Sefine-i Evliyâ'da Kuşadalı Velî

6 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Hüseyin Vassaf

Tarîk-i Uşşâkiyye ricâlinden Hüseyin Vassaf Efendi, tarîkatlar ansiklopedisi mâhiyetindeki büyük eseri Sefîne-i Evliyâ'da Kuşadalı İbrâhîm Halvetî Hazretlerine geniş yer ayırmış ve O'nun hakkında başka yerlerde görmediğimiz pek çok malûmat vermişdir. Gönül ehline bir hediye olarak, O'nun yazdıklarını hiç bir yerine dokunmadan aynen alıp Defter-i Uşşâk'a kaydediyoruz.  

*Es-Seyyid Eş-Şeyh İbrâhîm Efendi bin Mustafa Efendi*

Kuşadası'nın Çınar karyesinde 1188 senesinde bezm-i şuhûda zînet-fezâ olup, zamân-ı tahsîlleri hulûl edince Denizli kasabasına bi'l-azîme meşâhîr-i 'ulemâdan Mûsâ Efendi'den tahsîl-i 'ilm eylemişdir. Ba'dehû Dersaâdet'i teşrîf buyurarak Velî Hâce Emîn Efendi'den durûs-ı 'âliye görüp, Fâtih civârında tramvay merkezinde el-yevm Millet Kütübhânesi ittihâz olunan Şeyhülislâm Feyzullâh Efendi merhûmun Feyziyye nâm medresesinde sağ tarafda köşedeki odada ikâmetle evkâtını 'ibâdete hasr eylemişdir. Fakat fıtrat-ı zâtiyyesinde mevdû' olan envâr-ı 'ilm ü irfân te'sîriyle mütâla'a-güzâr-ı hakâyık-ı tefsîr u hadîs iken bir âyet-i kerîmenin ma'nâ-yı ma'nevîsinde dûçâr-ı 'ukde-i müşkilât olup, mukaddemen şürekâsından Bolu Dergâhı şeyhi Hacı Mustafa Efendi o esnâda İstanbul'a gelerek müşârünileyhin hâl-i istiğrâkını görünce, "O sırada Atpazarı Tekkesinde misâfir bulunan Beypazarlı Ali Efendi'ye gidelim, senin müşkilini o halleder" diye, İbrâhim Efendi'yi azîz-i müşârünileyhe götürmüş idi. Ali Efendi, İbrâhîm Efendi'de kâbiliyyeti görüp, onu dâire-i esrâr-ı ricâle idhâl için bezl-i himmet eylemiştdr. Esnâ-yı sohbetde müşkili olan âyet-i kerîmeyi okuyuvermiş, te'vîl ve tefsîrine girişerek, "Zâhir ma'nâsı bu, bâtın ma'nâsı budur." diye İbrâhîm Efendi'ye keşf-i ma'ânî-i kelâm-ı Rabbânî eylemişdir. Ali Efendi ümmî sâf-dil idi. Bu misillü esrâr-ı ilâhiyye ve envâr-ı nâmütenâhiyyenin kendisinden sudûruna karşı İbrâhîm Efendi hall-i müşkilât ve def'-i harâret-i dil edince, Hazret-i Şeyh'e meftûn olup, derhâl intisâb neş'esi zâhir olmuşdur. Dört sene Beşikçizâde Dergâhı'nda ki bu dergâh el-yevm mevcûddur, halvet-güzîn olarak kemâl-i hulûs ile sa'y u mücâhedede bulundular. Emellerine de muvaffakiyet yüz göstermeye başladı.

Bir gün şeyhinin tenâvül buyurduğu ta'âmın bakıyyesini yemek için emir telakkî etdikte İbrâhîm Efendi, "Azîzim, siz yerken benim karnım doydu." demiş. Ertesi gün de İbrâhim Efendi yerken azîzinde şeb' husûle geldiğinden Şeyh hazretleri, "Evlâdım, artık vücûdlar birleşdi. Bendeki hâl, sende arz-ı cemâl eyledi. Burada durmayıp, Mısır'a gitmeniz, orada neşr-i feyz etmeniz münâsib olur" diye istihlâf ile, irşâd-ı 'ibâda me'mûr buyurmakla derhâl Kâhire'ye 'azîmetle Gülşenî Dergâh-ı Şerîfinde müsâfireten mukîm olmuş iken, azîzin fıtrat-ı zâtiyyesinde mevdû' vedî'a-i Rabbânî'yi derk ve fehmden 'âciz bulunan kûteh-nazarânın teşvîkiyle Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa tarafından Dersaâdet'e 'avdeti ricâ olunmakla, Azîz Hazretleri bir sefîneye râkiben 1235 senesinde İstanbul'a müteveccih olmuşlardır.

