13 Ocak 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Vaktiyle son derece takvâ ve verâ sâhibi bir dervîş varmış, her gece sabahlara kadar ibâdet ve zikrullah ile meşgûl olurmuş. Bu zât, yine böyle sabaha kadar zikrullah ve ibâdetle meşgûl oldukdan sonra yatmış ve rüyâsında kendisine "hitâb-ı izzet" vâki olmuş. Cenâb-ı Hakk'dan gelen lafzsız, sessiz, savtsız ve cihetsiz bu hitâb : "Hiç boşuna uğraşma, ne kadar ibâdet edersen et, ne yaparsan yap, cehenneme gideceksin" şeklinde imiş.
Adamcağız uyanınca yıkılmış, perîşân olmuş. Büyük bir ye's içinde, son bir defa danışmak için mürşidine gitmiş ve ağlayarak gördüğü rüyâyı anlatmış. "Her gece sabahlara kadar evrâd ve ezkâr ile meşgûl olduğum halde Cenâb-ı Hakk beni cehenneme atacağını söylüyor. Madem cehenneme gideceğim, öyleyse artık ibâdet etmeme de lüzum kalmadı. Benim hâlim ne olacak?" diye ümitsizce derd yanmış. Şeyh Efendi, kâmil bir mürşid imiş ve bendesine şu nasîhatı vermiş :
Hiç bir şey olacağı yok. Allah seni imtihan etmiş. Sen kulluğunu yap, Allah Allahlığını yapar.Efendi Hazretleri buyururlardı ki :
İbâdetler, ne cennet arzusuyla, ne de cehennem korkusuyla yapılmalı. Bunlar için ibâdet eden, Allah'a ibâdet etmiş olmaz, nefsine ibâdet etmiş olur. Allah'a Allah olduğu için yani ibâdete yegâne lâyık O olduğu için ibâdet etmeliyiz. Allah, cenneti ve cehennemi halk etmeseydi, O'na ibâdet etmeyecek miydik?