28 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Sözlük denilen şey, sâbit. Şâir, onu alır, canlandırır. Ona ayrı bir ma'nâ verir. Şimdi, "insan" kelimesi için sözlük ne diyecek size? Anlatacak, insanı anlatacak. Yaratık. Ama siz bir şiir yazar da, bir insan derseniz, bunun lugatda ma'nâsı yok. Onun oradaki anlamı, şâirin verdiği ma'nâdır ancak. Bizim bildiğimiz etden kemikden ibâret yaratıkdan ibâret saymıyor insanı o. O, başka bir şey söylemek istiyor. Şâirin dilinde biz bir takım başka şeyler bulursak sebebi budur. Bunun anahtarı, bu şiiri anlamanın anahtarı, sözcüklerden, kelimelerden ibâret değildir.
Şimdi, sevmiyorum ama söylemek istiyorum, gün yapıyoruz biz, haftalar yapıyoruz şâirlerimize. Yakında işte Mehmed Âkif'e yapdık. Kaç tâne yanlış buluyoruz biz Mehmed Âkif'i anlatmak isteyenlere. Demek ki, Mehmed Âkif gibi bizim olmuş, İstiklal Marşının sâhibini anlamakda biz hâlâ güçlük çekiyoruz. Ne diyor? "Ulusun korkma nasıl böyle bir îmânı boğar? Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar". Biz hâlâ bugün tek dişi kalmış canavarı, domuz sürüsünden yalnız dişisi kalmış anlamına alıyoruz. Olmaz!...
Demin arz etdiğim gibi, anlamanın yolu önce anlamadığını anlamakdan geçer. Ben burada bir şey anlamıyorum dersen, anlamanın çâresine bakarsın. Ama anlıyorum dersen neye bakacaksın? Yanlışlar devam eder gider.
Böyle yaptığınız zaman yani bu sözlüklere bakıp da şiirleri anlamak için bir yol aradığınız zaman, benim kanâatimce, şâirin payını lütfen ayıralım. Hem şâir kayboluyor, hem biz kayboluyoruz. Onun için hangi devir kelimesi, memleketimizin hangi köşesi olursa olsun, biz bunları bu bakımdan "acabâ altında hangi anlamlar yatıyor?" diye sorup anlamadıkça şiiri anlayacağımızı zannetmiyorum. Bu dil de, bize kılavuz olacak dil, şâirin kullandığı dildir. Nerede hangi ma'nâda kullanmış bunu. Benim kanâatimce bu böyledir. Geçmişde böyledir, gelecekde de böyle olacakdır.
Sınıfda Yûnus'u okuyoruz. Yûnus Emre'den bir parça okuyoruz, Ben hâlâ metinleri daha önce bakıp anlayıp anlamadığımı kontrol etmeden sınıfa girmem. O gün girmişdim. Çünkü o günlerde herkes Yûnus gibi yazalım sevdâsında, iddiâsında. Girdim sınıfa, karşıma "yumuldu göz çekildi kaş" dizesi çıkdı. Gözün yumulduğunu biliyorum ben, bir ölümden bahsediyor, ama çekildi kaş yok. Gâyet rahatımdır o bakımdan, yani bilmediğim şeyleri çocuklara rahatça sorarım ben. İsterse onlar "hoca bunu bilmedi" desin. Evet, onu bilmedim. Onların söylemesine lüzum yok. Odaya gitdik, on bir kişiyiz odada, edebiyat hocası. Dedim ki "Yûnus'da böyle bir şey geldi başıma, ne dersiniz?". Hiç bir edebiyatçı arkadaşım üstünde durmadı. Ben, ikinci şubede dersim vardı, oraya gittim. Orada tekrarladım suâli. Bir kızacağız çıkdı, "Ben gördüm" dedi. "Tesâdüfen bir gün ölmekde olan bir insanın yanındaydım, onun gözlerini yumdular ve kaşlarını düzeltdiler". Şimdi, Türkçe bu kelimeler. Gözün kapanması da kaşın çekilmesi de Türkçe. Ama ne diyor Yunus? Çizdiği levha bizim için karanlık.
Hangi Türkçeyle yazılırsa yazılsın, bir şiiri anlamak, herkesin harcı olmadığı meydandadır.