8 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ * وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحًا مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ * صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ
Bu âyât-ı kerîme esrâr-ı külliyye-i ilâhiyye ve imkâniyyeyi câmi'dir ve cemî' merâtib-i sülûkü 'urûcen ve nüzûlen muhîtdir. İcmâlen beyân edelim, tafsîli tatvîle müeddîdir.
Merâtib-i sülûk, külliyât i'tibârıyla üçdür. Merâtib-i makâmât-ı nefs ve merâtib-i makâmât-ı rûh-i kuds ve merâtib-i makâmât-ı sırr-ı akdesdir. Dördüncü makâm, "makâm-ı ev ednâ"dır. Ol makâm, makâm-ı fenâdır. Cemî' makâmlardan a'lâ ve ahfâdır. Ve merâtib-i nefsin nihâyetiyle merâtib-i rûh-i kudsün bidâyeti beyninde makâm-ı kalb vardır. Anınla beş oldu, hazerât-ı hamse muktezâsınca. Ve bu merâtibe göredir, ilhâmın ve vahyin merâtibi.
Merâtibin a'lâsı, makâm-ı "ev ednâ" ve makâm-ı ahfâdır. Bu makâmda bunun ehlinde vücûd ve yakîn olmaz. 'Ayn-ı Hakk'da istihlâkdir ve ayn-ı Hakk'la kıyâmdır ve hareketdir. Ol makâmda aslâ ikilik ve isneyniyyet olmaz. Ol ehadiyyet makâmıdır. Ol makâmda olan vahy ve hitâb-ı müstetâb, zât-ı mukkaddeseden zât-ı mukaddeseyedir. Ol makâma vâsıl olan kimsenin şânı, "lâ mevcûde illallah" ve "lâ fî cübbeti'l-vücûdi sivâh"dır. "El-fakru sevâdü'l-vechi fi'd-dâreyn" sırrı buna remzdir. "Ve izâ temme'l-fakru fe hüvallah" kelâmı buna işâretdir. Bunun ehlinden vücûd bunun vücûdu değildir ve tasarruf bunun tasarrufu değildir. Zîrâ "el-'abdü vemâ yemlukuhû kâne li mevlâhu" künhüyle mütehakkikdir. "El-müflisü fî emânillah" sırrıyla muttasıfdır. Bunun vahyi, vâsıtasız vahydir, ana işâret etdi.
"وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا" kavliyle beşeriyyeti kayd etdiği, zât-ı ilâhiyyenin zâtında zâtıyla mu'amelesinden ihtirazdır. 'Abd-i beşeriyyetin zâtullahda fenâ ile tahakkukunda olan mu'ameleye işâretdir. Ve ıtlâk-ı beşeriyyenin fillah fenâsına ve vahdet-i zâtiyye ile tahakkukuna mâni' değildir. Dıyk-ı makâm zarûretinden ve makâm-ı edebe riâyeten zikrolunmuşdur. Ve beşeriyyet kaydı bu makâmda beşerden gayrısını ihrâc içündir. Zîrâ makâm-ı ehadiyyetle mütehakkik olmak beşeriyyetin ekmeline müyesserdir, oraya melek ve felek giremez. "Lî me'allahi vaktün lâ yese'anî melekün mukarrabün velâ nebiyyün mürselün" bunâ delîldir. Bu bir sırr-ı garîbdir, bundan öte ta'bîr ve beyân kâbil değildir, ancak bu kadar olur.
Ömer İbnü'l-Fâriz'in Kasîde-i Tâiyye'sinde, "ve zâtî bi zâtî iz tecellet tehallet" dediği buna göredir. Bu makâm-ı "ev ednâ"dan aşağıdır, makâm-ı "kâbe kavseyn" makâmıdır. "Kâbe kavseyn" demek, vücûd-i mutlak Hakk'a ve halka şumûlü haysiyetinden cümlesin câmi' olduğu ecilden, bir dâire-i vâsi'aya teşbîh olunmuşdur. Dâirenin cihet-i halkda olanına, kavs-i imkân, cihet-i Hakk'da olanına, kavs-i vücûd-i vücûb denilmişdir. Bir kimse dâire-i imkânı kat' eylese, dâire-i vücûb-i vücûda vâsıl, ikisinin beyninde kabza-i kavseynde kâim olup, yed-i yüsrâsında dâire-i imkân ve yed-i yümnâsında dâire-i vücûd-i vücûb-i lâ-mekânı kabz edüp, berzahı câmi' olup, mükâşif ve müşâhid olup, ikisinde bile mutasarrıf olursa, ol kişiye "kâbe kavseyn" oldu dediler. Ol makâmla tahakkukunda Resûl-i Ekrem'e, sallallahu aleyhi vesellem, "Fe kâne kâbe kavseyn" nâzil oldu.
