Seyahatin Sırları

31 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Ankaravi Hazretleri Minhâcü'l-Fukarâ'sında sefer ve seyahatin hikmetleri hakkında şöyle buyuruyorlar :

Sâlik bidâyet-i hâlinde, "utlubu'l-ilme velev bi's-sıyn" hadîsinin fehvâsınca azîzleri taleb ede. Zîrâ "Sıyn"den murâd, ehl-i yakînin ve sâhib-i temkînin vücûdudur ki, mahall-i misk-i 'ulûm ve ma'ârifdir. Pes tâlib böyle bir mürşid-i rabbânî ve vesîle-i yezdânî için vatanındna muhâceret edip, sefer ve seyahat kıla ve tâlib ola. 
Kâlallahu Teâlâ, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ". Müfessirler bu âyetde vesîleye birkaç vecih yazmışlardır. Ammâ muhakkıklar, "Vesîleden murâd mürşid-i kâmildir ki, Hakk ile abd mâbeyninde vesîledir" demişler. Pes Hakk Teâlâ bunların talebine emredip " وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ" buyurdu. Ve bir âyetde dahi, "فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ" buyurdu. Bu cümle hadîs ve âyet ma'den-i ma'rifet ve şâhân-ı tarîkat olan erbâb-ı hakîkatin talebi için vârid olmuşdur. Mesnevî :
Her dem her vakit pâdişahların gölgesini taleb eyle
Çabuk ol da o gölge sâyesinde güneşden de iyi bir hâle gir
Manâ nûrları ile aydınlanmış bir insan ol
Sefere çıkarsan bu niyetle çık yerinde durursan da bundan gâfil olma

Pes şol vakitde ki tâlib bir ârif-i billah bula ve bir âlim-i âgâha ere, sefer ve seyahat ona harâm olur. Pes, lâzım gelir ki ona irâdet getire ve hizmet kıla. Ve tahsîl-i ilm ü marifet ve dîn ü diyânet ve tekmîl-i âdâb-ı tarîkat ve esrâr-ı hakîkat ede. Ve eğer okuması olmazsa, "kün âlimen ev müte'allimen ev sâmi'an velâ tekün râbi'an fetehellek" (Ya âlim ol ya talebe, yâhud dinleyici ol, dördüncü olma, helâk olursun) hadîsinin mûcibince istimâ' ile kendine lâzım ve vâcib olan dîn ilmini ve tarîkat edebini öğrene. Badehû eğer mürşidi vefât ede veyâhud  ba'de tathîrü'n-nefs ve tahsîlü'l-marifet ve tekmîlü'd-dîn ve'd-diyânet azîzinden ya ziyâret-i Kabe-i Mükerreme için veyâhud ziyâret-i Beyt-i Makdis veyâhud ziyâret-i Âsitâne-i Hazret-i Pîr için, veyâhud bazı urefânın ve sulehânın ziyâreti için icâzet isteye. Eğer cân u dilden rızâ verirse, buyurduğu üzere sefer ve seyahat ede. Ve eğer cân u dilden rızâ vermezse hazer ede. Ve eğer sıla-i rahim vâcib olduysa sıla ede. Ve eğer sıla vâcib olmadıysa, azîzlerden ve âriflerden birinin ziyâretine gide. Ve gitdiği yollarda ve ve şehirlerde dahi evliyâullahı tecessüs ede. Ve nerede bir sâhib-i himmet vardır onu tefahhus kıla. Tâ tazîb-i hayvân bilâ-fâide kılmaya ve fevâid-i seferden bî-nasîb kalmaya. Zîrâ seyahatden maksûd, ehlullahı bulmakdır ve ulemâ ve urefâ ve sulehâya mukârin olmakdır. Veyâhud ekall-i mâ yekûn, ziyâret-i Beytü'l-Haram ve Beytü'l-Makdis ve Âsitâne kılmakdır. Yoksa eblehâne ömr-i nefîsi zâyi' kılmak değildir. Nitekim Hazret-i Mevlânâ ikinci cildde bir güzel temsil edip buyururlar ki :

Bir dervîş bir ev binâ edip ona bir pencere koydu. Şeyhi onun evine gelip dedi ki, "Dervîş, bu pencereyi niçin koydun?". Dedi ki, "Evin içi rûşen olsun için" Şeyh dedi ki, "Böyle deme! Zîrâ elbette pencereden zıyâ düşmek mukarrerdir. Belki ehl-i tarîk böyle kılmak gerek ki, ol pencereyi ezân sadâsını işitmek için kıla. Tâ rûşenâlık hod onun tufeylidir".

