Sâlikler İçin Dört Düstûr

15 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

Sizlere kolaylık olması için dervîşliğin esaslarını dört maddede topladım. Her kim bu dört düstûra riâyet ederse, Cenâb-ı Hakk'ın rızâsına, rıdvânına erecek, cemâli ile müşerref olacakdır. Bunda hiç şekk ve şübhe yokdur. Mücerrebdir, Kur`ân'ın beyânı, Resûlullah'ın irşâdı ve evliyâullahın tatbîkâtı ile sâbitdir.

1. ALLAH'I UNUTMAMAK

Birinci düstûrumuz budur. Nerede olursan ol, kim olursan ol, kiminle olursan ol, ne yaparsan yap, Allah'ı unutmayacaksın. Bunu kime söylesek, "Ama efendim, iş güç var, çoluk çocuk var, dünyâ hâli gaflete düşüyoruz, ne yapalım" filan diyereek mazeret beyân ediyor herkes. Biz de diyoruz ki, iş güç, çoluk çocuk, yemek içmek gezmek tozmak niye sana Allah'ı unuttursun, bilakis hatırlatması lâzım. Neden? O işi veren kim? O evlâdı veren kim? Gezdiğin gördüğün yerleri, yediğin içdiğin şeyleri bahşeden kim? İnsan nimetin içinde yüzer de, nimetin sâhibini unutur mu hiç? El kârda, gönül Yâr'da olacak. Yapdığın iş, zikrine mâni olmayacak. Bütün işler, bütün fiiller bedeni meşgûl eder, kalb ve rûh serbestdir. Zikri lisânla değil de kalb ile, rûh ile yaparsak, hiç bir meşgûliyyet bizi zikirden alıkoyamaz. Zâten öyle diyor Cenâb-ı Hakk, "رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ" buyuruyor, "Ne alışveriş, ne ticâret, Allah erlerini zikrullahdan alıkoymaz" diyor. Büyüklerimiz bunu, "El kârda, gönül Yâr'da" yâhud "El işde, gönül cünbüşde" diye ifâde etmişledir.

2. HER İŞİ ALLAH İÇİN YAPMAK

Bu da çok mühim, olmazsa olmazlardan. Sâlik, Hakk'ın rızâsından gayrı bir maksadla iş yapmayacak. Ne ibâdet, ne başka bir şey. Ne yaparsa Allah rızâsı için yapacak. İbâdeti cennet için yapmak yok, sevâb için de yapmak yok. Yani bir menfaat elde etmek için ibâdet etmeyecek Allah'a, sırf rızâ-yı ilâhîyi tahsîl etmek için edecek. Diğer işler için de geçerli bu. Çalışmak, yemek, içmek, vermek, almak, yatmak, kalkmak, konuşmak, susmak, hepsi hepsi Allah için olacak, nefsânî bir zevk yâhud bir menfaat, bir garaz için olmayacak. "وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ" âyet-i celîlesi buna işâret etmekde. Büyüklerimiz bu düstûru, "İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî" sözüyle ifâde ediyorlar. Yani sâlik her işde, her fiilde, "Maksadım ancak sensin Yâ Rabbi ve yegâne talebim de senin rızâ-yı şerîfindir" diyecek ve öyle hareket edecek. Kimsenin sözüne aldırmayacak, desinler yâhud demesinler diye hareket etmeyecek. Meselâ düğüne davet etdiler, "Gitmezsem ayıp olur, gelmedi derler, aleyhimde konuşurlar" diye düşünerek gidersen mürâî olursun. Gidersen, Allah rızâsı için gideceksin, nefsin için gitmeyeceksin. Yâhud cenâze var ama nefsine ağır geliyor gitmek. "Gideyim de gelmedi demesinler" diye gidersen faydası yok. Ya gitme yâhud Hakk rızâsı için git. 

3. HER İŞİ SEVEREK YAPMAK

Her işi, her ibâdeti seve seve yapmak, angarya gibi yapmamak. Bunun da hikmeti şu. Bizim vazîfemiz olan işler, Allah'ın bize lutuflarıdır, bunu idrâk etmek lâzım. Meselâ ibâdetleri ele alalım. Allah'ın bizim ibâdetimize ne ihtiyâcı var. İbâdet, kulun şerefi. Bu şerefi bilen kimse, nasıl olur da üşenerek yapar ibâdeti. Bilakis koşa koşa, seve seve yapması lâzım. Diğer işlere gelince. Talebenin okula gitmesi, ders çalışması, âile reisinin ekmek parası peşinde koşması, ev hanımının ev işi yapması, hepsi hepsi Allah'ın bir lutfudur, insana eziyet olsun diye değildir. Okuyan, ilim öğrenir, maddî nanevî yükselir, yücelir. Zâten ilim Allah'ın sıfatıdır. Nasıl olur da talebe okumakdan, öğrenmekden zevk almaz, üşenir, nefret eder, kaytarır. Bilakis, daha çok şevklenmesi lâzım, seve seve çalışması lâzım. Helâlinden rızkını temin eden kişi de böyle. Bu işi ona bir işkence olsun diye değil, çoluğunun çocuğunun rızkını temîn etsin diye vermişdir Allah. Rubûbîyyetden bir hisse almış olur böyle bir kimse, yani kudsî bir vazîfedir bu. Kazancından başkalarını istifâde ettirmek, ne büyük saâdetdir. Kerem ve lutuf Allah'ın sıfatları değil mi? 

