6 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Tarîk-i Uşşâkiyye ricâlinden Hüseyin Vassaf Efendi, tarîkatlar ansiklopedisi mâhiyetindeki büyük eseri Sefîne-i Evliyâ'da Kuşadalı İbrâhîm Halvetî Hazretlerine geniş yer ayırmış ve O'nun hakkında başka yerlerde görmediğimiz pek çok malûmat vermişdir. Gönül ehline bir hediye olarak, O'nun yazdıklarını hiç bir yerine dokunmadan aynen alıp Defter-i Uşşâk'a kaydediyoruz.
*Es-Seyyid Eş-Şeyh İbrâhîm Efendi bin Mustafa Efendi*
Kuşadası'nın Çınar karyesinde 1188 senesinde bezm-i şuhûda zînet-fezâ olup, zamân-ı tahsîlleri hulûl edince Denizli kasabasına bi'l-azîme meşâhîr-i 'ulemâdan Mûsâ Efendi'den tahsîl-i 'ilm eylemişdir. Ba'dehû Dersaâdet'i teşrîf buyurarak Velî Hâce Emîn Efendi'den durûs-ı 'âliye görüp, Fâtih civârında tramvay merkezinde el-yevm Millet Kütübhânesi ittihâz olunan Şeyhülislâm Feyzullâh Efendi merhûmun Feyziyye nâm medresesinde sağ tarafda köşedeki odada ikâmetle evkâtını 'ibâdete hasr eylemişdir. Fakat fıtrat-ı zâtiyyesinde mevdû' olan envâr-ı 'ilm ü irfân te'sîriyle mütâla'a-güzâr-ı hakâyık-ı tefsîr u hadîs iken bir âyet-i kerîmenin ma'nâ-yı ma'nevîsinde dûçâr-ı 'ukde-i müşkilât olup, mukaddemen şürekâsından Bolu Dergâhı şeyhi Hacı Mustafa Efendi o esnâda İstanbul'a gelerek müşârünileyhin hâl-i istiğrâkını görünce, "O sırada Atpazarı Tekkesinde misâfir bulunan Beypazarlı Ali Efendi'ye gidelim, senin müşkilini o halleder" diye, İbrâhim Efendi'yi azîz-i müşârünileyhe götürmüş idi. Ali Efendi, İbrâhîm Efendi'de kâbiliyyeti görüp, onu dâire-i esrâr-ı ricâle idhâl için bezl-i himmet eylemiştdr. Esnâ-yı sohbetde müşkili olan âyet-i kerîmeyi okuyuvermiş, te'vîl ve tefsîrine girişerek, "Zâhir ma'nâsı bu, bâtın ma'nâsı budur." diye İbrâhîm Efendi'ye keşf-i ma'ânî-i kelâm-ı Rabbânî eylemişdir. Ali Efendi ümmî sâf-dil idi. Bu misillü esrâr-ı ilâhiyye ve envâr-ı nâmütenâhiyyenin kendisinden sudûruna karşı İbrâhîm Efendi hall-i müşkilât ve def'-i harâret-i dil edince, Hazret-i Şeyh'e meftûn olup, derhâl intisâb neş'esi zâhir olmuşdur. Dört sene Beşikçizâde Dergâhı'nda ki bu dergâh el-yevm mevcûddur, halvet-güzîn olarak kemâl-i hulûs ile sa'y u mücâhedede bulundular. Emellerine de muvaffakiyet yüz göstermeye başladı.
Bir gün şeyhinin tenâvül buyurduğu ta'âmın bakıyyesini yemek için emir telakkî etdikte İbrâhîm Efendi, "Azîzim, siz yerken benim karnım doydu." demiş. Ertesi gün de İbrâhim Efendi yerken azîzinde şeb' husûle geldiğinden Şeyh hazretleri, "Evlâdım, artık vücûdlar birleşdi. Bendeki hâl, sende arz-ı cemâl eyledi. Burada durmayıp, Mısır'a gitmeniz, orada neşr-i feyz etmeniz münâsib olur" diye istihlâf ile, irşâd-ı 'ibâda me'mûr buyurmakla derhâl Kâhire'ye 'azîmetle Gülşenî Dergâh-ı Şerîfinde müsâfireten mukîm olmuş iken, azîzin fıtrat-ı zâtiyyesinde mevdû' vedî'a-i Rabbânî'yi derk ve fehmden 'âciz bulunan kûteh-nazarânın teşvîkiyle Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa tarafından Dersaâdet'e 'avdeti ricâ olunmakla, Azîz Hazretleri bir sefîneye râkiben 1235 senesinde İstanbul'a müteveccih olmuşlardır.
