18 Kasım 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin mesleği kitapçılık idi. İstanbul'daki meşhûr Sahaflar Çarşısında dükkânı vardı Efendi Hazretlerinin, daha çok dînî kitaplar alır satarlardı. Dükkâna her cins insan gelir, her türlü kitap sorulur, Efendi Hazretleri herkesle alâkadar olur, elinden geldiği kadar müşterilere yardımcı olurdu. "Bende yok ama filanca dükkânda bulursun" der, komşularına, Çarşı esnafına yâhud diğer kitapçılara gönderirdi. Bazen de istenen kitabın ismine göre nükteli cevaplar verir, hem müşteriyi irşâd eder, hem bizlere ders verirdi. Meselâ bir seferinde "Allah'ın Gazabları" var mı diye soran bir müşteriye, "Yok evlâdım, bizde Allah'ın rahmeti var" diye cevap vermişlerdi. Bir defasında da bir delikanlı "Sizde Fusûsü'l-Hikem var mı?" diye sorunca, hemen rafdan ince bir kitap uzatarak, "Al evlâdım, sen önce şu Mızraklı İlmihal'i oku" deyivermişlerdi.
Bakıyoruz, daha ilmihal bilgisi bile olmayan kimseler, Fusûs'dan, Fütûhât'dan dem vuruyor, tevhîdin hakîkatlerinden, vahdet-i vücûddan bahsediyorlar. Haydi çocuk yaşda olanları, gençleri mazûr görelim. Çünkü onlar ne yapdıklarının pek farkında değiller, onlarınki bir özenti, bir heves, dikkat çekme arzusu filan. Fakat koca koca adamlar da var bu işi yapan, onlara ne diyelim. Hiç ilkokul talebesi, doktora dersine girebilir mi? Lisedeki matematikle, yüksek lisansdaki matematik aynı mı? Daha okumayı yeni öğrenmiş bir çocuk, bir felsefe kitabından ne anlayabilir? Yâhud lisâna âşinâ olmayan bir kimse, o dilin edebiyatından, şiirinden ne anlar?
Şeyhü'l-Ekber Hazretleri, herkese hitâb etmez, tasavvufda ileri gidenlere hitâb eder. O'nu ancak bu işin profesörleri anlayabilir. Profesör derken akademisyenleri kasd etmiyorum, Allah'a karîb olanları, takvâda öne geçenleri, nefslerini tezkiye ederek, kalblerini tasfiye ederek hakâik-ı Kur`âniyyeye âşinâ olanları kasd ediyorum. Hazret-i Şeyh'in sözleri demir leblebi gibidir, kişniş değildir, herkesin dişi kesmez. Henüz o seviyeye gelmemiş olanlar, hele de ilkokul talebesi mesâbesinde olan sıradan insanlar, Hazret-i Şeyh'i katiyyen anlayamazlar. Anlamasalar gene iyi, Hazret-i Şeyh'in ifâdeleri yer yer o kadar muğlak ve o kadar çetrefillidir ki, yanlış anlamaya da müsâiddir. Nitekim pek çok ulemâ, onu yanlış anladıkları için tekfîr etmişlerdir. O'nu anladığını zannedip de anlamayanlar pek çokdur. Bunların bir kısmı Hazret-i Şeyh'e düşman kesilmekde, O'nun aleyhinde konuşmakda, O'nu islâm hâricinde göstermekde, diğer bir kısmı ise O'nun sözlerinden kıt akıllarıyla yalan yanlış ma'nâlar çıkarmakda ve islâm akâidine aykırı laflar etmekde, bu sûretle hem kendileri dînden çıkmakda, hem de kendilerine kulak verenlerin dînîni, îmânını ifsâd etmekdedir. Dikkat edin, bunlar arasında, abdestsiz, namazsız adamlar da var, hoca kılıklılar da var, şeyh kıyâfetine bürünenler de var.
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Efendi Hazretleri Fusûs'da ihtisâs sâhibi idi. Yani Fusûsü'l-Hikem'i avucunun içi gibi bilirdi Hazret ama ulu orta konuşmazdı. Hattâ câmideki bir sohbetlerinde, dinleyenlerden birisi, "Efendi Hazretleri, lutfetseniz de bize biraz da Fusûs'dan bahsetseniz" deyince, "Yoook, onun yeri burası değil. Sen bana husûsî olarak gel, ben sana Fusûs'dan da bahsederim, Fütûhât'dan da" buyurdurlar. Her ilim herkese verilmez. Herkes her hakîkâti anlayamaz. Nitekim Peygamberimiz, "Kellimü'n-nâse alâ kaderi ukûlühim" buyurmuşdur. Yani herkese anlayabileceği şekilde, idrâk edebileceği mikdarda konuşmak lâzımdır.
Siz siz olun sakın hazmedemeyeceğiniz şeyi yemeye kalkmayın, dişinizin kesmeyeceği cevizi ısırmayın, yutamayacağınız lokmayı ağzınıza atmayın. Maâzallah mideniz bozulur, dişiniz kırılır, boğazınız tıkanır ve işin sonu felâket olur.
Filin lokması karıncaya verilmez.