İstanbul'a vusûlünde azîzinin irtihâl-i dâr-ı bakâ eylediğine muttali' olunca pek müteessir olarak yine doğruca Feyziyye Medresesi'ne giderek meşgûl bi-zikrillâh oldular. İstanbul'a 'avdetlerinin şuyû'u hasebiyle herkes ziyâretine şitâbân oluyordu. Bu sırada Usturacı Halîl Efendi inşâ-kerdesi olan ve Aksaray'da Sinekli Bakkal'da sokak içinde bulunan dergâhın anahtarı bânî-i mûmâileyh tarafından Hazret-i Azîz'e takdîm ve burayı teşrîfleri ehibbâ ve yârân tarafından ricâ olunmakla 1235 senesinde burayı teşrîf buyurmuşlardır. Burada on iki sene kadar nice teşnegân-ı ma'rifeti dilşâd eylediler. Harîk-ı kebîrde yanmışdır.

Şeyh Necîb Efendi-zâde Şeyh Fahri Efendi nakl eyledi. Kuşadalı, dergâhda ba'zı zevât ile otururken harîk yaklaşmaya başlamış, Azîz'e hitâben: "Efendim, köşe başındaki ev tutuşdu" demişler. Sohbetine devâm eylemiş. Bir müddet sonra, "Efendim, ittisâlimiz yanıyor" demişler, yine aldırmamışlar. "Efendim, dergâh tutuşdu" dediklerinde, "Öyleyse çıkalım" deyip, çıkmışlar. Yanınca, "Elhamdülillâh merâsimden kurtulduk" buyurmuşlardır. Esâsen mesleklerinde merâsim olmadığından istidlâl olunduğuna göre, ziyâretlerine gelenlerden pek hoşnûd olmamaları i'tibârıyla böyle söylemişlerdir.

Bu dergâhın yerine yeniden binâ yapılmasına müsâ'adeleri istirhâm olunmuş iken, müsâ'ade buyurmamışlar. Sebebi suâl olundukda, "Bizim nâmımızda bilâhare biri zuhûr edip burayı o ihyâ edecekdir. Onun için muvâfakat etmedim" diye keşf-i istikbâl buyurmuşlardır. Filhakîka Şam'dan tarîk-ı Halvetî-i Bekrî Şa'bânî meşâyıhından İbrâhîm Efendi isminde bir zât gelip, bu dergâhı tecdîden binâ eylemişdir ki, el-yevm ma'mûrdur. İbrâhim Efendi burada medfûndur.

Bir zamânlar, ihvân-ı tarîkat toplandık. Cuma geceleri burada icrâ-yı âyîn-i zikrullâh etmeğe karâr verdik. Öyle cem'iyyet olundu ki, hâlâ onun zevki hâtıra-pîrâdır.

Kuşadalı Hazretleri dergâh yanınca, Koska'da bir hâne istîcâr edip, bir sene ikâmetden sonra Çarşamba Pazarında kâin hâne-i 'âlîlerini mübâya'a buyurarak melce-i 'uşşâk olmuş idi. Burada te'sîr-i enfâs-ı âteş-engîziyle âhenîn dilleri mum ve cûyende-i râh-ı fenâ ve dil-beste-i semt-i bekâ olanlara ref'-i perde-i şükûk u vühûm eylerdi. 1259 senesinde îfâ-yı hacc-ı şerîf emeliyle Mekke-i Mükerreme'ye ve oradan Medîne-i Münevvere'ye gidip, avdetinde Şam'a geldiler. Kanavât Mahallesi'nde ikâmet ve bir müddet burada ihtiyâr-ı mücâveret buyurdular.