İstanbul'a vusûlünde azîzinin irtihâl-i dâr-ı bakâ eylediğine muttali' olunca pek müteessir olarak yine doğruca Feyziyye Medresesi'ne giderek meşgûl bi-zikrillâh oldular. İstanbul'a 'avdetlerinin şuyû'u hasebiyle herkes ziyâretine şitâbân oluyordu. Bu sırada Usturacı Halîl Efendi inşâ-kerdesi olan ve Aksaray'da Sinekli Bakkal'da sokak içinde bulunan dergâhın anahtarı bânî-i mûmâileyh tarafından Hazret-i Azîz'e takdîm ve burayı teşrîfleri ehibbâ ve yârân tarafından ricâ olunmakla 1235 senesinde burayı teşrîf buyurmuşlardır. Burada on iki sene kadar nice teşnegân-ı ma'rifeti dilşâd eylediler. Harîk-ı kebîrde yanmışdır.
Şeyh Necîb Efendi-zâde Şeyh Fahri Efendi nakl eyledi. Kuşadalı, dergâhda ba'zı zevât ile otururken harîk yaklaşmaya başlamış, Azîz'e hitâben: "Efendim, köşe başındaki ev tutuşdu" demişler. Sohbetine devâm eylemiş. Bir müddet sonra, "Efendim, ittisâlimiz yanıyor" demişler, yine aldırmamışlar. "Efendim, dergâh tutuşdu" dediklerinde, "Öyleyse çıkalım" deyip, çıkmışlar. Yanınca, "Elhamdülillâh merâsimden kurtulduk" buyurmuşlardır. Esâsen mesleklerinde merâsim olmadığından istidlâl olunduğuna göre, ziyâretlerine gelenlerden pek hoşnûd olmamaları i'tibârıyla böyle söylemişlerdir.
Bu dergâhın yerine yeniden binâ yapılmasına müsâ'adeleri istirhâm olunmuş iken, müsâ'ade buyurmamışlar. Sebebi suâl olundukda, "Bizim nâmımızda bilâhare biri zuhûr edip burayı o ihyâ edecekdir. Onun için muvâfakat etmedim" diye keşf-i istikbâl buyurmuşlardır. Filhakîka Şam'dan tarîk-ı Halvetî-i Bekrî Şa'bânî meşâyıhından İbrâhîm Efendi isminde bir zât gelip, bu dergâhı tecdîden binâ eylemişdir ki, el-yevm ma'mûrdur. İbrâhim Efendi burada medfûndur.
Bir zamânlar, ihvân-ı tarîkat toplandık. Cuma geceleri burada icrâ-yı âyîn-i zikrullâh etmeğe karâr verdik. Öyle cem'iyyet olundu ki, hâlâ onun zevki hâtıra-pîrâdır.
Kuşadalı Hazretleri dergâh yanınca, Koska'da bir hâne istîcâr edip, bir sene ikâmetden sonra Çarşamba Pazarında kâin hâne-i 'âlîlerini mübâya'a buyurarak melce-i 'uşşâk olmuş idi. Burada te'sîr-i enfâs-ı âteş-engîziyle âhenîn dilleri mum ve cûyende-i râh-ı fenâ ve dil-beste-i semt-i bekâ olanlara ref'-i perde-i şükûk u vühûm eylerdi. 1259 senesinde îfâ-yı hacc-ı şerîf emeliyle Mekke-i Mükerreme'ye ve oradan Medîne-i Münevvere'ye gidip, avdetinde Şam'a geldiler. Kanavât Mahallesi'nde ikâmet ve bir müddet burada ihtiyâr-ı mücâveret buyurdular.
Hicâz'a azîmetlerinde sermâye-i feyz-i nazar-ı iksîr-eserleriyle vâsıl-ı cevher-i kemâl olan emîn-i esrâr-ı tarîkat ve rehnümâ-yı râh-ı hakîkat ser-menzil-i hilâfet Unkapanî merhûm el-Hac Tevfîk Efendi'ye Der-aliyye'de fukarâ ve dervîşânın rü'yâlarını ta'bîre ve tesellî ve terbiye teslîklerine bâ-tahrîrât me’mûr ve me'zûn buyurdular. Kendileri bir müddet Şam'da imrâr-ı vakt ederek sinn-i şerîfleri yetmiş altıya resîde oldukda tekrâr cânib-i Hicâz'a azîmetle 'avdetde Râbığ nâm merhâleye vusûlünde terk-i hil'at-ı nâsût eyleyip, mahall-i mezkûrda defîn-hâk-i gufrândır. Urbân, müşârünileyhin 'uluvv-ı kadr u kemâlâtını takdîr eylediklerinden kabirlerinin etrâfını parmaklıkla çevirip, ziyâret-gâh ittihâz eylemişdir. “Hâzâ murâbıt” diye hürmet ve ziyâret ederler. Kâfilemiz uzağından geçdiği sırada haberdâr olmuş idik. Teveccühle ziyâret şerefine mazhar oldum, elhamdülillâhi hamden kesîrâ.
