Sakın Zikrullahdan Yüz Çevirme - Cuma Hutbesi - 30 Ocak 1981

28 Ocak 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

HUTBE

Kâlallahuı Azze ve Cell fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى * قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرًا
Ve men a’rada an zikrî fe inne lehû ma'îşeten dankâ, ve nahşuruhû yevmel kıyâmeti a’mâ. Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad küntü basîrâ.
Sadakallahü'l-azîm.

Cenâb-ı Hakk'ı dilleriyle tevhîd eden, gönülleriyle Hakk'In varlığına ve birliğine, şerîki ve nazîri bulunmadığına şehâdet eyeleyen ve Allah'ı seven ve Allah'ın sevdikleri ve peygamberlerin seyyidi, serdârı, önderi, nûru evvel ba'sı sonra olan Habîb-ı Hudâ Şefî'-i Rûz-i Cezâ Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın risâletini tasdîk eyleyen ve Habîb-i Hudâ Efendimizi her şeyinden ziyâde severek, malından, canından, rütbesinden, kasasından, kesesinden, masasından, evlâdından ve her şeyinden her şeyinden ziyâde severek, îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline müştâk olanlar!

Zikir, hatırlamakdır, lugatçe ma'nâsı. Mü'minler, Allah'ı zikrederler, unuttuklarından değil, sevdiklerinden zikrederler ve Hakk'ı unutanlara hatırlatırlar. Mü'minler, Allah'ı zikreder, unuttuklarından değil. Allah'ı ancak kâfirler ve gâfiller unutur. En büyük felâket de Allah'ı zikretmemek, Allah'ı unutmakdır. İki şeyi unutanlar her şeyi unutmuş demekdir. Birisi Allah'ı unutmak, biri ölümlerini unutanlar. Bu iki şeyi unutmayacağız, hiç bir zaman. Zâten mü'minler, ne ölümlerini ne de Hakk'ı unuturlar. Zâten mü'minler ölmezler, mü'minler olurlar. Kâfirler ölür, mü'minler olur, kemâle erer ve Hakk katına, Hakk meclisine varırlar. 

Mü'minler, Hakk'ı unutmaz, dâimâ Cenâb-ı Hakk'ı lisân-ı hâl ile, lisân-ı kâl ile, hâlleriyle, özleriyle, sözleriyle, zikrederler. Her meşrû işde ismullahı kullanırlar, onu tilâvet ederler. Meşrû olan işlerde, yani şerîatın müsâade etdiği şeylerde bismillah, Allah'ın esmâsı, ismullah çekilir. Allah'ın müsâadesi olmayan şeylerde besmele çekilmez, buna müsâade edilmez. Öyle yapanlar dînle istihzâ etmiş olur, dînin hâricinde kalır.

Mü'minler, Allah'ı sevdikleri için zikrederler zîrâ kişi sevdiğini çok zikreder ve zikredeni dinlediği vakit de hoşlanır, sevgilisinin ismi anıldığı vakit, sevgilisinin ismini işittiği vakit hoşlanır, safâya gark olur, yüzü nûrlanır, gönlü sürûrlanır, gönül safâya erer ve unutanlara da Hakk'ı hatırlatırlar.

Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, zikir hakkında buyurur ki, "Beni her kim zikrederse ben onunla berâber olurum, onunla berâber aynı meclisde otururum" buyuruyor. Tabii mekândan münezzeh olarak. Bu, lisân ile tarîf edilemez. Harf yirmi sekiz, otuz, otuz iki olmasa da, üç milyon veya üç milyar harf olsa da yine tarîf olunamaz. Bazı şeyler kelimâta girmez. Bu bir zevk işidir, zevki tadan bilir. Zevki tatmayan bilmez. Tıpkı a'mâya renk, sağıra âhenk olmadığı gibi. Cenâb-ı Hakk, "Ben, beni zikredenle berâber otururum" diyor.

