âcilen ona bir tabut yapman lâzım" demişler.
Efendi Hazretleri bu hikâyeyi anlattıkdan sonra buyurdular ki :
Araplar "El-leyletü hublâ" derler yani geceler gebedir, sabaha ne olacağı ma'lûm olmaz. Allah'a inanan mü'minler, Allah'a güvenmeli ve dâimâ O'na tevekkül etmelidir. Allah bir meşakkate iki kolaylık gösterir. Hattâ bazen daha fazla kolaylık gösterir, en azı ikidir.
Efendi Hazretleri ilerde başına gelecek şeyler için endîşelenenlere de şu tavsiyelerde bulunurlardı :
İnsan her an ölümü düşünse, dünyâda rahat edemez. Allah herkese öleceği günü bildirse, hiç kimse bir taşın üstüne bir taş koymaz, bir defa da gülmez, hayâtı zehir olur. Gelecek endîşesiyle üzüntüye mahal yok, "tevekkeltü 'alallah" diyerek Allah'a tevekkül etmek lâzımdır. Tam bir teslîmiyyetle Allah'a tevekkül edenlere Allah'ın yardımı erişir.
Efendi Hazretleri lüzumsuz vesveselere kapılarak hayâtı kendilerine zehir edenler hakkında da şu misâli verirlerdi :
Yeni evli bir çift arasında şöyle bir konuşma olmuş. Kadın kocasına "Aman o tokmağı oraya koyma" demiş ve başlamış ağlamaya. Adam şaşırmış ve "Neden ağlıyorsun?" diye sormuş. Kadın, "Eğer bir çocuğumuz olursa, çocuk 3-4 yaşına gelirse, ayaklanıp oynamaya başlarsa, orayı burayı kurcalarken o tokmak başına düşer de çocuğa bir şey olursa diye ağlıyorum" demiş.