Kur`ân-ı Kerîm'e âşinâ olanlar "sâlih amel" tabirine de âşinâdırlar zirâ Kur`ân-ı Mübîn'in elliden fazla âyetinde "الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ellezîne âmenû ve 'amilu's-sâlihât/onlar ki îmân ettiler ve sâlih ameller işlediler" tabiri geçer yani îmân ile sâlih amel hep bir arada zikredilir. "الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ", "مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا, "وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا" gibi diğer şekillerde zikredilenleri de hesâba katarsak yüze yakın âyet-i kerîmede "sâlih amel"den bahsedildiğini ve "sâlih amel" sâhiblerinin hep cennetle müjdelendiğini görürüz.
Peki acabâ bu tabirden kasdedilen nedir ve niçin bu kadar çok zikredilmişdir? Eğer bu soruların cevâbını merâk ediyorsanız, gelin bu terkîbin içindeki kelimelere bir göz atalım :
"ﻋﻤﻞ Amel", iş demekdir. Ma'nâsı, ibâdetleri de içine alacak şekilde yapılan her işe şâmildir. Yani yemek de bir ameldir, içmek de bir ameldir, konuşmak da bir ameldir.
"ﺻﺎﻟﺢ Sâlih", "ﺻﻠﺢ Sulh" kökünden gelir ve "işe yarar, düzgün, faydalı, iyi" demekdir. Hem sulh kelimesi hem de bu kökden çıkan "ıslâh", "salâh" gibi kelimeler lisânımızda da kullanılmakdadır.
Demek ki "sâlih amel" demek, ne yaparsak yapalım, ne işlersek işleyelim yaptığımız işin düzgün, işe yarar ve makbûl olması demekdir. Her işin makbûliyyetini işin cinsine göre değerlendirmek gerekir. İşler de, ibâdetler, münâsebetler ve şahsî işler olmak üzere üç türlüdür. Gelin her birini ayrı ayrı değerlendirelim :
İBÂDETLER : Eğer yapılan iş bir ibâdet ise öncelikle niyetin hâlis olması yani ivazsız-garazsız yapılmış olması gerekir. Zîrâ ihlassız yapılan ibâdetler makbûl değildir. Riyâ ve menfaat için yapılan ibâdetler şekilde kalır, Allah katına yükselmez. Üstelik ibâdetlerin makbûl oması için niyetin hâlis olması da yetmez, ibâdetin şartlarına riâyet de lâzımdır. Meselâ namazda sağa sola bakan, aklı başka yerlerde dolaşan kişinin namazı makbûl değildir.
MÜNÂSEBETLER : İnsanı en çok meşgûl eden işler başkalarıyla yapılan muamelelerdir. Hayâtın büyük bir kısmını bunlar doldurur. Karı-koca arasındaki münâsebetlerden tutun da baba-oğul, patron-işçi, esnaf-müşteri, idâreci-vatandaş, zengin-fakîr, komşuluk gibi sayılamayacak kadar çok tarafı vardır. Hattâ hayvanlarla, bitkilerle ve diğer bütün mahlûkât ile münâsbetlerimiz de buna dâhildir. Bütün bu münâsebetler hem Hakk'ın rızâsına hem de kulların ve diğer mahlûkâtın hakkına riâyet ederek yapılırsa amellerimiz sâlih olmuş olur. Böyle yapan kişiden Allah da râzı olur kullar da hoşnûd olur. Yaptığı işi düzgün yapmayan usta, sözünde durmayan esnaf, çalışanın hakkını vermeyen patron, karısını döven koca, çocuğunu terbiye etmeyen baba, halka zulmeden idâreci, fakîre yardım eli uzatmayan zengin, çevreyi kirleten fabrikatör, ağacı kesen, denizi kirleten, tabîatı mahveden, hayvanlara zulmeden kişiler ise yaptıklarıyla hem Hakk'ın gadabını hem kulların adâvetini hem de mahlûkatın la'netini celbeder.
ŞAHSÎ İŞLER : Tek başımıza yaptığımız işler de vardır. Bilhassa yalnız kaldığımızda yani kimsenin ne yaptığımızı görmediği ve bilmediği durumlarda yaptığımız işler iç dünyâmıza ayna tutar. Sâlih insan, halkın içinde iken yapmaya utandığı şeyleri yalnızken de yapmaz. Çünkü Allah'ın kendisini her yerde her zaman gördüğünü bilir. Halkın arasında süt dökmüş kedi gibi olup da yalnızken her türlü günâhı irtikâb eden insandan hayır gelmez.
İşte cennet, üç cins ameli de sâlih olanlara va'dedilmişdir. Sadece ibâdet eden ama kul hakkı yiyenler, ya da halk içinde sofuluğu kimseye kaptırmayan ama yalnız kaldığında türlü türlü fenâlıklar işleyenler cennetin kokusunu alamazlar.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bu husûsa dikkat çekerek buyururlardı ki :
"Allah beni seviyor mu sevmiyor mu?" diye düşünecek olursan yaptığın işlere bak. Bugüne kadar geçirdiğin günleri bir düşün. Amel defterlerini karıştır, bak bakalım bugüne kadar Allah'a yarar ne iş yapdın? Dîne ne hizmet etdin? İnsanlığa ne faydan dokundu? Beşeriyyete ne gibi bir hizmetin var? Ya da ne gibi zararlar verdin? Ne gibi günâhlar işledin? Kimlerin kalbini kırdın? Kimlerin hakkını yedin? Kullar senin günâhlarının ancak onda birine, yüzde birine belki de binde birine vâkıf olabilirler ama Allah hepsini görür, hepsini bilir. Allah seni hesâba çekmeden önce sen kendini hesâba çek. Amel defterlerini bir bir karıştırıp bak da Allah korkusuyla tir tir titre!