Yine bir âyet-i celîlede "فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ  fezkürûnî ezkürküm" buyurmuşdur. Ma'nâsı "Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim" demekdir. Yani her Allah'a çağırdığımızda, Allah'a çağırdığımızda, Allah dediğimizde, Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, harfden, savtdan, cihetden münezzeh olarak, "Ey kulum! Ne istersin benden?" diye kuluna karşı muhabbeten hitâb eder. Bu zevke erersen elbette zikrullahı bırakamazsın. Zikrullahı bırakanlar, Allah'ı unutanlardır. Allah'ı unutanlar ise nefislerini unutanlardır. Her kim ki nefsini bildi, Hakk'ı bildi. Hakk'ı bilen, Hakk'ı buldu. Hakk'ı bulan, Hakk'da oldu ve Hakk ile oldu. Ebedî âlemde Hakk katında, Hakk meclisinde, Hakk sofrasında, Hakk'ın indinde bulunmak istiyorsan, "mak'adı sıdk"a ermek istiyorsan, gecede ve gündüzde, âşikâre ve gizli,  Allah'ı zikreyle. Bundan zevk almaya çalış. Yakın bir zamanda, bu senin sâhib olduğunu zannettiğin şeylerin hepsi elinden alınacak, Hakk katına, Hakk'a misâfir gideceksin, oraya vâsıl olacaksın, yani vatan-ı aslîne döneceksin. Hakk'dan geldik, geldiğin yeri unutma, gene oraya rücû' vardır, oraya dönmek vardır.

Şimdi okuduğum âyet-i celîlede, zikrullahdan yüz çevirenin başına gelecek olan felâketleri Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri haber veriyor. Geçen hafta söylemişdik. Dînlenen kimse dinlenir, dînlenmeyen dinlenemez yani dîn sâhibi olan dinlenir, Allah'lı gönül safâya erer, ne kadar cefâ görse dahi. Bu âlem mü'minler için bir sicndir yani hapishânedir. Ne kadar zengin olsa, kafdan kafa hükmetse gene mü'min için bir hapishânedir. Hürriyyet, saâdet, mü'min için âhiret âlemidir. Ama dünyâsız âhiret olmaz. Dünyâ âhiretin tarlasıdır. Miftâh-ı cennet buradan satın alınır. Estağfirullah, biraz kabaca oldu ama, satın almak kelimesiyle, miftâh-ı cennete burdan sâhib olunur, cehennemin derekâtına da gene burdan sâhib olunur. Ne cehennemde ateş, ne cennetde nimet vardır, burdan onlara sâhib olacaksın.

Behlûl-i Dânâ hızlı hızlı geliyormuş, dânâ kelimesi Farsçada âlim, ârif ma'nâsınadır, geliyormuş, Hârûn'la karşılaşmışlar, Hârûn-i Reşîd ile. Abbâsîlerin en kudretli hükümdârı. 

Ehlullahın, her kelâmlarından istifâde edilir, aklı başında olanlar için. Her ef'âl ü harekâtı bir numûne-i imtisâldir, zîrâ Resûlullah üsvetü'l-hasenedir, evliyâullah da O'na vâris oldukları için onların ef'âl ü harekâtı da üsvetü'l-hasenedir. Mutlakâ insanları ef'âlleriyle yani işleriyle, sözleriyle irşâd ederler, insanları Hakk'a götürürler. 

İnsanları iyiliğe ve doğruluğa davet etmiyorsak, insan değiliz. Ama herkes kendi çapında. Çizmeden yukarı çıkmamalı. Sen, hânende bulunan efrâd u âilenin çobanısın, onları Hakk'a davet et. Gene arkadaşın yanında nazın geçecek, sözün toprak olmayacaksa, onları Hakk'a davet eyle. Gene güzel sözlerle anlayacak olan kimselere hitâb eyle. Tatlı sözlerle, güler yüzle, hikmet-i hasene ile, böyle kandıra kandıra, inandıra inandıra, tattıra tattıra, lezzet vere vere Allah'a davet et. Acı sözle, ekşi yüzle Allah'a davet edilmez. Mutlakâ irşâd etmen lâzımdır. Yalnız nefsini cennete koymaya çalışma. O vakit egoist olursun, kâselîs olursun. Evvelâ başkasını cennete koymaya çalış. Hattâ cennetin kapısı açılsa, evvelâ mü'min kardeşini içeriye koy.

Ooo, neler geldi. Söylemeden geçemeyeceğiz. Behlûl-i Dânâ'nın kıssasını bırakdım, onu da anlatacağım ya.