Pes, sâlik olan dahi, sefer ve seyahati, ehlullahı bulmak için ve onlara mukârin olmak için kıla. Şehristan seyri ve acâib ve garâib görmek onun tufeylidir, ol beherhâl bulunur. Ve her menzile ki ere ve her şehire ve köye ki gire, acâib-i kudretullahı göre ve sanayi'-i ve bedâyi'-i ibâdullaha nazar kıla. 
Kâlallahu Teâlâ, "قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللّٰهُ يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۚ". Yani Hakk Teâlâ buyurur ki, "Seyr eyleyin ey benî âdem yeryüzünde. Pes dahi nazar eyleyin kim ol Allah nice bu halkı ibtidâen etvâr-ı muhtelife üzere ve tebâyi'-i mütegayyire üzere ve ahlâk-ı şettâ üzere bed' eyledi". Pes nazar-ı arzda seyretmek üzere tertîb kılması, esnâf-ı halâyıkın ahvâlini tetebbû' etmeği müş'irdir. Ve filhakîka sefer ve seyahatin fâidesi, esnâf-ı halâyıkın ahvâlini tetebbû' kılmakdır. Ve tecrübe-i rûzgârla rüûnet ve huşûnet-i nefsden pâk olmakdır. Avârif'de geçer, sefere onun için sefer dediler ki ahlâkı isfâr eyler.

Ey ahi! Bilgil ki sefer iki kısımdır. Biri sûrîdir ve biri dahi manevîdir. Asıl ehlullah katında makbûl ve maksûd olan sefer, sefer-i manevîdir. Ammâ sefer-i sûrîde dahi çok fâide vardır. Cümleden biri, nefs me'lûfât ve mahzûzâtından munkatı' olur. Ve şerbet-i firâk-ı yârân ve hullânı çeşîde kılar. Ve bu sıfatla min vechin lezzet-i fenâyı bulur ve mevte müstaid olur. Ve bir fâide dahi budur ki, garîblik sıfatıyla muttasıf olur. "fe tûbâ lil lil gurabâ (müjdeler olsun garîblere) saâdetin bulur. Ve bir fâidesi dahi budur ki, sıfat-ı humûlü îrâs eder. Ve humûl ve bî-nâm olmak ise, tarîkat-i evliyânın rükn-i a'zamıdır. 
İbn Atâ der ki, "Vücûdunu bî-nâmlık zemîninde defn eyle, tâ merdân-ı ilâhînin ezvâkına fâiz olasın". Ve Bişr bin Hâris'e bir kimse dedi ki, "Yâ Şeyh, bana tavsiyede bulun". Dedi ki, "Zikrini gizli yap ve yediklerinin temiz olmasına dikkat et". Ve bu bî-nâmlık husûsunda Hazret-i Resûl buyurdular ki, "Âdeme şer olarak kifâyet eder ki, dînde veyâ dünyâda ona esâbi' ile işâret oluna, bu filandır denile. Ancak Allah tarafından ismetli olan kul bu şerden berîdir". Mesnevî :
Şöhret öyle kuvvetli bir bağdır ki
Demir zincirden de beterdir
dedikleri, humûl medhindedir. İbn Fârız dahi bu mahalle münâsib buyururlar ki, "Beni kemâl-i hudûum bî-nâm kıldı. Erbâb-ı tarîkat mâbeyninde, min haysü za'fî. Pes onlar beni gâyet müstehân ve hor olduğumdan bir hizmete mahal ve lâyık görmezler". 
Gerçi humûl olmak hazerde dahi müyesser olur ammâ seferde daha ziyâde olur. Pes seyyâh olan dervîş oldur ki, seyahati hâlinde bir şehirde çok karâr eylemeye. Tâ ol diyâra gönül bağlamaya. Ve ondan ol diyârın halkı bîzâr olmaya. Ve kendi dahi tegayyür bulmaya. Ekseriyâ Bişr bin Hâris derlerdi  ki, "Ey fukârâ topluluğu, seyahat ediniz ki temizlenesiniz. Çünkü su bir yerde kalır durgunlaşırsa, kokuşur".  
Hazret dahi bu mahalle münâsib buyururlar ki, "Eğer ağaç başıyla ayağıyla hareketli olsaydı, ne testere eziyeti çekerdi ne balta cefâsı". Ve dahi buyururlar ki, "Ay sefer ede ede Keyhüsrev olur. Sefer etmeksizin nasıl pâdişah olabilir ki". 