Hicâz'a azîmetlerinde sermâye-i feyz-i nazar-ı iksîr-eserleriyle vâsıl-ı cevher-i kemâl olan emîn-i esrâr-ı tarîkat ve rehnümâ-yı râh-ı hakîkat ser-menzil-i hilâfet Unkapanî merhûm el-Hac Tevfîk Efendi'ye Der-aliyye'de fukarâ ve dervîşânın rü'yâlarını ta'bîre ve tesellî ve terbiye teslîklerine bâ-tahrîrât me’mûr ve me'zûn buyurdular. Kendileri bir müddet Şam'da imrâr-ı vakt ederek sinn-i şerîfleri yetmiş altıya resîde oldukda tekrâr cânib-i Hicâz'a azîmetle 'avdetde Râbığ nâm merhâleye vusûlünde terk-i hil'at-ı nâsût eyleyip, mahall-i mezkûrda defîn-hâk-i gufrândır. Urbân, müşârünileyhin 'uluvv-ı kadr u kemâlâtını takdîr eylediklerinden kabirlerinin etrâfını parmaklıkla çevirip, ziyâret-gâh ittihâz eylemişdir. “Hâzâ murâbıt” diye hürmet ve ziyâret ederler. Kâfilemiz uzağından geçdiği sırada haberdâr olmuş idik. Teveccühle ziyâret şerefine mazhar oldum, elhamdülillâhi hamden kesîrâ.

Bazı zevât, Azîz'in sinn-i şerîflerini yetmiş dört diye kaydetmişlerse de bu hesâb 1262/târîhine göredir. Müşârünileyh Kuşadalı Hazretleriyle dîğer zevâtın koleradan vefât eyledikleri, Sayda müşîri Kâmil Paşa tarafından 15 Safer 1263 târîhli tahrîrât ile Meclis-i Vâlâ riyâsetine iş'âr kılınmıştır. Şu hâlde Hazretin irtihâli 1262 senesidir.
Bir eserde müşârünileyh hakkında, "Şerâif-i 'ilm ü 'irfânda fâiku'l-akrân ve dil-beste-i vâm-gâh-ı alâyıkdan berî, hânefiyyü'l-mezheb Cemâleddîn el-Halvetî-meşreb, asrının Sultân Sünbül Sinân muhakkıkı, pîr-i dest-gîr-i tarîkat Şa'bân-ı kuddise sırrûhûnun sânîsi, ser-halka-i erbâb-ı terk ü tecrîd ve sâkî-i humhâne-i tevhîd idi" denilmişdir.

Hakk-ı 'âlîlerinde birçok şey yazmak istiyorum. Nereden başlayayım, diye makâm-ı hayretde kalıyorum. Kemâlât-ı 'aliyyelerini tedkîk ve meslek-i 'âlîlerini tahkîk vâdîsinde hayli tetebbu'ât-ı fakîrânem olduğu hâlde heybet-i saltanat-ı 'irfâniyyeleri karşısında fikrim perîşânlığa, kalemim 'acze teveccüh ediyor.