Hallâc'ın ağzından bir söz çıkdı, söz Hallâc'ın değildi. Mest olmuşdu çünkü. Hakk yolunda kudret eliyle, aşk-ı ilâhîyi nûş edenler mest olurlar, mest olanlar, nereye bakarlarsa kendi sevgililerini görürler. Anlayana söyledik bunu da. Hallâc'ın ağzından bir söz zuhûr etdi ve kendisini haps ettiler. Kuzâtın yani hâkimlerin, kâdıların vazîfesiydi. Çünkü şerîat ehli, kâdılar, hâkimler, bunlar, polis gibidirler. Velîler de sarhoş gibidir. Bazen sarhoş yoldan çıkarsa nasıl ki polis kuvvetiyle onu yola getirirler, terbiyeye davet ederler, bazen böyle şeyler de olabilir yani. Bu kadar söyledik. Sonra isteyenler bana sorabilirler. Hallâc'ın ağzından böyle bir şey çıkdı, sekir hâliyle, onu haps ettiler ve kendisini idâma mahkûm ettiler. Hapishânede yatıyor, bir zât da üç şeyi öğrenmek üzere uzak bir diyardan Hallâc'a geldi. Üç müşkili var, üç müşkili var, müşkilini halletmeye Hallâc'a geldi. Sordu "nerde?" dedi, Şeyh Hallâc-ı Mansûr el-Hüseynî. Dediler, "zindanda". Şaşırdı, teaaccüb etti, "hem bir mürşid hem zindanda ne işi var" diye. Sonra dediler ki, "Ağzından bir söz zuhûr etti, bu sözden dolayı". Bu sözün de niçin ağzından zuhûr ettiğini inşâallah başka bir dersimizde söyleriz. Bu sırrı da ifşâ ederiz, söyleriz size. Ağzından o söz niye çıkdığının sebebini de söylüyorlar ehlullah. Ve hapishâneye gitti, izin istedi, gösterdiler, içeri girdi, elleri bukağıda oturuyordu orda. Dedi, "Efendim, uzak bir yerden geldim, bazı müşkillerim var bunu hallettirmeye. Burası yeri değil ama, uzak diyardan geldim, sizler mürüvvet sâhibisiniz, beni burdan boş çevirmezsiniz. Sorularıma cevâb istiyorum ama sorunun cevâbı değil, bana fiiliyatla bunu göster". 

Çünkü konuşmak kolay değildir fakat konuşmak, fiiliyata göre daha kolaydır. Konuşmak kolay değil ama fiiliyatına göre konuşmak daha kolaydır. Fiil zordur, güçdür. İşlemek yani. Nedir? Dedi, "Mürüvvet nedir? Sabır nedir? Kanâat nedir?" dedi. "Bunları bana fiilen gösterin, bunları istiyorum" dedi. "Ben sabrın ne olduğunu kitâbda okudum, mürüvvetin de okudum kitâbda ne olduğunu, kanâatin de ne olduğunu okudum ama fiilen görmek istiyorum yani gözümle göreyim" dedi.

Hani İbrâhim aleyhisselâm demişdi ya Hakk'a, "Yâ Rabbi, ölüleri nasıl diriltiyorsun?" diye sormuşdu. Allah dedi ki, "İnanmadın mı yâ İbrâhim?". "İnandım yâ Rabbi ama gözümle göreyim de kalbime itmi'nan hâsıl olsun" dedi. Görmek mes'elesi...

Onun üzerine Hallâc dedi ki, "Bak" dedi, kendisine sevdikleri tarafından ikrâm ve ihsân olunmuşdu, bir çok nimet vardı orda, onların hiç birini yemiyor, onları hapishânede bulunan garîbân fukarâya veriyordu. Hapis ehline dağıtıyordu, kendisi kuru ekmeği suya banıyor onu yiyordu. "Buna kanâat derler" dedi. "Sana kanâatin bir numûnesini gösteriyorum, kanâatin hepsi bu demek değil ya, ama böyle gösteriyorum, bu kadarla anla" dedi. 

İnsan bir eşyânın, bir metâın hepsini pazara getirmez, bir parça numûnesini getirir. Allah da ahretdeki bulunan âlemin, ne görüyorsan nikmet ve nimet, bir numûnesini dünyâya getirmişdir. O kadar değil, yani iş bitmiyor onunla.

Hallâc da onu söyledi ona, dedi, "İşte gördüğün şey kanâatdır". "Yâ sabır nedir?". Elleri bukağıda idi, bismillah dedi, çekdi ve zincirler boşandı ve duvarı itdi açıldı. 