Bişr bin Hâris'in sözünü meşâyihden biri işitip, dedi ki, "Deniz ol, öyle ki pislik seni değiştirmesin". Söz de budur. Sâlik şöyle bir bahr-i azîm gibi ola ki min ba'd mütegayyir olmaya. Ekser-i meşâyih bidâyet-i hâlinde sefer ve seyahat edip nihâyet-i hâlinde bahr olmuşlar ve bir yerde karar kılmışlardır. Ve bazıları bidâyet-i hâlinde bir kâmile yetişmişler ve seyahati terk etmişler ve ba'de't-tekmîli's-sülûk, nihâyet-i hâllerinde sefer ve seyahate gitmişler ve buyurmuşlar ki, "Her gece mescide misâfir olmaya gayret et ki ölümün ancak bu iki menzil arasında olsun". Dakûkî Hazretleri ve İbrâhim Havvâs Hazretleri böyle diyenlerdendir ve dâimâ sefer ve seyahat kılanlardandır ve zevk-i bâtını terk-i me'vâ ve menzilde bulanlardır. Lâmiyâtü'l-Acem sâhibi, bu mahalle münâsib buyururlar ki, "Ol kimse ki ehlinden baîddir ve eli hâli' ve yârândan mü'azildir, şol tîği-i tîz gibidir ki, iki cânibi halelden ârî ve mücerreddir. Eğer şeref-i me'vâ ve mekânda arzu ve maksûda vusûl müyesser olaydı, âfitâb Hamel burcunu terk etmezdi". 

Pes malûm oldu ki, seyahat ve seferde nice fevâid vardır. Onun için Dakûkî ve İbrâhim bir şehirde kırk gün durmak müyesser olmamış ve bir menzilde yirmi günden ziyâde ikâmet kılmamış, tâ tevekkülüne halel gelmeye. Nitekim İbrâhim Havvâs Hazretlerinden menkûldür ki, buyururlar, "On beş gün bir bâdiyede kaldım, bilâ taâm velâ şerâb. Nefsim kasd eyledi ki, giyâh ve nebât her ne ise otlayım ve haşîş-i huşkü kût eyleyim. Gördüm ki Hazret-i Hızır peydâ oldu, pes derhal ben ondan kaçdım, onun sohbetini istemeyip ondan geçdim. Dediler ki, "Yâ Şeyh, niçin ondan firâr eyledin?. Hod nice evliyâ vardır ki onun yüzünü görmeye hasret çekerler ve rûz u şeb onun zemîn-i talebinde tohm-ı iştiyâk ekerler". Pes, buyurdu ki, "Korkdum ki nefsim ona itimâd ede ve ondan istimdâd ve istigâse kıla ve Cenâb-ı Hakk'a olan tevekkülüme halel gele". 

Bu tâifenin sefer ve seyahatden murâdları, ıslâh-ı derûn ve ifnâ-yı bîrûndur. Yoksa süfehâ-i zamâne gibi şehir şehir ve kasaba kasaba gezip kâselîs-i avâmm olup ferâiz ve nevâfili terk kılıp, cîfetü'l-leyl, battâlü'n-nehâr olanlar gibi sîrâb u gil kılmazlar. Belki sefer-i cân u dil ederler. Gâh olur ki sâlikin nefsi tekkeler bucağında hizmet ve riyâzatda tasfiye bulurken ve bir sâhib-i nazarın nazar ve himmetini alırken, hizmetden ve ubûdiyyetden munkabız olup bu zikrolunan tâifenin hâllerini kendine sened edip ve seyr ü seyahatde bulduğu zevk-i nefsânîyi zevk-i rûhânî addedip, tâlib-i seyahat olur. Haberi yok ki dâm-ı nefse düşüp, zevk-i rûhânîden ve rızâ-yı ilâhîden mahrûm kalır. Zîrâ nefs, seyr-i sahrâ ve deştden ve etrâf ve eknâf-ı geşt ve güzeşden kemâliyle hazz alır ve bir kimsenin zabtı altında olmadan mihnet ve meşakkat bulur. Pes, kendi hazzına ve hevâsına tâbi olup seyahat kılar ve o seyahatde bulduğu zevki, zevk-i rûhânî ve neşât-i rahmânî bilir. Halbuki mekr-i şeytânî ve telbîs-i nefsânîdir.  

Listeye geri dön