Efendimiz aleyhisselâm, "Kavmin efendisi ona hizmet edendir" buyurmuşlardır. Öyleyse nefse ağır gelen ne kadar hayır hasenât ve hizmet varsa bunları ganîmet bilmek gerekir. "Nereden çıkdı şimdi bu iş", yâhud "Bana ne, başkası yapsın" deyip kaytarmak, savsaklamak, yâhud surat asarak, öfleye pöfleye yapmak büyük gafletdir. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîminde mü'minleri tavsîf ederken, "اُو۬لٰٓئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ" buyuruyor yani, "Onlar hayırda yarış yaparlar, hayırlı işlerde başı çekerler" buyuruyor. Efendimiz aleyhisselâm da, "Seyyidü'l-kavmi hâdimühüm", yani, "Kavmin efendisi ona hizmet edendir" buyuruyorlar. Diğer bir hadîslerinde de, "Hayru'n-nâs men yenfau'n-nâs" yani "Hayırlı insan, insanlara faydalı olandır" buyurmuşlardır. Demek ki, hayırlı bir iş varsa, ona koşmak lâzım, onu seve seve yapmak lâzım, onu nimet ve devlet bilmek lâzım. İşte bu itibarla, her işi aşkla, muhabbetle yapmalı insan ve şükretmeli dâimâ, şikâyet etmemeli. "Allah bana şeref veriyor bu işle" diye düşünmeli. Mürşid-i Azîzim bu düstûru, "Ne yaparsan aşk ile yap" sözüyle ifâde buyururlardı.

4. VAKTİN ÇOCUĞU OLMAK

En mühim ve en zor olan da budur. Vaktin gereğini yapmak, gelecek endîşesini ve geçmişle ilgili pişmanlıkları bırakmak. Yani "keşke"lerden ve "acaba"lardan tamâmen kurtulmak gerek. Hemen misâllerini verelim. "Acaba geçinebilecek miyim?", "Acaba ev alabilecek miyim?", "Hastalığım geçecek mi?", "Sınavdan geçer not alabilecek miyim" kabîlinden ne kadar soru varsa kafamızda bunlardan kurtulacağız. Bu suâller yerine, içinde bulunduğumuz ânda yâhud günde ne yapmamız gerekiyorsa, ona bakacağız. Sınav sonucu için endîşelenmek yerine, ders çalışmaya odaklanacağız. Geçim için endîşelenmek yerine, meslek ve sanat sâhibi olacağız, cehd edeceğiz, çalışacağız, tembellik yapmayacağız. Hastaysak moralimizi bozmayacağız, kara kara düşüncelere dalmayacağız, doktora gideceğiz, ilaç alacağız, tedâvi için ne gerekiyorsa onu yapacağız. Geçmişi de unutacağız. "Keşke o kızla evlenseydim", "Keşke o evi almasaydım", "Keşke o işe para yatırmasaydım", "Keşke şunu şöyle yapsaydım, bunu böyle yapmasaydım" demeyeceğiz. Olan oldu, geçen geçdi. Bugün ne yaparız ona bakacağız. İşte ibnü'l-vakt olmak, vaktin çocuğu olmak böyle bir şey. Dikkat ederseniz, bu da îmânın esaslarından olan tevekkülün ve teslîmiyyetin gereğidir. Kim Allah'a güvenirse, gelecek endîşesi taşımaz. Kim Allah'a teslîm olursa, geçmişde kaybetdiklerine üzülmez. Yani ne korku vardır bunlar için, ne mahzûniyyet. Nitekim Allahu Teâlâ bunu Kur`ân-ı Kerîminde ilân etmişdir, "اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ" âyet-i celîlesinin sırrı budur. 

Son olarak şunu da belirtmem lâzım. Sanmayınız ki bunlar birbirinden ayrıdır. Bilakis bu dört düstûr birarada olmalı. Yani önce birini ele alayım, onu halledeyim, sonra diğerine geçeyim demeyeceğiz, dördünü birden düstûr edineceğiz. Zîrâ bunlar birbiriyle irtibatlı, birbirini destekleyen kâidelerdir. Bir binânın dört sütunu gibi düşünebilirsiniz bunları. Meselâ dâimâ Hakk rızâsını gözeten bir kimse, aynı zamanda Allah'ı unutmayan bir kimsedir. Her işi muhabbetle yapan, ibâdullaha hizmeti şeref bilen bir kimse, Hakk rızâsına göre hareket etmiş olur. Allah'ı hiç unutmayan bir kimse, rızâ-yı ilâhîye aykırı bir iş yapamaz. Dâimâ vaktin îcâbını yerine getiren bir kimse de, diğer üç düstûra sâhib çıkmış olur.

Listeye geri dön