"Efendim, nasıl olur bu, bu bir safsata". Evliyâullahın işine akıl ermez. Evliyâullaha verilen kerâmât, peygamberelere verilen mucizât, insanların akıllarının mâverâsındadır, akıl bunu ölçemez. Çünkü fâili Allah'dır. Onun için kendi kısa aklınla, "Duvar nasıl gidermiş, zincir nasıl koparmış" diye konuşma böyle. Ateş yakar mı? Yakar. İbrâhim Peygamber'i yakmadı ateş. İşte gördün, aklın mâverâsında. Bıçak keser mi? Keser. İsmâil'i kesdi mi bıçak? Kesmedi. Aklın mâverâsında. Senin bileceğin iş değil. Onun için kısa aklınla Allah'ın kudretini ve mucizât-ı enbiyâyı ve kerâmât-ı evliyâyı inkâra yeltenmeye kalkma. Yaya kalırsın sonra. Geçiyoruz.

İşte bu kudreti Cenâb-ı Hakk bana ihsân u inâyet buyurdu fakat ben burda sabrederim. Kaderimi bekliyorum, ne ise hükmüm. Hükmün de ne olduğunu biliyorum ben. Benim de isteğim ve arzum odur. Çünkü gâfiller suyla abdest alabilirler ama âşıklar kanlarıyla abdest alırlar" dedi. Geçiyoruz.

"Evet, gördüm, teşekkür ederim, kalbime itmi'nân hâsıl oldu. Ya mürüvvet nedir?" dedi, "mürüvvet nedir?" Buyurdular ki "Yarın gel, sana mürüvveti göstereyim". "Yâ Şeyh, lutfet. Ey üstâz, ey mürşid-i âlî, lutfet, göster bize şu mürüvveti de". "Yok, yarın görmen lâzım, sözü dinle, itiraz etme, git". Gitdi, ertesi gün geldi, bakdı ki, Hallâc'ı asmışlar, berdâr olmuş Hallâc. Onu gördü, "Eyvâh! Dün keşke şeyhi zorlasaydım, mürüvveti bana fiilen gösterseydi" dedi, mahzûn oldu, bir Fâtiha okudu, çıkdı, gitdi. O akşam bir rüyâ gördü. Kıyâmet kopmuş, Hallâc'ın idâmına hüküm veren kâdıyı cehenneme atmak üzere, Allah, emir verdi meleklerine. "Kâdıyı nâra atın" dedi. Hallâc ortaya çıkdı. Rüyâsında görüyor o zât-ı muhterem. "Yâ Rabbi" dedi, "O benim şehâdetime sebeb oldu. Eğer bu benim kâtilim olan kâdıyı nâra atarsanız ben de cehenneme giderim. Onu bana bağışlayacaksın" dedi Cenâb-ı Hakk'a. "Bağışladım" dedi. Hallâc, kâdının elinden tutdu, götürdü cennetin kapısından içeriye sokdu, evvelâ kâdıyı sokdu içeriye, yani kâtilini sokdu. Sonra geri döndü, "Mürüvvet buna derler" dedi. O da uykudan uyandı. Mürüvveti fiilen gösterdi. Şimdi ayân oldu beyân oldu.

Mü'minsen bunları hikâye diye dinleme, nefsine tatbîk et. Sana zulmedeni sen affet. Kîni kaldır. Düşmanlığı bir tarafa def et. Bir kalb ya sağlam olur ya çürük olur. Kalb sağlam olursa vücûd da sağlamdır, kalb çürük olursa vücûd da çürükdür. Bir kalbde hem kîn, hem dîn olmaz. Hem muhabbet hem adâvet, ikisi birden oraya girmez. Sen kalbini aşkullah ile ve aşk-ı Resûlullah ile doldur. Vücûdunu sıbgatullah ile boya. Şemme-i Muhammedî'yi duy, başka koku duyma. Bir şeye bakdığın vakit, onun çirkinliğini görme, güzelliğini gör, güzel tarafını gör, çirkinliğini görme. Geçiyoruz.