Fazîletli, 'inâyetli ve mezîd muhabbetli oğlum es-Seyyid Muhammed Şevkî Efendi Hazretleri,
Es-selâmu 'aleyküm ve 'alâ men zîde nakâveten bi'r-râbıtati ve'l-'ibâdeti hümâ râ mazharu terakkî't-tevfîk ve's-se'âde olmaları, bilmeleri da'avâtı bi't-tahiyyât ve't-temâm inhâ olunur ki,
'İlimden maksûd 'amel olduğu gibi, 'irfândan maksûd rızâdır. Maksad-ı rızâ kendisinde zuhûr etmeyen sûrî rızâ üzere olmasını artırmalıdır. "Ağlayınız, ağlayamazsanız da ağlar gibi yapınız" buyrulmuşdur. Yani ağlaman olmadığı halde sen ağlamanı açığa vur. Artık kalan ibâdetleri buna kıyâs et. Bu hâl vara vara sâliki, lâ-edrî ve 'indî ve 'ınâdî vâdîlerine düşürür, hakîkattan dûr eder. Belki 'irfânını gâib etdirir.
Medâr-ı şerî'at nefse muhâlefetdir. Varsa var, yoksa yokdur. İhlâsı 'irfân ile olur. İhlas da, kemâl-i hakîkata vusûl ile olur. Bâkî ahvâl ve müşkilât ve râbıtada keyfiyyât gerek var gerek yok olduğunu tahrîr edesiniz. Ona göre tenezzülü def' edecek kelimât ve terakkînize işârât tahrîr olunur, inşâallâhu'r-Rahmân.
Şuarâdan ve Kuşadalı'nın mazhar-ı feyzi 'urefâdan Âlî Efendi, Vâridâtü'l-Velî fî Menâkıbı Kuşadalı diye bir menâkıbnâme yazmışdır. Şu medhiyye onundur ve pek güzeldir :
Kuşadalı Hazretlerinin meslekleri ziyâdesiyle sohbete nâzır idi. Avrupa'da ilk defa tahsîle gidenlerden meşhûr Müşîr Nâmık Paşa merhûm dahi ehass-ı mürîdânından idi. Ona yazdığı mektûblar dahi çok mühim hakâyıkı câmi'dir. Müşârünileyhi huzûr-ı Azîz'e götürmek istedikleri zamân, "Cânım, benim onlarla bir işim yok, ne yapacağım" diye istinkâf eylediği hâlde, ilk mülâkatda onun dâm-ı saydına düşmüşdü. Azîz Hazretleri cemâatla namâza kalkacağı sırada Nâmık Paşa'nın ağır durduğunu görünce, "Evlâdım, çizmenin üstüne mesh ver, namâza dur" diye emr edip, onu bilâhare edâ-yı salâta alıştırıvermişdir.
Nâmık Paşa muâmelât-ı 'umûmiyyenin bozukluğundan nâşî gûşe-nişîn-i uzlet olmak istediğini Azîz'e arz edince, "Beytü'l-mâlden para sarfıyla Avrupa'da tahsîline ikdâm olunmuş, buna mukâbil devlete hizmet mecbûriyyetindesiniz" diye 'adem-i muvâfakat eseri göstermiş ve âtîdeki saz hikâyesini yazmışdır.
Şâirin biri bir kahvede asılı sazlar görmüş, kahveciye sormuş. "Her hafta şâirler gelir, müşâ'are ederler, saz çalarlar" demiş. "Öyleyse bana bir saz ver, ben de çalayım" demiş. Aldığı sazın kapağını çatlak görünce, "Bunu değiştir" demiş. Diğer sazı alınca, "Telinin mandalı eksik" demiş. Üçüncü sazı almış, "Onun da teli yok" deyince, kahveci, "Be adam. Şâirler her hafta bu sazları çalıyor. Senin gibi özür bulmuyorlar. Bozuk düzen sen de çal, eğlen, geç git. Mâdem ki bunları ıslâha kudretin yok bir şey deme" diye tevbîh eylemişdir.
Bu hikâyeden alınacak ibretli noktalar vardır. Erbâb-ı kemâle bırakıyorum.