Müşârünileyhin eseri yokdur, te'lîf-i âsâra rağbet buyurmamışlar, kulûb-ı 'uşşâkdaki esrârı te'lîfe gayretzen olmuşlardır. Mektûbât-ı 'aliyyeleri birer hazîne-i irfândır, tamâmen hakâyıkı câmi'dir. Selîka-i beyâniyyeleri güzeldir. E'azz-ı ihvânım Nazmî Efendi, mektûbâtı 'aliyyelerini cem'a muvaffak olmuş ve 'âcizleri de onu istinsâh eylemiş idim. Elli-altmış kadar vardır, daha da zuhûr etmekdedir. Zübdetü'l-hakâyık ve kenzü'd-dakâyıkdır. Bir mektûbunu numûne olarak yazıyorum :
Fazîletli, 'inâyetli ve mezîd muhabbetli oğlum es-Seyyid Muhammed Şevkî Efendi Hazretleri,
Es-selâmu 'aleyküm ve 'alâ men zîde nakâveten bi'r-râbıtati ve'l-'ibâdeti hümâ râ mazharu terakkî't-tevfîk ve's-se'âde olmaları, bilmeleri da'avâtı bi't-tahiyyât ve't-temâm inhâ olunur ki,
'İlimden maksûd 'amel olduğu gibi, 'irfândan maksûd rızâdır. Maksad-ı rızâ kendisinde zuhûr etmeyen sûrî rızâ üzere olmasını artırmalıdır. "Ağlayınız, ağlayamazsanız da ağlar gibi yapınız" buyrulmuşdur. Yani ağlaman olmadığı halde sen ağlamanı açığa vur. Artık kalan ibâdetleri buna kıyâs et. Bu hâl vara vara sâliki, lâ-edrî ve 'indî ve 'ınâdî vâdîlerine düşürür, hakîkattan dûr eder. Belki 'irfânını gâib etdirir.
Medâr-ı şerî'at nefse muhâlefetdir. Varsa var, yoksa yokdur. İhlâsı 'irfân ile olur. İhlas da, kemâl-i hakîkata vusûl ile olur. Bâkî ahvâl ve müşkilât ve râbıtada keyfiyyât gerek var gerek yok olduğunu tahrîr edesiniz. Ona göre tenezzülü def' edecek kelimât ve terakkînize işârât tahrîr olunur, inşâallâhu'r-Rahmân.
Müşârünileyh merâsim-i tarîkata iltîfât etmemişdir. Tâc, hırka, kemere i'tibâr eylememişdir. Kimseye hilâfet vermemişdir. Hilâfet, bir sırr-ı Muhammedîdir, kime ihsân olunursa onda âsârı rû-nümâ olunca sırr-ı hilâfetin hâmili odur. Yoksa bir kaç sene bir dergâha müdâvemet etmek, hafta günleri merâsim-i zikirde bulunmakla bir müddet sonra, "Sen artık kesb-i kadem etdin, sana ilbâs-ı tâc u hırka zamânı geldi. Haydi bakalım" diyerek cem'iyyet teşkîl ile huzûr-ı halkda sun'-ı beşer olan ser-pûş ve biniş ve kemer ve asâyı teslîm etmekle o kimsenin halîfe addolunmayacağına kâni' olup, öyle bir usûl te'sîs eylediler ki, bu gibi merâsimden tamâmen mücerreddir. Kendileri yalnız arâkıyye giymişler ve sarık yerine abânî sararlar ve asâ kullanırlar imiş.

Sırr-ı hilâfet ve nefes-i nefîs sırr-ı Fâtiha'nın böyle esâsa müsteniden intikâline çok riâyetkâr olan Azîz-i müşârünileyhe ecell-i mürîdânından olan Hammâmî Tevfîk Efendi vâris olabilmişdir. Sırr-ı irşâd, sırr-ı hilâfet, nefes-i nefîs, sırr-ı Fâtiha onlarda zuhûr etmişdir. Kuşadalı, irtihâline kadar onlara sâhib iken, irtihâlinden sonra Hammâmî Hazretlerinde bu esrârın zuhûr ve tecellîsine ta'lîk-i hâl eylemişdi. Hâl-i hayât-ı sûrîlerinde mektûbla bu sırrın müşârünileyhde zuhûr edeceğini işrâb ile ta'bîr ve tesellîye me'mûr buyurmuşlardı. İrşâda me'zûniyyet vermemişlerdi. Çünkü onun nazariyyesi irşâda ancak cânib-i celîl-i Nebevîden emr ü işâret olunca, bu hıdmet-i celîle deruhde olunabilirdi.


Binde bir, on binde bir, yüz binde bir denildiği gibi, hakîkat-bînân bu emr-i mühimmi tasdîkde güçlük çekmezler. Bir mektûblarında,

Sôfîlik tâc ile abâ oldu
Hayf kim ma'rifet hebâ oldu

buyuruyorlar. Meslek-i mahsûslarına bu nazm ile tercümân oluyorlar.