Hârûn sordu Behlûl'e, "nerden geliyorsun?". Söyledik ya cennetin miftâhına, buradan sâhib olunur. Cehennemin de miftâhına buradan sâhib olur insan yani dünyadan. Burası tarladır. Burdan göz yumuldu mu bir daha ne ibâdet ne tâat. Ne de pişmanlık fayda verir. Her yapan burda yapdığını berâberinde götürür. Sen tabutun altına giriyorsun, tabutun içinde ne gitdiğinin farkında değilsin. Ne götürüyorsun kabre? "Meyyiti götürüyoruz". Meyyitle berâber ne gidiyor biliyor musun? Ya yapdığı a'mâl-i sâliha, ya a'mâl-i kabîha. Gençlerimiz var. Ya çirkin işleri, ya güzel işleri var tabutun içerisinde. Sen tabutu boş görme öyle. Çok ağır. Bazı kimselerin belini büküyor ağırlığı. Dağlar kaldıramazken bu ağır yükü sen omuzuna atıp getiriyorsun içeri doğru. Geçiyoruz. Allah sonumuzu, âkıbetimizi hayr eyleye.

Zikrullaha devam! Allah'ı unutmayacaksın! Allah'ı unutan dil, Allah'ı unutan gönül, orası harâbdır. Allah'ı unutmayan dil, Allah'ı unutmayan gönül, orası ma'mûrdur. Her ne kadar zâhirde harâb da görünse aslında ma'mûrdur. Allah'ı unutan dil, Allah'ı unutan gönül, her ne kadar zâhirde ma'mûr ise de aslında harâbdır. Allah'ı unutmayan dil, Allah'ı seven gönül, zâhirde her ne kadar harâbsa da, aslında ma'mûrdur. Allah'ı ve Peygamber'i unutdu mu, zâhiri ne kadar ma'mûr da olsa, bâtını harâbdır. Bunu unutma sakın ha! Kafandan çıkarma! Rütbeler, kasalar hepsi bırakılacak, beyaz bir kefin, ne filanca pâdişahın niyetine, ne filanca hacının, hocanın niyetine, er kişi, hâtun kişi denecekdir.

Er olabilirsen ne mutlu sana! Er, er, erkek olursan yani. Erkeklik, uzuvla değildir. Erkeklik, uzuvla değildir. Şerî'at, uzuvla ayırır fakat aslında, ma'nâda uzuvla değildir erkeklik. Seni Allah'ın zikrinden hiç bir şey men' etmiyorsa, sen erkeksin. Malın, mülkün, kasan, kesen, paran, seni Allah'ın zikrinden men' etmedi mi, erkeksin. Bunlardan biri seni men' ediyorsa, erkek değilsin, her ne kadar sakalın göbeğine kadar olsa, alnın da secdede çürüse, erkek değilsin. Geçiyoruz. Haydi söylemedne geçmeyelim, zuhûr etdi.

Bağdâd şehrinde, Bağdâd vilâyetinde bir kadın varmış, bir meczûbe. Meczûbe aslında bir velîdir, halkın nazarında, yani akıllıyım diyenlerin nazarında deli gibi görünür. Ona deli diye bakanlar, kendileri delidir. Binâenalâzâlik, bu kadın açıyor örtüsünü, tesettürünü açıyor ve çıplak dışarı çıkarmış. İkide birde dışarı çıplak çıkıyor. Örtüyorlar bunu, o gene çıkıyor, yani başından başörtüsünü alıyor filan öyle çıkıyor. Günlerden bir gün, bizim gibi erkeklere seslenmiş, "aman bana bir örtü verin erkek geliyor" diye. "Yâhu" demişler, "Biz erkek değil miyiz? Bu erkek kimdir?" demişler. Bir de bakmışlar, karşıdan Hazret-i Abdülkâdir geliyor. Bağdâd'da bir erkek sana. Al sana Bağdad'da bir erkek!

Erkeklik uzuvla değildir. Sen erkek ol, kadın, kadınlığını bilir. Sen kadına kafa tutma. Kendi gözünde mertek var senin, sen el gözünde çapak arıyorsun. Sen erkekliğini bilirsen kadın sana itâat eder. Hattâ yalnız kadın değil, dağlar, taşlar, semâvât, ard, güneş, ay sana itâat eder. Allah'a mutî olanlara, bütün mahlûkât mutî' olur. Allah'ı tanıyıp Allah'a ısyân edenlere de Allah, Allah'ı tanımayanları musallat eder. Bir daha söylüyorum, dikkat buyur, bak ne konuşuyorum. Allah'a itâat edenlere, bütün mahlûkât-ı ilâhiyye itâ'at eder, mutî' olur. Allah'ı tanıyıp da Allah'a âsî olanlara Allah, Allah'ı tanımayanları musallat kılar, başlarına. Çekdiğin kendindendir, Hakk zulümden münezzehdir.

