Seyr u Sülûk Hâtıraları-1

26 Kasım 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Rüya
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri zaman zaman kendi seyr u sülûkünden de bahseder, mürşidleri hakkında malûmat verir, onlarla nasıl karşılaşdığını anlatır, gördüğü bazı rüyaları ve yaşadığı bazı hâlleri bizlere ders olmak üzere yeri geldikçe anlatırdı. Bir defasında Amerika'daki bir radyo sohbetinde kendisine tevcîh edilen bir soru üzerine manevî yolculuğunun hikâyesini özetle şöyle anlatmışlardı :
Hilkat itibariyle ve âilemin de dindar bir âile olması münâsebetiyle, babamın vefâtında, babamın arkadaşı olan bir mürşide, babam beni vasiyet etdi. O zâtın terbiyesinden yetişdim. Altı yaşında iken Kur`ân-ı Kerîm'i okumasını öğrendim. Yedi yaşına vardığım vakitde, bir çok sûreleri ezberledim. Bu arada da o zât-ı akdesin, yani mürşidim olan zâtın, terbiyesini gözlerimle görüyor, onun bana yapmış olduğu muameleden ibret ve ders alıyordum. Fakat bu dersi aldığımın farkında değildim. 
Kur`ân-ı Kerîm lisân bakımından, fesâhat, belâgat bakımından Arabî lisândır, Arapçadır fakat ma'nâ bakımından Allahçadır. Bütün kütüb-i semâviyye yani semâvî kitâblar da aynı durumdadır. Meselâ Tevrat, zâhirde lisânen fesâhat, belâgat, bakımından İbrânîcedir fakat ma'nâ bakımından Allahçadır. İncil de böyledir. Allah'la araları iyi olanlar semâvî kitâbları anlayabilirler. Eğer kalblerinde Hakk korkusu, Hakk muhabbeti olmazsa, o kitâblar onlara söylemez. 
Bu kitâbı da öğrenmek için, biraz o lisândan çalışmak lâzım geliyordu, Arapçaya çalışdım. Bir tarafdan da medenî mekteblere devâm ediyordum. Bir aralık askerî mektebe girmeyi tasavvur etdim, düşündüm. Annem beni asker yapmak istiyordu. Zîrâ sülâlemiz iki âileden geliyordu. Ana tarafım şeyhdi, Halvetî şeyhiydi. Bulgaristan Yanbolu vilâyetinin Halvetî Şeyhi Seyyid Hüseyin Efendi'ydi. Bulgaristan Osmanlı İmparatorluğunun dâhilinde iken, dedelerimiz orada halkı irşâd etmişlerdi. Baba tarafım da askerdi. Annem beni asker yapmak istiyordu. Çünkü fakîr bir hâlde idik. 
O aralık karşıma bir Efendi çıkdı. Bu Efendi anneme rüyada göründü, dedi ki, "Bunu asker yapma, bunu manevî asker yap". Ve bu zât benimle meşgûl oldu. Ben çocukluk hasebiyle dersden kaçsam, beni kovalar, beni takib eder ve beni bulur, muhakkak sûretde gündüz ve gecede mutlakâ bana bir şey öğretmeye çalışırdı. Zâten benim terbiyemle meşgûl olan zât da ölmüşdü. Bu zât benimle meşgûl oldu ve bana Arapçayı, Kur`ân'ın ma'nâsını ve hadîsleri talîm etdi ve İbn Arabî'den kitâblar okutdu. 
Gecelerden bir gece bir rüyâ gördüm. O rüyâ içerisinde bir zât-ı mübâreki gödüm fakat ben bu zâtı hiç tanımıyordum. Ertesi günü bu zât benim ticârethânemin önündne geçdi. Ben o zâtı görünce, "Bu adamı ben bu gece rüyâmda gördüm, bunda bir iş var" dedim fakat dedim ki, "Eğer bu bir manevî bağlılıksa, o zât bana müracaat etsin". Bu niyeti yapdım. İki gün sonra gene bir rüya gördüm. Yine aynı zâtı gördüm. İki gün sonra başka bir rüyâ gördüm, gene o zât benim dükkanımın önünden geçdi. Gene dedim ki, "Bu zâta ben teslîm olmayacağım ancak o bana gelip de müracaat ederse teslîm olacağım". Sonra o zât aşağı doğru gidiyordu, ben dükkanın camından onu takîb etdim, dükkandan iki yüz adım kadar ayrıldıkdan sonra, durdu ve geriye döndü, dükkanıma geldi, dükkanımdan içeriye başını sokdu, "Hâlâ îmân etmeyecek misin!" diye bana söyledi. Derhal ellerine yapışdım ve onu dükkanıma aldım ve ellerini öpdüm. Ve bana inâbe etdi yani beni dervîşliğe kabul etdi. Artık nazarî olarak gördüğüm dersleri, ilme'l-yakîn, ayne'l-yakîn, hakka'l-yakîn görmeğe başlamışdım. İnsanların ne gizli bir hazîne olduğunu, Allah'ın nice esrârına yüklü olduğunu öğrendim. Bu zâtla temâsımız on üç sene gibi bir zaman oldu. On üç sene sonra bu zât göçdü. 
Tabii benim gibi nice ihvân u yârânı vardı. Ben istihâre etdim ki O'nun yerine kim kâim olacak, ona iktidâ edeyim diye. Beni Nûreddin Cerrâhî Şeyhi Seyyid İbrâhim Fahreddin Efendi'ye rüyâ âleminde gönderdiler, oraya git dediler. Halbuki İstanbul Kâdirîhânesi beni oraya halîfe yapmak istiyordu, ben rüyâ âlemiyle, manâ âlemiyle Fahreddin Efendi'ye gitdim, dervîş oldum. Bir tarafda halîfe olacakdım, maneviyatda bu işler emirle, rüyâ ile olduğu için, gitdim, Fahreddin Efendi'ye dervîş oldum. Bir müddet sonra da, şeyhimin gördüğü seyr u sülûkü, bende zuhûra geldiğinden dolayı şeyhim beni hayâtındayken, kendisine halîfe tayîn etdi. Vefâtından sekiz ay evvel, postuna beni oturtdu. En büyük kerâmâtındanbir tânesi de "Dil-i âgâh ile bütün cihânda bilinesin" diye bana duâ etdi ki, beni beş kıtada tanırlar. Duâsının müstecâb olduğunu görmekdeyim.

Efendi Hazretleri, bu beyânâtında yalnız son mürşidinin ismini zikretmiş, ilk iki mürşidinin isimlerini tasrîh etmemişlerdi. Bu azîz mürşidlerin ilki Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî Hazretleri, ikincisi ise Şeyh Ahmed Tâhir Maraşî Hazretleridir. Bu beyânât 12 Mart 1978 târihinde Amerika'daki bir radyo programında yapılmışdır.

www.muzafferozak.com
Listeye geri dön