Dergâhlarının harîkdan müteessir olmasıyla, "Elhamdülillâh merâsimden kurtulduk" buyurmaları, merâsim-i sûrîden ne kadar mütevahhiş olduklarını gösterir. Sûretden ziyâde sîreti, zâhirden ziyâde hakîkatı meslek-i metîn ittihâz eden müşârünileyhin ictihâdlarına itâatkâr olan erbâb-ı tarîkat arasında Kuşadalı'nın nesl-i tarîkatı munkatı'dır iddiâsı vardır. Hâlbuki hakîkat öyle değildir. O neş'eye sâhip olmuş erbâb-ı kemâl eksik olmamış ve el-ân zamânımızda mevcûd bulunmuşdur. Ne çâre ki, halkımız erbâb-ı kemâli be-hemehâl tekke şeyhi olmakda, ziyy-i meşâyıhı hâmil bulunmakda farz ederler. Çok yanlışdır. İrfân-ı Muhammedî sûret aramaz, sîret arar. Sûreti münkir değilim. Sûret mübtedîler için gönül adıdır. Merâsim-perverân için elzemdir. Dâire-i irfân-ı Muhammedî'ye henüz dâhil, ondaki esrâr-ı zevkıyyeye vâsıl olamayan mübtediyân için her hâlde sûrete i'tibâr mecbûriyyeti âşikâr ise de neş'e-i kâmile-i zevkıyyeye müstağrak ve hakîkat-ı tarîkatla muhakkak olan ma'rifet-perestân için sûrete iltîfât olunmaz. Bu sözlerden âdât u merâsim-i ehlu'llâhı inkâr şâibesi istidlâl olunmamalıdır. Maksad, hakîkat vâdîsinde serd-i mütâlaadan ibârettir.
Kuşadalı Hazretlerinden sonra sırr-ı feyz-i Muhammedî, Hammâmî Tevfîk Efendi Hazretlerinde, ondan sonra Mustafa Enverî Efendi hazretlerinde, ondan sonra Ya'kûb Han Hazretlerinde, ondan sonra Hacı Kâmil Efendi Hazretlerinde, ondan sonra Şeyh Mahmûd Celaleddîn Efendi Hazretlerinde şeref-zuhûr etdiği gibi, Kuşadalı mesleğinde yetişen ulemâ ve meşâyıh ve urefâ arasında da neş'e-i tâmmeye mâlik eâzım eksik olmamış ve el-ân zamânımızda dahi mevcûd bulunmuştur. Onu hakkıyla gören dîde-i hak-bîn ister.

Hazret-i Şeyh, meslek-i tasavvuîyi "Bilmek, bulmak, olmak" diye ta'yîn ve tavsîf buyururlar imiş ki, 'ilme'l-yakîn, 'ayne'l-yakîn, hakka'l-yakîn mertebelerine işâretdir. "İnsân ananın yok olası duâsına mazhar olmalı" buyurmaları da, mahv-ı vücûda ve "lâ mevcûde illâ hû" sırrına remzdir.

Kütüb-i tasavvufiyyeyi mütâlaaya ve inceden inceye düşünmeğe tarafdâr değillerdi. Meslekleri kitâb-ı nâtık olan ve hâmil-i esrâr-ı Kur'âniyye bulunan mürşid-i kâmilin zîr-i terbiyesine girip, onun esrâr-ı ahvâlini tetebbu'un kâfî olduğu nazariyyesini ortaya sürerlerdi.

Menâkıb-ı celîlesi pek çokdur. Bir gün, neş'e-i tâmme te'sîriyle, "Beni görenler, beni görenleri görenler düdüğü çaldı" buyurmaları, bu hakîkatı mübeyyin olarak hadîs-i şerîf-i nebevî esrâr-ı ma'ânîsinde mazhar-ı tecellî olduklarına işâretdir. Kuşadalı'yı göremedim fakat onu gören Hacı Kayyım Efendi'yi gördüm, duâsını aldım elhamdülillâh. İnşâallâh bizler de o dâire-i beşâretde bulunanlardan oluruz.

Tütün içerler imiş. Bir gün huzûr-ı 'ârîfânelerinde tütünün hurmeti mes'elesi mevzû'-ı bahs olununca, "Efendim, içenlere terki, içmeyenlere içmesi harâmdır" buyurarak büyük bir hakîkat ortaya koymuşlardır. İbtilâ sâhibi olanlar onun terki yüzünden perîşân-hâl olup, huzûrları münselib olacağına ve içmeyenlerin ibtilâsı ise muvâfık olmayacağına işâret buyurmuşlardır.

