11 Haziran 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Adâlet, iki uçdan birine meyletmek ve yönelmek demekdir. Diğer bir deyişle adâlet, lehinde ve aleyhinde hüküm verilene veya ikrâra veyâ şâhidliğe tâbi olan doğru hükmün taleb etdiği iki uçdan birine yönelmekdir. Aksi takdirde hükmün âdil olması sözkonusu değildir. Allah bu garîb mertebeden, kâinâtı kendi sûretinde yaratarak adâletini ızhâr etmişdir. Allah zâtına mahsûs vücûb mertebesinden başkasına bağlı vücûb veyâ imkâna yönelir ki adl budur. Sen hangisini istersen onu söyleyebilirsin. Mümkünleri de sâbitlik mertebesinden varlık mertebesine yönlendirmiş yani daha önce yoklarken onları var etmişdir. Allah onları mazharları kılmış ve kendisi ise onların hükümlerinin zuhûr etdiği tecellîgâh olmuşdur. Bu mertebede Allah, aklın mümkün için câiz kıldığı bir şe'nden yine câiz gördüğü başka bir şe'ne geçer ki bu yöneliş kaçınılmazdır. Demek ki varlıkda ancak adâlet vardır. Çünkü varlık meyl ile ortaya çıkmışdır, meyl de adâlet demekdir. Her nerede olursa olsun mükevvenâtda yalnızca meyl ve adâlet vardır.Şeyhü'l-Ekber Hazretlerinin beyânına göre, Cenâb-ı Hakk'a izâfe edilen adâletin ma'nâsı, Allah'ın mutlak gayb mertebesinden tecellîye meyletmesi yani bilinmek istemesidir. Bu itibarla adl, vücûbdan imkâna, butûndan zuhûra, gaybdan te'ayyüne, sübûtdan vücûda geçişi ifâde eder. Cenâb-ı Hakk, zâtı itibarıyla hep gizli kalmakda ise de, sıfat ve isimlerinin tecellîleri ile devamlı olarak ulûhiyyetini izhâr etmekdedir. İşte el-Adl ism-i şerîfi bu dengeye işâret eder. Bütün varlıklar, Hakk'ın esmâ ve sıfat tecellîlerinin eseri olduğu için âlemde yalnız adâlet vardır yani her şey yerli yerindedir, her iş olması gerekdiği gibidir. Kâinâtdaki kusursuz denge, işte bu adl-i ilâhînin tezâhürüdür.