Seyr u Sülûk Esnâsında Çekilen Zahmetler

3 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

İsmail Hakkı Bursevi

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Kitâbü'n-Netîcesinde seyr u sülûkü esnâsında çekdiği zahmetleri ve uğradığı belâları şöyle anlatıyorlar : 

Neler oldu bu bâğ-ı âlemde
Meyve-i ma‘rifet oluncaya dek
Okudun çok kitâb-ı derd ü elem
Nefsini Rabbini bilinceye dek

Maksûd "men arefe nefseh fekad arefe rabbeh" mûcebince ma'rifet-i nefs ve ma'rifet-i Rabb hâsıl oluncaya dek çekilen zahmet ve şiddeti beyândır ki hadd ve hasrı yokdur. Ol zahmetler ve şiddetler dahi envâ' üzerinedir ki burada külliyyâtı bile kaleme gelmez, değil ki cüz'iyyâtı. Ez-cümle ehl ve evlâd ile işâret-i ilâhiyye üzerine beş aded hicretdir ki her hicretde çekilen âlâm ve şedâid fevka'l-haddir. Ve ez-cümle birkaç defa a'dâ üzerimize katl için hücûm etdikleridir. Ve ez-cümle tarîk-ı haccda ma'reke-i Arab olup beriyye ve rîgistânda yalnız kalıp ba'de'l-halâs yedi sene kadar envâ'-ı maraza mübtelâ olduğumuzdur. Ve ez-cümle iki sene sefer-i Nemçe edip beş sene dahi onun semerât-i inhirâfıdır. Ve ez-cümle vücûdum pür-kurûh ve cürûh olup beş on sene kadar âlâm ve mihen-i mütemâdiye olduğudur. Ve ez-cümle olduğum bilâdda üç dört defa arz ve mahzar edip ihrâc etdikleridir. Ve ez-cümle sinîn-i kesîre kesret-i 'ıyâl ve kıllet-i mâl ile te'ayyüşdür. Ve ez-cümle mücâhede-i nefsiyye ile nice yıllar nân ü nemekden kesilip çekdiğim çilelerdir. Ve ez-cümle envâ'-ı belâ ile mübtelâ iken nice müddet gecelerim seher ile mürûr edip tahrîr etdiğim kitâblar ve tasnîf eylediğim âsâr bu a'sârda kimseye makdûr olmamışdır. Tefsîr-i Rûhu'l-Beyân gibi ki üç mücelled-i kebîrdir ve usûl-i hadîsde Nuhbetü'l-Fiker Şerhi ki mecmûa-i kübrâdır ve Şerh-i Muhammediyye ki iki mücelled-i kebîrdir ve Şerh-i Mesnevî ki bir mücelled-i kebîrdir ve Tefsîr-i Fâtiha Şerhi ki bir mücelled-i kebîrdir ve Şerh-i Pend-i Attâr ki bir mücelled-i kebîrdir ve Kitâbü'l-Hakkı’s-Sarîh ki bir mücelled-i dahmdır ve Tuhfe-i Hasekiyye'dir ki bir mücelled-i azîmdir ve Kitâbü’l-Hitâb'dır ki mücelled-i kebîrdir ve Kitâb-ı Tamâmü'l-Feyz'dir ve Kitâb-ı Kebîr'dir ve Kitâbü'l-Mir'ât li-hakâiki ba'zı'l-ehâdîsi ve'l-âyât'dır ve Kitâb-ı Vâridât-i Kübrâ ve Kitâbü'n-Necât ve Kitâb-ı Müteferrikât ve bunlardan mâ'adâ Allâhu a'lem yüz 'adedden ziyâde kütüb ve resâildir ki ekseri 'ilm-i tasavvufdadır.

İşte bunları ta'dâddan murâd, rubâ'î-i mezkûrda olan işâretin mâ-sadakını tebyîndir, tâ bilesin ki tarîk-i Hakk'da bu makûle şedâid çekile gelmişdir. Ve tarîkında sâdık ve müstakîm olanlar 'avâmm-ı ke'l-hevâmm elinden ne darblar yemişlerdir ve dest-i kahrdan ne zehirler içmişlerdir. Böyle iken yine bu belâlar âık olmayıp âşıklar kendi yollarına gitmişlerdir. Ve hadîsde gelir ki, "izâ ehabballahi 'abden ibtilâhu". Yani bir kimse 'abd-i ihtisâsî olmak ibtilâya menûtdur. Ve her nebîyi kavmi şehrinden ihrâc etmişlerdir ve âhir cezâların bulmuşlardır. Ve vâris-i resûl olanların a'dâsı dahi ona göredir. Vakit oldu ki serimi bâlîn-i mevte koyup, "Bismillâh mevte" dedim, yine halâs oldum. Ve Hazret-i İsmâîl aleyhisselâm yediyle demir çengel ile tenimde lahmimi kopardılar ve ser-pâ temzîk etdiler. Ve vakit oldu ki Azrâîl aleyhisselâm rûhumu kabz etdi. Ve zamân oldu ki İsrâfîl aleyhisselâm mukârenet edip ol dahi merreten uhrâ rûhumu sühûletle kabz etmişdir.