Vüzerâ vü fuzalâ-yı kirâmdan Cevdet Paşa merhûmdan naklen, urefâ-yı Mevleviyye'den Cevâd Bey Efendi buyurdular ki, "Cevdet Paşa, talebeliği zamânında Kuşadalı'nın sıytını işitmiş, berâ-yı tecrübe bir kaç mes'ele-i gâmıza hâzırlamış, Kovacılar'daki tekkesine gitmiş. Hazret-i Şeyh'e mülâkî olduğu sırada o henüz bu mes'eleleri arza vakit bulamadan Kuşadalı sohbet arasında Cevdet Paşa'ya o müşkilleri halledivermiştir. Bu tesâdüf kabilinden oldu, diye ikinci def'a aynı sûretle vâki' olan teşebbüsüne Hazret-i Şeyh aynı sûretle cevâb verince, bundaki ilim, ilm-i ledündür diye teslîm olmuş ve cümle-i nâciye-i mürîdâna dehâlet etmişdir. Cevdet Paşa merhûmun nasîbi neş'e-i tarîkatden ziyâde feyz-i ilimde tecellî eylemişdir.

Şuarâdan ve Kuşadalı'nın mazhar-ı feyzi 'urefâdan Âlî Efendi, Vâridâtü'l-Velî fî Menâkıbı Kuşadalı diye bir menâkıbnâme yazmışdır. Şu medhiyye onundur ve pek güzeldir :

Ey gönül tahtına sultân-ı cihân Kuşadalı
'Âşıkın hâne-i kalbinde nihân Kuşadalı

Görünür 'ârife vech-i ehadiyyet sende
Cân-ı cân cân-ı cihân cân-ı cinân Kuşadalı

Secde kıldım göricek iki kaşın mihrâbın
Bülbül-i sırdan erüp gûşa ezân Kuşadalı

Seyr-i fillâha varup kâf-ı fenâ ankâsı
Çağırır derd ile bâ-savt u zebân Kuşadalı

"Külle yevmin hüve fî şe'n" ile ıtlâka varup
Bulamam senden o vâdîde nişân Kuşadalı

Zîb-i destârım edüp bâğ-ı bekâ güllerini
Olmuşam ben dahi bir gülşen-i cân Kuşadalı

Kendimi kendine verdim arada yok Âlî hiç
Cism ü cân çeşm ü lisân kevn ü mekân Kuşadalı

Kuşadalı Hazretlerinin meslekleri ziyâdesiyle sohbete nâzır idi. Avrupa'da ilk defa tahsîle gidenlerden meşhûr Müşîr Nâmık Paşa merhûm dahi ehass-ı mürîdânından idi. Ona yazdığı mektûblar dahi çok mühim hakâyıkı câmi'dir. Müşârünileyhi huzûr-ı Azîz'e götürmek istedikleri zamân, "Cânım, benim onlarla bir işim yok, ne yapacağım" diye istinkâf eylediği hâlde, ilk mülâkatda onun dâm-ı saydına düşmüşdü. Azîz Hazretleri cemâatla namâza kalkacağı sırada Nâmık Paşa'nın ağır durduğunu görünce, "Evlâdım, çizmenin üstüne mesh ver, namâza dur" diye emr edip, onu bilâhare edâ-yı salâta alıştırıvermişdir.

Nâmık Paşa muâmelât-ı 'umûmiyyenin bozukluğundan nâşî gûşe-nişîn-i uzlet olmak istediğini Azîz'e arz edince, "Beytü'l-mâlden para sarfıyla Avrupa'da tahsîline ikdâm olunmuş, buna mukâbil devlete hizmet mecbûriyyetindesiniz" diye 'adem-i muvâfakat eseri göstermiş ve âtîdeki saz hikâyesini yazmışdır.

