Şeyh Gâlib Hazretlerinin Mi'râc-ı Nebî Hakkında Bir Nutku

15 Mayıs 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

Resulullah
Der Menkabe-i Mi’râc-ı Şerîf-i Nebevî 
ve 
Mu’cize-i Bâhire-i Mustafavî

Bir şeb ki sarây-ı Ümmühânî
Olmuşdu o mâhın âsumânı

Ammâ ki ne şeb emîn-i rahmet
Şeyhu’l-harem-i harîm-i Hazret

Mânend-i Bilâl-i sâhib-irfân (1)
Nûr-ı siyeh içre nûr-ı îmân

Gûyâ o şeb-i şeref-meâsir
Veysü’l-Karen (2) idi nûru zâhir

Yüz sürmeğe geldi hâk-i pâya
Da’vetli bulundular a'lâya

Ol leyle için sipihr-i gerdân
Etdi niçe bin sabâhı kurbân

Çün âb-ı hayât o şâm-ı enver
Rengi siyeh idi mevci ahdar

Ebr-âver olup bahâr-ı nâsût
Cûş eyledi sebze-zâr-ı lâhût

Ser-çeşme-i Hızr olup hüveydâ
Ervâh-ı bekâya oldu irvâ

Zulmât çekip surâdık-ı gayb
Sır söyledi mâha mihr lâ-reyb

Tâ mihr ede mâha arz-ı dîdâr
Zulmât-ı hafâya girdi envâr

Cûş eyledi sanki nîl-i hayret
İhyâ ola tâ ki mısr-ı vuslat

Bast eyledi nokta-i süveydâ
Sırr oldı içinde şâm-ı esrâ

Envâr ile kâinât doldu
İşte o gece sabâh oldu

Şevk eyledi mihri pâre pâre
Şenlendi meşâil-i sitâre

Bir hırmen-i nûr olup nüh eflâk
Hurşîdi kapatdı pertev-i hâk

Bir feyz erişdi bu zemîne
Kim oldu sarây-ı âb-gîne

Ger etmese mihr ü meh tekaddüm
Şebnem yerine yağardı encüm

Envâr bürüdü kâinâtı
Rûşen görür oldular hayâtı

Berk urdu o şeb-çerâğ-ı nâ-yâb
Mahv oldu hep âftâb ü mehtâb

Bir hırmen idi nücûm-ı pür-tâb
Hurşîd ü meh anda kirm-i şeb-tâb

Âyîne-i nûr olup şeb-i târ
Yâr eyledi yâre arz-ı dîdâr
Gönderdi Hudâ edip meşiyyet
"Cibrîl-i emîn"i peyk-i da‘vet

Her geh ki inerdi âsumândan
San arşa çıkardı hâk-dândan

Tebşîr kılıp sürûş-ı a’zam
Dedi ki eyâ "Resûl-i ekrem"