Ve bu âlâm ve şedâid içinde vâkı' olan mübeşşirât-i ilâhiyye dahi bî-nihâyedir. Zîrâ çün ki dünyâ dâr-ı imtizâcdır ki lutf ve kahr onda mümtezicdir, lâ-cerem tâlib-i Hakk olanlara zâhiri kahr ve bâtını lutfdur. Dest-i kudret 'âşıkı bu vech ile Hakk'a sevk eder. Ve demişlerdir ki, "el-ârifü saydü'l-Hakk". Yani Hakk Teâlâ 'ârifi 'ibâdı içinden sayd edip kendine mahsûs kılmışdır. Nitekim, "قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى" buyrulmuşdur. Yine, "وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ" ve "اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَات۪ي وَبِكَلَام۪يۘ" buyruldu.

Ve bazı şedâid ki şeyhim Seyyid Fazlî-i İlâhî zamânında vâkı' olmuş idi, ez-cümle bilâd-ı Rûmiyye'den belde-i Üsküb'den ihrâcdır. Sem'-i Şeyh'e erdikde, "Elhamdülillâh, hulefâmız içinden böyle bir halîfemiz olsun" diye Hakk'a hamd etmişdir. Ve belde-i Üsküb'e bu maddeden iki sene sonra istîlâ-i küffâr vâkı' olup a'dâdan nâm ve nişân kalmayıp zamân-ı kalîlde cümlesi hakâretle helâk olmuşlardır. Ve Şeyh-i mezbûra dahi bu makûle ma'nâ birkaç defa vâkı' olup âhir İstanbul'dan bazı vüzerâ garazıyla Kıbrıs'da kal'a-i Magosa'ya nakl olunup orada mütevâri-i hâk olmuşlardır. Ve Şeyh dahi hayâtda iken hilâfında olan vezîr müddet-i kalîlede altmış-yetmiş bin şahs ile Sirem sahrâsında, kurb-i Belgrad'dadır, biribirlerin katl edip nâ-bedîd olmuşlardır. İşte gayret-i ilâhiyyenin muktezâsı budur.

"Sebeb nedir bu ibtilâlara?" denilirse, zâhirde erbâb-ı inkârın hased ve garazlarıdır, gayrı 'illet yokdur. Hattâ Sultân Ahmed-i Sâlis müftîlerinden biri Üsküdâr'da tevattunum hâlinde bu fakîri nefy için telhîs etdikde makhûr olup bu fakîr selâmet bulduğu ma'lûm-i ahâlîdir. Ve bâtında sebeb-i ibtilâ mâsivâdan tahlîs ve tecliye-i âyîne-i dildir. Zîrâ her belâ bir türlü saykaldir. Ve sakâlet tâmm olsa aks-i envâr-ı ilâhî ona göre olur. İmdi bu makûle belâdan ağlamamak gerekdir. Zîrâ ona belâ-yı 'aşk derler. Ve 'âşıkın mu'azzeb olduğu hemân bu kadardır ve illâ âhiretde va'd-i ilâhî üzere 'âşıka 'azâb olmaz. Zîrâ 'âşık mukarreb-i dergâhdır. Ve cehennem bi'l-farz mu'azzeb olmak lâzım gelse nârullâhi'l-kübrâ ile mu'azzeb olur ki nâr-ı 'aşkdır. Velâkin bu nâr ile ihtirâk, Âdem'e mahsûsdur. Onun için arza hubût etmişdir. Pes, ehl-i melekûtda muhabbet olur, 'aşk olmaz. Sâir mahlûkât dahi onlara göredir. Ve bundan Âdem'in sâirler üzerine fazlı zâhir oldu. Zîrâ bir nesne ki fî-nefsi'l-emr kemâldir, onunla ibtilâ dahi kemâldir, gerekse zâhirde kahra dâll olsun.

Ve 'aşkın âsârı çokdur. Ez-cümle, hüzn-i tavîldir ki makâmât-i âliyedendir. Ve Hasan-ı Basrî İbn Sîrîn üzerine onunla tefevvuk etmişdir. Nazar eyle hâl-i Yakûb'a  ki beytü’l-hazende ne kadar müddet meks etdi ve ol hüzn-i tavîl sûretde firâk-ı Yûsuf için idi, fe-emmâ fi'l-hakîka kendi muktezâ-yı hâli idi. Ve na't-ı Nebevî'de gelir, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem dâimâ hüzünlü ve tefekkür hâlinde idi. Ve ashâb dahi bu ma'nâda onlara tâbi' olup verese-i ümmet dahi bu 'aşk ve bu hüznü ele getirince ne belâ çenberlerinden geçdiler ve ne riyâzât ve mücâhedât-i şâkka câmların içdiler. Pes, her kim râhat-ı nefs taleb etdiyse bu ma'nâdan mahrûm oldu ve dergâh-ı vasla vusûlden geri kaldı ve netîce-i hâle ermeyip bu'd ve katîat buldu. 

İmdi velâ belâ ile olur ve her 'âşık murâdını onunla bulur. Pes, belâdan lezzet almak gerekdir ki fi'l-hakîka gıdâ-i rûhdur ve sebeb-i envâ'-ı fütûhdur. Velhamdülillahi'l-Meliki'l-Müteâl fî cemî'i'l-ahvâl.

֎

Listeye geri dön