Şâirin biri bir kahvede asılı sazlar görmüş, kahveciye sormuş. "Her hafta şâirler gelir, müşâ'are ederler, saz çalarlar" demiş. "Öyleyse bana bir saz ver, ben de çalayım" demiş. Aldığı sazın kapağını çatlak görünce, "Bunu değiştir" demiş. Diğer sazı alınca, "Telinin mandalı eksik" demiş. Üçüncü sazı almış, "Onun da teli yok" deyince, kahveci, "Be adam. Şâirler her hafta bu sazları çalıyor. Senin gibi özür bulmuyorlar. Bozuk düzen sen de çal, eğlen, geç git. Mâdem ki bunları ıslâha kudretin yok bir şey deme" diye tevbîh eylemişdir.

Bu hikâyeden alınacak ibretli noktalar vardır. Erbâb-ı kemâle bırakıyorum.

Bir gün bir âşıkın biri yine öyle bir kahveye uğramış. Bir saz istemiş, teline dokundukca çıkan sadâ ile ağlamağa başlamış. Kahveci bakmış şaşmış. Sabredemeyerek, "Ayol! Bir elinizle de tellere basınız. Perdeler değişsin, usûlü böyledir" demesiyle, "Öyle yapanlar aşağı yukarı nağme aramak için yaparlar. Ben tele dokunur dokunmaz ondaki nağmeleri buldum. Sen işine bak" cevâbını vermiş. Bu hikâyede pek büyük nükte vardır. Erbâb-ı irfâna hafî değildir.

Nutuklarından :

  • Gâfile kelâm nâfile, kelâm kime sâhib-i müşkile
  • Sâhib-i müşkil olmaya lâzım çok çile, yumruk bir işâret yerine geçer gâfile

Vech-i yâre düş olan âlemde seyrân istemez 
Cânını cânâne teslîm eyleyen cân istemez 

Bu misâfirhânenin fânîliğin fehm eyleyen 
Hâne-i kalbinde Hakk'dan gayrı mihmân istemez

Gerçi zâhir 'ilminin nef'i de vardır tâlibe 
Lîk esrâra erenler sûrî irfân istemez

Zâhidâ ârif neye kılsa nazar Hakk görünür
Şekki yokdur 'ârifin âyat u bürhân istemez

Cennet içre tamudan korkmaz Hakk'ın âşıkları
Hak budur erbâb-ı 'aşka hûr u gılmân istemez

"İrci'î" âvâzı erdi mürg-i cânım sem'ine
Bî-karâr oldu anın'çün derd ü handân istemez 

Mâsivallahdan mücerred oldu İbrâhim bugün 
Vârını dildâre verdi vasl u hicrân istemez

Bu nutukları gerek durak, gerek cumhûr sûretinde bestelenmiş elsine-pîrâ-yı zâkirân bulunmuştur. Edîb-i muhterem İbnü'l-Emîn Mahmûd Kemâl Beyefendi meclisinde bu gazel hakkında bahis açıldı. Bazı zevât, "Kuşadalı'nın nazımla, şiirle iştigâli yokdu. Bu gazel Üftâde-zâde Kutub İbrâhîm Efendi'nindir" dediler. Evrenoszâde Sâmî Bey, "Hazret-i Şeyh'indir" diye iddiâ eyledi. Fakîr dahi, meşâyıhdan bir çok zevâtdan, "Kuşadalı'nındır" diye duyduğumu söyledim. Tedkîkât icrâ olundu. Edîb-i müşârünileyh mütereddid bir vaz'iyyetde kalarak "Hazret-i Şeyh'in olmasa gerekdir" buyurdular. Bilâhare âtîdeki fahriyye elime geçdi. Kuşadalı lisânından âharı tarafından söylenmiş olsa gerekdir. Bu nutkun müşârünileyh tarafından söylenmemiş olduğuna o meclis-i edebde karâr verildi. Li-zarûretin âtîde aynen nakl eyliyorum.