Adın kodular burâk-ı yektâ
Geldi ayağına arş-ı a’lâ

Eyle güzer arş u âsumânı
Mahzûn buyurma lâ-mekânı

Ol maksad-ı kün fe kân-îcâd
Fermân-ı Hudâ’ya oldu münkâd

Her şey olur aslına şitâbân
Çıkdı yine âsumâna Kur’ân

Çün basdı rikâba pây-i himmet
Zîn-hânesi idi beyt-i vahdet

Ne kaldı zemîn ü ne zemâne
Mahvoldu bu turfa âşiyâne

Cûş eyledi çün muhît-i vahdet
Ma’nâya mübeddel oldu sûret

Hem sûrete girdi sırr-ı vahdet
Ma’nâ-yı kadîm buldu sûret

Nâgeh görünüp harîm-i aksâ
Abdiyyetin oldıu sırrı peydâ

Ol sâcid olup Hak oldu mescûd
Dendi bu makâma gayb-ı meşhûd

Ervâh-ı rusül cemâ'at oldu
Allâh bilir ne hâlet oldu

Ey hâme o rütbe olma çâlâk
Esrâr-ı nübüvvet olmaz idrâk

Deryâ sözü şebneme ne lâyık
Tanrı işi âdeme ne lâyık

Gel âdet-i şâirâna git sen
Sôfiyye sözün ferâgat et sen

Çün basdı sipihr-i evvele pâ
Oldu iki pâre bedr-i ra’nâ

Tâ halka 'ıyân ola mücerred
Kim devr-i kamer mi devr-i Ahmed

Mi’râcda çün zamân yokdur
Evvel demeğe tüvân yokdur

Mâh olması mu’cizeyle münşakk
İsbât idi şerh-i sadrı el-hakk

Ol bî-dile iltiyâm kıldı
Gönlünü alıp hırâm kıldı

Çavuşluk etdiler sürûşân
“Allâhu me’âk”le dem-hurûşân

Azmeyledi vahy-i vârid üzre
Vardı felek-i Utârid üzre

Çün geldi o şâir-i felek-câh
Ol şâhdan oldu ma’zeret-hâh

Afveyledi nâme-i siyâhın
Hassân’e bağışladı günâhın

Meb’ûsuna rehber oldu bâis
Açıldı der-i sipihr-i sâlis

Zehrâsın edip şefî’ Zühre
Afvından o şâhın aldı behre

Çârüm feleği kılınca seyrân
Fahr etdi dü bâre çâr erkân

Feyz aldı mülâhdan Mesîhâ
Tekrârdan oldu sanki ihyâ

Berk urdu o şeb-çerâğ-ı câvid
Şermiyle zemîne girdi hurşîd

Çün târem-i hâmis oldı menzil
Mirrîh’e erişdi hadşe-i dil

Kan ağlayıp etdi özre âheng
Dâmân-ı sipihri kıldı gül-reng

Afvetdi o şâh-ı âsumân-rahş
Azrâil’e kıldı cürmünü bahş

Çün şeş cihet oldu kâm-hâhı
Çarh-ı şeşüme erişdi râhı

Tâ ede o şâh-ı heft-iklîm
Kâdî-i sipihre şer’i ta’lîm

Teblîğ kılıp Cenâb-ı Hak’dan
Nehy eyledi hükm-i mâ-sebakdan

Men’ oldı kehânet ile tencîm
Zâhirle müzâhir oldu tanzîm

Çün erdi sipihr-i heftümîne
Bahş etdi se'âdet âlemîne
Keyvân şefî’ edip Bilâl’i (3)
Böyle deyip etdi rûy-mâlî

Besdir bana bu şeb özr-hâhî
Bâlâ-ter-i reng kıl siyâhı

Çün Hazret-i Pâdşâh-ı “levlâk”
Tekmîl ile kıldı seyr-i eflâk

Ammâ dahî bahşîş-i ilâhî
Mi’râcını bulmadı kemâhî

Kürsîye basınca pây-i reftâr
Şevk eyledi sâbitâtı seyyâr

Teşrîfi için buyurdu zîrâ
Olmuş felekü’l-burûc ber-câ

Basmakla kadem vücûd-ı pâki
Eflâke çıkardı Sevr-i hâki

Lûtf edip o pâdşâh-ı yektâ
Koz bekçi başısı oldı Cevzâ

Deryûze elin açınca Mîzân
Dirhem yerine dürr etdi rîzân

Hût eyledi zîr-i hâke âheng
Girdâb-ı hafâya girdi Harçeng

Kıldı Esed ibn-i ammini (4) yâd
Tahlîsine andan oldu imdâd

Zîrâ Hamel eyleyip şikâyet
Etmişdi celâdetin hikâyet

Delv ağlayıp oldu hâli derhem
Bir reşha deyip be-çâh-ı Zemzem

Bir feyz ile şâd olup öğündü
Dûlâb-ı Muhammedîye döndü

Pervîn ile Cedy olınca tezyîn
Sıbteynine tuhfe kıldı ta’yîn

Şehperr-i sürûş ol şeb-i râz
Hep Sünbüle’den ederdi pervâz

Çün sâat-ı çarha lâzım Akrep
Vaktâ o da kıldı arz-ı matlap

Buldu şeref-i kabûle imkân
Fevt olmadı bir dakîka ihsân

Kavsine bakınca Zâl-i dehrin
Pek za’fını gördü hâl-i dehrin

Ol şâhsüvâr-ı “kâbe kavseyn”
Kıldı seferin verâ-yı kevneyn

"Cibrîl-i emîn"e oldu hem-pâ
Tâ arş-ı Hudâ'yı kıldı me’vâ

Levh ü kalem ü hezâr esrâr
Hem oldı kerrûbiyân be-dîdâr

Şevkından o rütbe oldı medhûş
Arş eyledi sâhibin ferâmûş

Arşı bırakıp misâl-i sâye
Zü’l-arş dedi o arş-pâye

Ol seyrde mâverâ göründü
Tâ "Sidre-i müntehâ" göründü

Açıldı der-i harîm-i vuslat
Kurbet girü kaldı geldi vahdet

Cibrîl’de acz olup hüveydâ
Elfâzı bırakdı anda ma’nâ

Evvel ne idi ne oldu bilmem
Lebrîz idi ol ne doldu bilmem

Ey rahmeti râygân Rahmân
Lûtfunla bu benden eyle şâdân

Hâhiş-ger-i devlet-i müebbed
Ya’nî ki fakîr Gâlib Es’ad

Mücrimdir eğerçi ümmetindir
Ümmîdi senin şefâ'atindir

Olmazsa şefâ'atinden ihsân
Çok zâhidin ola hâli hırmân

Çün ehl-i kebâirim siyeh-kâr
Her maksadıma beşâretim var

Fakîr'in Notları : 

(1) Bilâl-i Habeşî Hazretleri'nin siyah teni birçok mi'râciyyelere konu olmuştur. Mi'râc gecesinin karanlığı ile Hazret-i Bilâl'in siyah teni arasında münâsebet kurulmuşdur. 

(2) Üveys el-Karenî Hazretleri'nin böyle bir mi'râciyyede zikredilmesi ilk bakışta yadırganabilir. Ancak kanaat-i âcizânemize göre bunun önemli sebebleri var. Birincisi; dünya gözü ile Resûl-i Ekrem Efendimiz ile mülâkât edememiş olan Üveys, bazı rivâyetlere göre, Efendimiz ile "Leyle-i Mi'râc"da manen görüşmüşdür. Nitekim âşıklar sultânı Yûnus Emre Hazretleri "Mi'râc-ı Nebî" hakkında bir nutkunda şöyle buyurmuşlar :


Üveys yirinden turdı ‘Arş'da na'lin döndürdi
Muhammed anı gördi visâle döndi firâk

İkincisi de; Mi'râc gecesi Resûl-i Ekrem Efendimize "hırka-i fakr" tesmiye olunan bir hırka giydirilmiş ve bu hırkayı lâyık olanlara giydirmesi istenmişdir.  Meşhûr olduğu üzere, Resûl-i Ekrem Efendimiz, hırka-i se'âdetlerinden birinin Üveys'e verilmesini vasiyyet etmişlerdir ki Hazret-i Ömer'in (radıyallhu anh) hilâfeti zamânında Üveys'in zuhûru ile bu vasiyyet yerine getirilmişdir. "Hırka" turuk-ı aliyye için çok mühim bir alâmet olup hırkanın zâhirî tarafı ve dikildiği kumaş değil ifâde ettiği ma'nâ önemlidir. Bu hususda müstakil eserler yazılmışdır.

(3) İlm-i nücûma göre, yedinci felekte bulunan ve siyah rengi temsil eden Keyvân (Zühal, Satürn) gezegeni, Hz. Peygamber’in huzurunda siyah tenli Hazret-i Bilâl’i şefaatçi kılarak yüzünü yere sürmüş ve “Özür dilemek için bana bu gece kâfîdir, siyahı renklerin en üstünü ve güzeli kıl”, niyazında bulunmuştur.


(4) Arslan burcu ile İmam Ali Efendimizin "esedullah/Allah'ın arslanı" lakabı arasındaki benzerliğe işaret var.
Listeye geri dön