Sâlik Feyzi Ancak Şeyhinden Alır

21 Mayıs 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Sâlik feyzi ancak şeyhinden alır. Hattâ bir sâlik zamanın kutbundan bir şey isteyemez. İlle şeyhi. Ondan veriliyor ona. Ona teveccüh edecek. Kutba müracâat etse, şeyhine gönderir ve şöyle duâ eder, "Allah seni şeyhinden feyzyâb eylesin". Kapı oluyor ona o. Feyz isteyemez başka yerden. Şeyhi onun her şeyi. Her şeyi o. Yalnız efendisini bilecek o. İşte bu şarta riâyet etdiği takdirde o yükselir. Öyle yükseliyor, başka türlü olmuyor. Allah muhâfaza etsin, şeyhin gönlünden düşmek ya onu kırmak, feyzine mâni olur sâlikin. Onun için eskiden şeyhin huzûrunda da oturtmazlar fazlaca. Huzûrda da oturtmazlar. Çünkü mürîdin yapdığı, sâlikin yapdığı bir hareket şeyhi üzer, üzüldüğü vakitde feyzine mâni olur. Ayrı oturturlar yani. Eskiden şeyhleri göremezlermiş dervîşân. Ancak mukâbelede görüyor. pek ender olarak, mühim bir şey oluyor, izinle mizinle huzûruna çıkıyor. Bu da şeyhin saltanatından değil. Tarîkat-ı aliyyenin âdâbından. Yoksa kendine benlik verdiğinden, kibirden filan değil. Bunu bazıları yanlış anlıyorlar. Hattâ büyüklerden bir zât bile öyle söyledi, yani kendisi makâm-ı irşâdda. "Eski şeyhlerin yanına gidilmezdi" dedi, "hepsi böyle şişmişlerdi filan" dedi. Şişmiş mişmiş değil o, âdâb-ı tarîk o. Velev ki âsâ olsun şeyhi, odun yani. Oraya bağlandığı vakitde, Fahr-ı Risâlet'i temsîl etdiğinden dolayı, Allah feyzini veriyor, feyz veriyor ona. Onun için ille şeyhi, hep şeyi, mürşidi, mürşidi, mürşidi. O kadar. 
Okur, gider, dolaşır, huzûrda bulunur ama efendisine bağlı olacak. Gönlü onda olacak, ondan isteyecek, onun feyzi orada. Zâten başkasından alamaz. Âlem-i ervâhda "nahnu kasemnâ"da kısmetine o düşmüşdür, başka yerden feyz alamaz, ondan alır feyzi ancak. Oradan feyz verecek Allah. 

Bazen ikinci bir taksîmât olur da, bir zâtdan bir mikdar nasîbi olur, sonra başka bir zâta gider. Ancak mürîd mürşidine yetişir, mürşidini geçer, mürşidi görür onun makâmını, o vakit kendinden yüksek olan bir zâta kendi gönderir. Şeyhinin makâmını aşdı mı, kendi gidemez, kutbiyyete çıksa kendi gidemez, ille şeyhi gönderecek. Diyecek ki, "Oğlum maşallah sen aldın yürüdün, sen filancaya git".
"Efendim, ben dinlemem". O vakit bir şey olmazsın, kafana takke giyersin, sırtına hırka, zâhirin dervîş olur. Benim bahsetdiğim başka, bâtınen yükselmek isteyenler için ben bunu söyledim. Yani Hakk'a tâlib olanlar için. Zâhirde olursun işte, dervîş sayılırsın, yarın dervîşlerle beraber cennete girersin ama o makâma çıkamazsın. Bir âlî makâm var bâtın âleminde yani o makâma yükselemezsin. 
Hattâ mürşidin verdiği dersi fazla yapsa, eksik yapsa, ilâveler yapsa, başka evrâd u ezkâr okusa, olmaz. Kur`ân dahi okuyamaz. Kur`ân Allah'ın kitâbı ya. Okuyamaz. İlle efendi müsâade edecek. "Sûre-i Yâsîn oku" diyecek. Yâhud "şu şu sûreleri oku" diyecek, "sana bu kadar verdim" diyecek. Ne fazla ne kesik. İzinsiz okuyamaz. "Efendim ben dinlemem, okurum". Okursa, çocuk düşer. Çünkü hâmile kalıyor şeyhinden. O çocuğun içeride büyümesi lâzım. Üç seneden on iki seneye kadar. Bu da vasat yani. İstidâdı olmazsa kırk senede de olmaz çocuk. İlle mürşid, ille şeyhi, nereye gitse o. 

Sonra, murâkebe meselesinde yani zikrullahda filan mutlakâ efendini alacaksın karşına. Zâten tarîkat-ı aliyyede şeyhin durumu, şerîatda imamın cemâati Hakk'a takdîmi gibidir. Sorarlarsa size ehl-i şerîat, "Şirk yapıyorsunuz filan" diye, o değil. İmam vaziyetindedir şeyh. Zâhirde şerîat da bunu gösteriyor. Bâtında da böyle. İlle murâkabe, ille murâkabe, ille murâkabe. Onunla erdiler, ne buldularsa onunla buldular diyor. Şeyhini göz önüne alacak. Müşkilini ondan isteyecek, şeyhinden isteyecek. Dervîş sıkıntıya düşdü mü, şeyhine mürâcaat edecek. Her türlü müşkülâtda. Bir belâya uğradığında, "Aman şeyhim" diyecek. Şirk değil bu. El ele, el Hakk'a. Allah'a giden kapı olarak kabûl edecek şeyhi, bâbullah kabûl edecek. Biz de sıkışdık mı, Bâb-ı Risâlet'e mürâcaat ediyoruz, Fahr-ı Risâlet'e. Oradan Cenâb-ı Hakk'a.
www.muzafferozak.com

Listeye geri dön