"Yâ Behlûl nerden geliyorsun?" demiş, "Cehennemden" demiş. "Niye gitdin cehenneme?", "Ateş almaya gitdim" demiş Behlûl-i Dânâ. "Fakat maalesef bulamadım" demiş. Demiş ki Hârûn-i Reşîd, "Cehennem ateşle memlûdur. Nasıl olur bu?". "Ben de öyle zannediyordum, gitdim oraya, Mâlik'e sordum", Mâlik, cehennemim mesûl müdürü, Allah tarafından tayîn olunmuş, "Ateş istedim, Mâlik bana dedi ki, 'Burada ateş bulunmaz' dedi. 'Canım cehennem ateşle dolu değil mi?' dedim. 'Hayır, herkes ateşini dünyâdan buraya getirir' dedi.

Anla, düşün, tefekkür et! Boşuna kafa dolaştırmayacağız. Tefekkür et, düşün, bak ne konuşuyorum. Herkes ateşini burdan getirir nâra, cehenneme. Bir yumurta çalan, aynı ateşe girerse, beş milyon çalan da aynı ateşe girerse, o vakit adâlet-i ilâhî nerde kalır? Bir yumurta çalan bir yumurta ateşiyle yanar, beş milyon çalan da beş milyonluk ateşle yanar. Günâhın küçüğü büyüğü olmaz. Günâh-ı segâir, günâh-ı kebâir, o, cezâdadır, o. Allah'a isyân, isyândır. Allah'a günâh, günâhdır. Küçüğü, büyüğü olmaz günâhın. günâh, günâhdır! Cezâsı hafîfdir. Küçük günâhlara küçük cezâ, meselâ üç günlük hapis olur, büyük günâhlara üç yüz gün hapis olur. Bunun gibidir yani. Onun için, ulemâ-yı benâm hazerâtı rahimehümullah, bu günâh-ı kebâir, bu günâh-ı segâir diye ayırmışlar ama isyân, isyândır. Günâhın küçüğü büyüğü olmaz. Allah'a isyân, isyândır. Cezâ bakımından küçük günâh vardır. Küçük cezâ, büyük cezâdır o. Acaba anlatabildik mi?

Güneş gurûba eriyor, gideceğiz yakında, gidiyorum yakında, Edirnekapı'ya doğru. Bulamayacaksın beni, onun için yerleştir kafana bunları. Ama Allah boş bırakmaz Kürsî-yi Muhammedî'yi. Allah gönderecek mutlakâ. Kâfirler çatlasa da patlasa da kıyâmet gününe kadar Dîn-i İslâm'ı teyîd edecek bir kimse gelecekdir. Bitdi o kadar. Allah'dır sâhibi. Kur`ân'ın sâhibi Allah'dır.

İkincisini de anlatalım. İkincisi de bu. Bir hocaefendi varmış. Bazı bizim sarıklılar, ekserîsi, biraz tamahkâr olurlar. Böyle elleri sıkı. Şunu da söylemeden geçmeyeceğim. Allah'ın en büyük düşmanı, tamahkâr olan kimsedir. Sahîler, ehl-i cennetdir. Sahîler, ehl-i cennetdir. Hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "Bir adam fâsık dahi olsa, onun fıskını söylemeyiniz, zîrâ onun sehâsı onun fıskını örter" diyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Çok mühim. Fakat bu sehâyı da yerine sarf etmek lâzım. Mübezzir olmayacak, müsrif olmayacak. Meselâ "Efendim çok cömert bir adam, akşamları götürüp bizi kafayı çektiriyor", o olmadı, o. Seni ateşe davet ediyor o. O iyi değil. Allah yoluna sarfedecek, Allah yoluna sarf edecek, Allah yoluna sarf edecek. Geçiyoruz. Mübezzirler şeytânın ihvânıdır. 