Bir gün bir âşıkın biri yine öyle bir kahveye uğramış. Bir saz istemiş, teline dokundukca çıkan sadâ ile ağlamağa başlamış. Kahveci bakmış şaşmış. Sabredemeyerek, "Ayol! Bir elinizle de tellere basınız. Perdeler değişsin, usûlü böyledir" demesiyle, "Öyle yapanlar aşağı yukarı nağme aramak için yaparlar. Ben tele dokunur dokunmaz ondaki nağmeleri buldum. Sen işine bak" cevâbını vermiş. Bu hikâyede pek büyük nükte vardır. Erbâb-ı irfâna hafî değildir.
Nutuklarından :
Bu nutukları gerek durak, gerek cumhûr sûretinde bestelenmiş elsine-pîrâ-yı zâkirân bulunmuştur. Edîb-i muhterem İbnü'l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi meclisinde bu gazel hakkında bahis açıldı. Bazı zevât, "Kuşadalı'nın nazımla, şiirle iştigâli yokdu. Bu gazel Üftâde-zâde Kutub İbrâhîm Efendi'nindir" dediler. Evrenoszâde Sâmî Bey, "Hazret-i Şeyh'indir" diye iddiâ eyledi. Fakîr dahi, meşâyıhdan bir çok zevâtdan, "Kuşadalı'nındır" diye duyduğumu söyledim. Tedkîkât icrâ olundu. Edîb-i müşârünileyh mütereddid bir vaz'iyyetde kalarak "Hazret-i Şeyh'in olmasa gerekdir" buyurdular. Bilâhare âtîdeki fahriyye elime geçdi. Kuşadalı lisânından âharı tarafından söylenmiş olsa gerekdir. Bu nutkun müşârünileyh tarafından söylenmemiş olduğuna o meclis-i edebde karâr verildi. Li-zarûretin âtîde aynen nakl eyliyorum.
Dikkatle mütâlaa buyurulunca bu nutkun bir çok yerlerinde ma'nâca, mertebece düşkünlükler vardır. Binâenaleyh Azîz-i müşârünileyh böyle sönük ve dökük bir şey söylemez.
Kuşadalı vâris-i kemâlatı Hammâmî Tevfîk Efendi merhûmun pek güzîde neseblerinden Ahmed Şemseddîn Efendi defter-i hâtırâtında, bu nutkun Kuşadalı Hazretlerinin olduğu hakkında bir kayıt gördüm. Sonraları hâsıl etdiğim hissiyyâta göre Kuşadalı'nın demekde bir mahzûr yoktur. اوليا را هست قوت از اله sözüne i'timâden derim ki, bir velî murâd ederse en hassâs bir şâirin sözünden, şekl-i beyânından daha rengîn ve zengin söz söyleyebilir.
Nasûhî-zâde Seyyid Kerameddîn Efendi, Kuşadalı Hazretlerinden mazhar-ı feyz olanlardan zevât-ı âtîyi kayd eylemiştir :
Hammâmî Tevfîk Efendi, Fâtih Türbedârı Ebubekir Efendi, Ahmed Amîş Efendi, Nâşîr Efendi, Şeyh İzzet Efendi, Bursalı Şevki Efendi (Yukarıda yazdığım mektûb sâhibi), Kapânî Hüseyin Efendi, Ali Fethi Efendi, Keçeci Ali Efendi, Hamdi Efendi, Mustafa Efendi, Ahmed Efendi, Ömer Efendi, Reşîd Efendi.
Hammâmî Tevfîk Efendi'den, Mustafa Enverî Efendi, ondan Ya'kûb Hân, ondan Hacı Kâmil Efendi, ondan Şeyh Mahmûd Celaleddîn Efendi.
Kuşadalı hazretlerinin Çarşamba'daki hâneleri mahalli, merhûm ser-asker Ali Sâib Paşa'ının konağı bahçesinde kalıp, oraya ta'zîmen bir mescid binâ olunmuş, ibâdet-gâh olmuştur. El-yevm mahalli mevcuddur.
Hicâz'da irtihâllerinde metrûkâtını vasiyyetleri üzere İstanbul'a getiren Fâtih Nişâncısı Dergâhı şeyhi Hâlim Efendi merhûm olduğunu, Hâlim Efendi'nin hafîdi Şeyh Hâfız Bahreddîn Efendi nakl eylemişdir. Azîz merhûmun arâkiyyesi parçası Hâfız Tahsîn Efendi merhûm yedinde mahfûzdur. Mükerreren yüzümü gözümü sürdüm, öptüm. Pîrâhen-i Yûsuf gibi, bülbül gülü koklar misâli kokladım. Kaddesallâhu sırrahû.