30 Eylül 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
![]() |
Rızâeddin Efendi Hazretlerinin 1851-1891 yılları arasında postnişîni olduğu Koca Mustafa Paşa Dergâhı |
Koca Mustafa Paşa Dergâhı Şeyhi ârif-i billah ve vâsıl-ı ilallah Es-Seyyid Eş-Şeyh Rızâeddin Efendi kuddise sırruh Hazretlerinin, mübârek naaşı yıkanıp kefeni sarılırken, başını kefeninden çıkararak, etrafına bakındığını ve orada hazır bulunan ihvân ve cemaatini eliyle selamlayarak vedâ ettiğini ve sonra yine mübârek gözlerini kapattığını, müşârünileyhin techîz ve tekfîn hizmetinde bulunan velîni'metim, mürşidim, azîzim Fahreddin Efendi kuddise sırruh Hazretlerinden dinlemişdim...
Talebelik yıllarımda, Sahaflar Çarşısından geçerken, "Kabir Azâbı" adında bir kitap görmüş ve bir nüsha da ben satın almıştım. Bazı kıt ve kısır görüşlü, ma'neviyyat ve mukaddesat yoksulu densizler o devirde dînle ilgili herşeyle alay ediyorlardı. O kitabı satın alırken maksadım, yine hangi densizin kabir azâbını inkâr ettiğini ve nasıl bir lisân kullanılmış olduğunu öğrenmekdi. Kitabı dikkat ve ibretle okudum. Daha ziyade içtimâî konuları ele alan bu kitabda ölmedikleri halde, öldüğü zannedilerek diri diri gömülen ve kabirlerinde fecî şekilde can veren kişilerden bazılarının hazîn hikâyeleri anlatılıyordu. Kitabın yazarı, bir ölü bekletme yeri yapılmasını ve ölenlerin hiç olmazsa yirmi dört saat müddetle orada bekletilmelerini öğütlüyordu. Asıl hazîn olan şu idi ki, kitabın yazarı, Koca Mustafa Paşa Dergâhı Şeyhi Rızâeddin Efendinin de diri diri gömüldüğünü çünkü şeyhin yıkanıp kefenlendikden sonra etrafına vedâ selâmı verdiğini fakat câhil halkın bunu şeyhin kerâmeti zannederek bu fecî âkıbetine göz yumduklarını ileri sürüyordu!...Bu husûsu şeyhime arzederek, fikir ve kanaatini sorduğum zaman bana şöyle buyurmuşlardı :
![]() |
Fahreddin Efendi Hz. |
Sünbülistân-ı aşk u muhabbete cidden revnâk vermiş bir şeyh-i kâmil idi. Cezbeleri gâlib olmakla berâber vâdî-i aşk u muhabbetde sermest idi. Fevkalâde hâlleri görülmüştür. Hakkında herkes son derecede hürmetkâr idi. Âşık, mücâhid, mahviyyet-perver, hayât-ı inzivâyı sever idi. Sahrâları, kırları, mezârları dolaşır, halkdan uzak yaşamağı tercîh ederdi. Alelekser esb-süvâr idi. Beyâz arâkıyye, beyâz sarık başında, siyâh cübbesi üzerinde pürvakâr bir şeyh-i âlî-tebâr idi. Bir kerre Hazret-i Şeyh'i Beylerbeyi'nde görmüş idim. Atının yularını tutmuş, nazar-ber-kadem neş'esiyle yaya olarak gidiyordu. Üsküdar'a geçer, mezâristânı dolaşır, Çamlıca'ya gider, hâlî yerlerde üns-i maallâh neş'esine müstağrak olurdu. Hakîkat-i hâlini bilenler, ta'zîmde kusûr etmezler idi. Geceleri onu hâb-ı istirâhatde gören olmaz idi. Hânkâhda şeyh dâiresi mükellef, müzeyyen, mefrûş, her türlü esbâb-ı isitirâhat mebzûl iken, o bunlara rağbetkâr değil idi. Geceleri alelekser uzak ve tenhâ mahallerde dem-güzâr olur. Sabâh namâzından evvel uzak mahallerdeki cevâmi'-i şerîfenin birine gider. Orada edâ-yı salât eder. Cemâatin hürmetini celb ederdi. Hazret-i Şeyh'in gıdâsı bir zeytin, bir hurma, bazan birkaç lokma ekmek, birkaç kaşık çorbaya kadar inmiş idi. Hânkâh-ı Sünbül şeyhlerinin âdeti vechile ayda bir defa esnâ-yı zikrde isbât-ı vücûd ederler idi. Hazret-i Şeyh burada kemâliyle görülürdü. Basîret sâhibleri onu görünce cezbe-dâr olurlardı. Kafes dâhilindeki şeyh hücresinden devrâna dâhil olmak üzereçıkışı kulûb-ı kâsiyeyi tenvîre kifâyet ederdi...www.muzafferozak.com