Eyüp'de olmuş hâdise. Hocaefendi, kahvede oturuyor. Bir meczûb-i ilâhî içeri girmiş. "Hocaefendi bana yoğurt al" demiş. Eyüp'ün yoğurdu kaymağı meşhûrdu vaktiyle. Şimdi her taraf da bozuldu ya. Orası vaktiyle öyleydi, bizim küçüklüğümüzde. "Yoğur al" demiş hocaya. Hoca, "hadi ordan, yok param" filan dediyse de meczûb ona tebelleş olmuş, yani musallat olmuş. Hoca illallah demiş, o tamahkâr hoacefendi. İyi dinle! Cebinden çıkarmış, o devirde, bir metelik, "Şununla yoğurt al" demiş. O vakit metelikle yoğurt alınıyor. "Allah müstehakını versin" demiş, çıkarmış bir metelik vermiş. Yani def-i belâ kabîlinden. "Biraz da ekmek al" demiş. "Ekmeği de başkası alsın" demiş hoca. Zâten âsâbı bozuk. Yani halkdan utanmış, Allah korkusundan, Allah'dan utandığından değil de halkdan utanmış, öyle vermiş parayı ve çıkmış, gitmiş. O gece bir rüyâ görmüş hoacefendi. İyi dinle! Kulağını beden yana ver! Gaflet pamuğunu kulağından çıkar!

Gâyetle hasnâ müstesnâ bir yerde, ağaçlarla örtülü, nehirler akıyor, köşkler, haymeler, ipekden yapılmış. Köşklerin her bir tânesi bir inciden düzülmüş. Yâkûtlar, zümrüdler filan. Böyle acâib bir şey. Fakat hoca açlıkdan ölüyor. Yiyecek hiç bir şey yok. Aç. Aşağı yukarı dolaşıyor filan. Derken oradan bir zât zuhûr etmiş. "Yâhu burası neresidir?" demiş. "Burası cennet" demiş, o görünen zât.

İyi dinle! Sana büyük bir ibret var bu kıssada. Çünkü yapdığım dersi bununla kaldıracaksın kafaya. Hani "hikâye anlatıyor" deme. Komprimesi bu. Ötekini yani ahkâmı unutursun da bunu unutmazsın.

"Burası neresi?", "Cennet" demiş. "Nasıl cennet yâhu? Cennetde pişmiş tavuk etleri, her nefsin her arzusu ayağına geleceğini Allah Kur`ân'da söylüyor. Ben hocayım" demiş. "veleküm mâ teştehî enfüsüküm", "nefsiniz ne istiyorsa önünüzde bulacaksınız diyor Allah" demiş. "Yooo, hocaefendi öyle değil iş, iş öyle değil. Gönderirsen olur" demiş. "Bak burda bir yoğurt var, bunu yer misin" demiş. "Aman" demiş, "Yoğurt olsun", yoğurdu almış, "Biraz da ekmek", "Yoğurdu göndermişsin yoğurdu buldun. Ekmeği de gönderseydin ekmeği de bulacakdın". Yaaa! "Yoğurdu göndermişsin, yoğurdu buldun. Ekmeği de gönderseydin, bulacakdın. Şimdi yoğurdu ye yalnız başına" demişler. Uyandı. Karısına dedi ki, "Bizim yapdığımız iş değil, yanlış bir yola gitdik biz, böyle yapmayalım". Ve konağının kapısını açmış, arkasına kadar, ardına kadar, fukarâya, zuafâya elinden geldiği kadar, ikrâm ve ihsân ve inâyetde bulunmuş ki yarın önüne çıksın. 

Ne yaparsan yakın bir zamanda önüne çıkacakdır. Hiç bir şey zâyi olmaz. İster kötülük, ister iyilik. 

İğrâz-ı zikr eyleme! İğrâz-ı zikr edersen, bütün dünyâ senin olsa, râhat edemezsin, ateşin içerisinde yanarsın. Bak ne diyorum. Allah'ın zikrinden iğrâz edip yüz çevirirsen, bütün dünyâ senin olsa, râhat olmaz, kalbin safâya ermez, azâbdasın, meşakkatdesin. Eğer kalbin zikrullah ile meşgûl ise, seni ateşe atsalar, cennet gibi olur sana. Hazret-i İbrâhîm'e nâr-ı Nemrud nasıl nûr olduysa, öyle olacakdır. Allah'lı kalb çünkü. Bu kadarlık kâfî, vakit epey geçdi.

Yâ Rabbi, bizi seni ihlâsen zikr eyleyen ve zikrin zevkine eren, bu âlemde cennete giren ve senin dîdârınla müşerref olan, habîbinin sohbetinde bulunan zümreye ilhâk eyle.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

Mâsivâya sarf edüp eyyâmını etme telef
Zikr-i dâimle olur kurbiyyet-i Hakk'da şeref

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 30 Ocak 1981(24 Rebîulevvel 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön