2 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri zaman zaman kendi seyr u sülûkünden bahseder demişdim ya, işte bu da o sohbetlerden biridir. 24 Haziran 1984 târihinde dergâh-ı şerîfde terâvih namazından sonraki sohbetlerinde o eski günlerden bahsederek buyurdular ki :
İlk mürşidim Sâmi Efendi Hazretleri 1934'de vefât etdi, mürşidsiz kaldım. Dükkan açdım Sahaflar'da. 1946 filan. Bir gece rüyâmda bir zât gördüm, Sarayburnu ile Kızkulesi arasında bir gemideyim ben, yelkenli gemi, direkleri kırılmış, yelkenleri yırtılmış, deniz semâya kalkıyor, öyle şiddetli bir hava var. Korkuyoruz biz tabii gemide. Ben yalnızım. derken Ahmed Tâhir Efendi Hazretleri, ayağında şalvar, üstünde ceket yok, cübbe de yok, bir mintan var, elinde bir kağıt var, "Bunu oku, bu vartadan halâs olursun" diyor. Sabahleyin uyandım kalkdım, "Allah Allah! Ben bu zâtı tanıyorum ama, bir muarefemiz yok, göz âşinâlığı ile tanıyoruz. Sabahleyin bizim dükkanın önünden geçdi. "Ben bu zâtı bu akşam rüyâmda gördüm ama eğer bir şey varsa o bana müracaat etsin" dedim. Gitdi.
Bir iki gün sonra gene rüyâda gördüm. Ben Bayezid'den Fâtih'e doğru geliyorum, tramvay rayının sol tarafındayım. Ahmed Tâhir Efendi Fâtih'den Bayezid'e doğru gidiyor, tramvay rayının sağ tarafında. Karşılaşıyoruz, elindeki bastonla bana işâret ediyor, kendi tarafına geçmemi söylüyor bana. Uyandım sabahleyin, "Allah Allah! Bu zât niye benimle uğraşıyor" dedim. Sabahleyin gene bizim dükkanın önünden geçdi. Arkasından dedim ki, kendi kendime konuşuyorum, "Vallahi bir şey söylemem, ancak sende bir şey varsa, gel sen bana müracaat et" dedim. O gene gitdi.
Üçüncü sefer, rüyâmda geldi beni aldı böyle bağrına basdı, bir sıkdı, kemiklerim birbirine geçdi. Bir Halvetî tâcı aldı başıma koydu. Sanki yedi kat semâyı benim tepeme bindirdi, o kadar ağır. Sabahleyin uyandık, dükkana gitdik. Gene geldi önümden geçdi. İçimden dedim ki, "Valla ben müracaat etmem, sende bir şey varsa sen gel bana müracaat et". Şimdi ben bakıyorum, pencere var bizim orda. Dükkandan bakınca tâ çarşının aşağı kapısına kadar görünüyor, affedersiniz bugünkü helâlara kadar görünüyor. İndi, indi, Râşid Efendi vardı, oraya vardı, orada durdu. Elinde bastonuyla, geri döndü, bizim dükkana geldi. Bizim dükkanın kapısında bir taş var, o da böyle müteharrik taş, eşik yapmışdım onu ben, oraya bastonunu dayadı, başını içeri sokdu, "Ulan softa! Îmân etmeyecek misin hâlâ?" dedi. "Hah şimdi oldu" dedim hemen eline yapışdım, getirdim içeri oturtdum, ellerini öpdüm, dükkânda bana telkînde bulundu. Efendiyle münâsebetimiz böyle başladı. Sonra uzun, hep yazdım onları bendeniz.
Sonra aradan zamanlar geçdi, vefât etdi kendisi. Vefât etmeden evvel, bizim dükkana geldi, oturdu oturdu, giderken yolda, döndü gerisin geriye, bir şey unutmuşum dedi, gelirken ayağı kaydı düşdü, ayağı kırıldı. Ben gitdim kaldırmak için, "Muzaffer, benimle çok uğraşıyorlardı yıkmak için, bugün yıkdılar, ben kalkmam artık bir daha "dedi. "Artık ben kalkmam" dedi. "Bugüne kadar benimle uğraşıyorlardı, beni yıkmak istiyorlardı" dedi. Sonra bir karyola bulduk, onun içine koyduk, omuzladık, evine götürdük. Zîyâretini gidip geliyoruz filan, yanımda Baha Bey vardı, onunla ziyâretine gitdik, yatağın içine oturduk, "Bana Kuşadalı'nın tâcını getirin"dedi. Getirdiler. "Bana bir emr-i Hakk vâki olursa, bunu Mustafa muhâfaza etsin" dedi. Mustafa Bey orada yokdu. "Bu tâcı Mustafa muhâfaza etsin" dedi. Öyle kaldı.
![]() |
Ahmed Tâhir Efendi Hazretleri |
Sonra ben bir gün dükkandayken Mustafa Bey geldi, "Efendi seni istiyor" dedi bana. Burdan indik Dolmabahçe'ye, oradan araba vapuruna bindik, Üsküdar'a geçdik, ordan Numûne Hastahânesine gitdik. Kapıda bir hâdise oldu, Mustafa Bey'i sokmadılar. Mücâdele oldu kapıda ve şöyle söyledi kapıdaki adam, "Herkes girer sen giremezsin!" dedi Mustafa Bey'e. Ben içeri girdim. Efendi'nin yanına çıkdım. Bana lâzım gelen şeyleri söyledi. Bir takım tenbîhâtda bulundu bana, uzun uzadıya. Sonra ben çıkacağım vakitde dedim ki, "Efendi, mangır lâzım mı?" dedim. Paralı hastahânede yatıyor çünkü. "Mangır lâzımsa, mangır bırakayım" dedim. "Sen benim kardeşimsin" dedi. "Öyle bir şey lâzım olursa ben sana söylerim. Şimdi lâzım değil" dedi. Derken o aralık Mustafa Bey içeri girdi. Ordan çıkdık. O gün bana vasiyet etdi.
Ben bir yere gitdim, Yalova'ya gitdim gâliba. Ertesi günü Hazret göçmüş âlem-i cemâle, vefât etmiş. Haber aldım, İstanbul'a geldim. Bakdım Mustafa Bey cenâzeyi hastane imâmına yıkatmış, cenâzeyi Bayezid'e getirmişler, tâcı da getirmişler, Hazret'in sandukasının üzerine koymuşlar. Mustafa Bey "Ne yapacağız?" diye bana sordu. Dedim "Sen orda yokdun, Efendi dedi ki bana, 'Bir emr-i Hakk vâki olursa, Kuşadalı'nın tâcını Mustafa muhâfaza etsin' dediğine göre bu işâret sizedir, bu hak sizindir' dedim. Öyle dedik, cenâzeyi götürdük.
Birinci Şubeden gelmişler, Küllük'de oturmuşlar, o vakit Küllük vardı, beni gördüler, beni çağırdılar, "Tâhir Efendi'nin hâlifesi kim" diye sordular, "Benim" dedim, çünkü beni tanıyorlar. Onlar rahat etsinler diye, "Benim" dedim. Halbuki ben belâyı üzerime satın aldım. Yani paratoner gibi yıldırımı üzerime çekdim. Hazret, sâhi zannetmiş gâliba, Mustafa Bey, Allah rahmet eylesin, bize bir dargınlık ortaya çıkdı filan, bize gelmez oldular, selam vermez oldular. "Biz o dükkana gelmeyiz, Efendi'nin ayağı orda kırıldı, bilmem ne oldu" filan gibi sözler, acı şeyler işitmeye başladım. Eyvallah, bir şey dediğimiz yok.
Sonra bir gün bu geldi, hep ortalığı karıştıran budur. "Sen hilâfet davâsındaymışsın" dedi. Dedim "Mesele öyle değil, mesele böyle böyle. Eğer kendisi kaldırabilecekse ben gideceğim şimdi aşağı, birinci şubeye, söyleyeceğim, "Ben değilim, filanca" diye. Kaldırabilirse. Onun üzerine kalkıp geldiler bunlar.
Efendi Hazretlerinin "Bir gün bu geldi, hep ortalığı karıştıran budur" diyerek latîfe yollu söz etdiği zât, Hâfız Âsım Şâkir Gören'di. Âsım Bey, Ahmed Tâhir Efendi Hazretlerine son derece hürmetkâr idi, Efendi Hazretlerine de büyük muhabbeti vardı. Tâhir Efendi'nin vefâtından sonra Efendi Hazretlerine darılan Mustafa Bey ve ihvânını onunla barıştırmak için bir nevi arabuluculuk yapmış.
![]() |
Fahreddin Efendi Hazretleri |
Bir müddet sonra ben istihâre etdim, ne yapacağım diye. Kâdirî Dergâhı var Tophâne'de, onlar beni istiyorlar oraya, oranın şeyhi, halîfe olarak istiyor beni. İstihâre etdim ben. Edince burası çıkdı bize ma'nâda. Fesübhânallah! Hiç bilmiyorum burada Efendi'nin neşr-i tarîk etdiğini. Yâ Rabbi ne yapayım? O hâle koydu ki Gavsi Bey, Allah rahmet eylesin, "Cuma gecesi sakalını kesme, tıraş olma, öyle gel, sana hilâfet vereceğim, sonra ertesi günü sakalını tıraş edersin" dedi. "Çünkü Hazret-i Pîr sakallı istiyor halîfeleri" filan dedi. Hazret-i Pîr'i aldatacağız biz, akşam sakallı gideceğiz, sabah sakalı keseceğiz. Neyse.
Biz istihâre etdik, istihârede burası çıkdı. İçerde meydandayım ben, sırtımda beyaz bir tennûre benim, ayağım yalınayak, başım açık. Tek başımayım, ayakda zikrediyorum, kıyâmî zikirdeyim. Efendim de Allah rahmet eylesin Fahreddin Efendi Hazretleri, pencerenin içine oturmuş, ma'nâ bu ya, sivil bir elbise giymiş, yalnız başında takke var. Şeyh Gâlib'in;
Bunu okuyor bana, ben de kıyâmen zikrediyorum. Sonra oradan beni aldı, evet öyle oldu, aldı beni getirdi içeriye, buraya yukarıya çıkardı. Hiç gelmemişim ben buraya. O vakit burada meydan yokdu, içerde bir kadın, siyâhî, zencî bir kadın böyle oturuyor, biri yatıyor. İki kadın, biri oturuyor, biri yatıyor. Hiç görmedim, bilmiyorum. Üstde bir oda gösterdi bana, "Burası senin odan, burayı temizle" dedi bana. Orda pırasa kabukları, ıspanak çöpleri filan var. Böyle bir ma'nâ. Uyandık biz. Ulan ne yapayım ben? Orası bekliyor beni. Acâib çıkdı rüya. Kalkdım geldim buraya. Korka korka geldik, kapıyı çaldık, dakk-ı bâb eyledik filan. Kapıyı birisi açdı, "Ne istiyorsun?" dedi, Efendi'yi göreceğim dedim. "Efendim, hâl ve keyfiyyet böyle böyle böyle oldu" dedim. Güzel ama Muzaffercim, bir de ben bakayım ma'nâya, karşılıklı olsun" dedi. İyi dedim. Gitdik. Pazartesi günü gel dedi bana. Pazartesi günü Hazret gelmiş, Sefer Efendi, kağıt getirmiş, "Bugün gelme, bu akşam işim çıkdı, Perşembe akşamı gel". Netîcede buraya geldik. Mesele öyle oldu.
Sonra, buraya geldikden sonra, Efendi'yi gördüm gece ma'nâda. Büyük bir kapı, Fahreddin Efendi Hazretleri böyle oturuyor, Ahmed Tâhir Efendi de böyle oturuyor. Mustafa Bey de almış adamlarını, yerde bir bıcırlı ateş var yanıyor, böyle ama küllü ateş vardır ya, ateşli kül vardır, işte öyle, leğen gibi bir şeyin içinde helva kavuruyor. Sırtında beyaz ehram var, adamlarının da arkasında beyaz ehram var. Benim ehramım sarı, sarı ehram benim ehramım. Ben kenardayım, ateşe basmıyorum, ben kenardan helvayı karışıtırıyorum. Sonra Efendi beni çağırdı, "Bu kim dedi?" bana sordu. Fahri Efendi'yi gösterdi, "Bu kim?" diye sordu. Dedim ki "Nureddin Âsitânesi Şeyhi Fahreddin Efendi Hazretleri". "Sen bizim dervîşleri bırakma" dedi bana. "Memnûn oldum ama bizimkileri bırakma sen" dedi. Öyle geçdi.
Sonra ben bir daha istihâre etdim, ne olacak diye. Bu sefer, oturmuş kabrin üstünde, elinde bir sopa, gülüyor, kahkaha atıyor. Mustafa Bey'de bir şey varsa, gideyim bîat edeyim dedim. Kahkaha atıyor. Ha ha ha ha ha. Başka bir şey yok. Sonra bir daha gördüm. Gene iskemlenin üstüne oturmuş, bastonuna dayanmış. gâyetle asabî. Bana bastonu bir kaldırdı. "Gevşekmişsin, gevşeksin, gevşekmisin! Bilmem kaç sene sonra buraya geleceksin, benim yanıma" dedi. "Gevşek adam!" dedi, bir bağıdı, bir bağırdı. Şimdi memnûn olmuş, gördüm, konuşdum.
www.muzafferozak.com