Vâkıf-ı sırr-ı Hudâ'yım vâsılın seyrânıyem
Âşıkın aşkı benim hem ârifin irfânıyem

Siz çekin bu çilleyi ben gelmezem şimden geru
Âleme derd olmuşum hem derdimin dermânıyem

Râh-ı Hakk'a irmeyenler neydüğüm bilmez benim
Aşkla meydâna geldim âşığın kurbânıyem

Âşıka aynu'l-ayânım sâdıka sırru'l-beyân
Derde dermân bî-gümân hem derdimin dermânıyem

Çille vü halvet benimdir kabz u bast-ı bî-gümân
Kâbız u Bâsıt Hudâ'dır sırrımın Kur'ânıyem

Gel oğul gir gönlüm içre mü'min-i sâdık isen
Cennetiyim mü'minin hem kâfîrin zindânıyem

Mâye-i zât olmuşam âlemlere tûbây-veş
Cennet-i firdevs-i a'lâ sırrının sultânıyem

Âb-ı kevser ister isen gel lebimden eyle nûş
Aşk u kevserdir derûnum sâkî-i Sübhânîyem

Tercümânımdır Alî takrîr ider ahvâlimi
Kuşadalı Şeyh İbrâhim pîr-i fânîyem

Dikkatle mütâlaa buyurulunca bu nutkun bir çok yerlerinde ma'nâca, mertebece düşkünlükler vardır. Binâenaleyh Azîz-i müşârünileyh böyle sönük ve dökük bir şey söylemez.

Kuşadalı vâris-i kemâlatı Hammâmî Tevfîk Efendi merhûmun pek güzîde neseblerinden Ahmed Şemseddîn Efendi defter-i hâtırâtında, bu nutkun Kuşadalı Hazretlerinin olduğu hakkında bir kayıt gördüm. Sonraları hâsıl etdiğim hissiyyâta göre Kuşadalı'nın demekde bir mahzûr yoktur. اوليا را هست قوت از اله sözüne i'timâden derim ki, bir velî murâd ederse en hassâs bir şâirin sözünden, şekl-i beyânından daha rengîn ve zengin söz söyleyebilir.

Nasûhî-zâde Seyyid Kerameddîn Efendi, Kuşadalı Hazretlerinden mazhar-ı feyz olanlardan zevât-ı âtîyi kayd eylemiştir : 

Hammâmî Tevfîk Efendi, Fâtih Türbedârı Ebubekir Efendi, Ahmed Amîş Efendi, Nâşîr Efendi, Şeyh İzzet Efendi, Bursalı Şevki Efendi (Yukarıda yazdığım mektûb sâhibi), Kapânî Hüseyin Efendi, Ali Fethi Efendi, Keçeci Ali Efendi, Hamdi Efendi, Mustafa Efendi, Ahmed Efendi, Ömer Efendi, Reşîd Efendi. 

Hammâmî Tevfîk Efendi'den, Mustafa Enverî Efendi, ondan Ya'kûb Hân, ondan Hacı Kâmil Efendi, ondan Şeyh Mahmûd Celaleddîn Efendi.

Kalbimin zînetisin Kuşadalı
Başımın devletisin Kuşadalı
Seni sevmekle saâdet buldum
Sırrımın hikmetisin Kuşadalı

Kuşadalı hazretlerinin Çarşamba'daki hâneleri mahalli, merhûm ser-asker Ali Sâib Paşa'ının konağı bahçesinde kalıp, oraya ta'zîmen bir mescid binâ olunmuş, ibâdet-gâh olmuştur. El-yevm mahalli mevcuddur.

Hicâz'da irtihâllerinde metrûkâtını vasiyyetleri üzere İstanbul'a getiren Fâtih Nişâncısı Dergâhı şeyhi Hâlim Efendi merhûm olduğunu, Hâlim Efendi'nin hafîdi Şeyh Hâfız Bahreddîn Efendi nakl eylemişdir. Azîz merhûmun arâkiyyesi parçası Hâfız Tahsîn Efendi merhûm yedinde mahfûzdur. Mükerreren yüzümü gözümü sürdüm, öptüm. Pîrâhen-i Yûsuf gibi, bülbül gülü koklar misâli kokladım. Kaddesallâhu sırrahû.

Ey kubâb-ı ehadiyyetde nihân Kuşadalı
Bî-nişânlık sana bir şehper-i şân Kuşadalı
Bir hümâsın nice bin tâir-i kudsî peykin
Ey gönül kişverine sâye salan Kuşadalı
Listeye geri dön