Ve ma'a-zâlik bu mâkâm kesret makâmıdır. Zîrâ iki kavs vardır, mâbeyninde bir kabza var, ol kabzada kâim ve mütehakkik bir şahs var. Nihâyet-i kâmil ve müşâhid ve mükâşif, "وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِۙ * وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ * وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍۜ ve's-semâi zâti'l-bürûc, ve'l-yevmi'l-mev'ûd, ve şâhidin ve meşhûd" makâmıdır. "Ev ednâ" makâmında cümle i'tibarât zâil olmuşdur, zât-ı mukaddese bâkî kalmışdır. Ne kavs ve ne kabza ve ne kabzada kâim şahs.
"Kâbe kavseyn" makâmı, makâm-ı sırrdır. Ve mebde' ve me'âd makâmıdır. Ve makâm-ı ittisâl ma'a ihtimâli'l-iftirâk ve'l-fisâl" makâmıdır. "Ev ednâ" makâmı, "visâli bi- gayr-i i'tibâri'l-vâsıli ve'l-fisâl makâmıdır. Bu "kâbe kavseyn" makâmı, Kur`ân-ı Azîm'de "ufuki'l-a'lâ" ta'bîr edilmişdir. Zîrâ makâm, ufk-i a'lânın nihâyetidir. Ufk-i a'lâ, makâm-ı rûhü'l-kudsün nihâyeti sırr-ı akdes makâmıdır. "El-insânü sırrî ve ene sırruh" yeridir. Bunda olan vahy, 'ale'l-'ıtlak, bilâ-vâsıta değildir. İrâdet bilâ-vâsıta olur. Ve ekseriyâ verâ-yı esmâ-yı husnâdan ve sıfât-ı a'lâdandır. Kesret i'tibar olunduğu da budur.
Velâkin bu makâm-ı "kâbe kavseyn", asfa'l-makâmâtdır ve ezke'l-menâzildir. Havâss-ı evliyâullah bu makâma vâsıl olmuşlardır. Bel ehassu'l-havâssdır. "Kâbe kavseyn" makâmına karîb olan makâm-ı rûhü'l-kudsdür. Havâssın makâmı oldur. Ondan aşağı makâm-ı ufk-i mübîndir. Ufk-i mübîn, makâm-ı kalbin nihâyetidir, rûhü'l-kudsü belleyen cânibdir. Ol makâmın ehli olan evliyâullah, el-havâssu'l-havâss bölüğünden değildir, onlara karîb olanlardandır. Onlara iltihaka dâim teklif ve ictihad üzeredirler. Onlara olan vahy, "bi vâsıtatin"dir.
Ve andan aşağı makâm-ı kalbdir. A'lâ makâmdır ve ezkâ menzildir. Ol makâmın erbâbı, mevt-i irâdîyle meyyit olup, kubûr-i kalbiyyede meknûn ve medfûn olmuşlardır. Dünyâdan gitmişlerdir, âlem-i berzaha varmışlardır. Velâkin haşr olunup âhirete hâric ve bâriz olmamışlardır. "Mûtû kable en temûtû" emriyle mütahakkiklar ve mahkûmlardır. Hâlen bi'l-fi'l mevt-i tabi'î ile meyyit olup, kubûr-i me'lûfede yatan mevtâ mesâbesindedirler. Anlar hod havâss-ı evliyâullahdan hâric değillerdir. 'Avâmm merâtibinden tecâvüz etmişlerdir ve havâss bölüğüne girmişlerdir. Anda olan vahy ve ilhâm, bi'l-vâsıtadır.
Ve anlardan aşağı, nefs-i mutmainnedir. Hakîkat-i insâniyyenin matla'ında kâimlerdir. Ol şemsin nûr-i şu'âında hayrân hâimdirler ve uryân ve büryânlardır. "لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْرًاۙ" sırrıdır. 'Ulûm-i garîbeye mâlikler ve esrâr-ı 'acîbeye mütemâliklerdir. "وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا" ona işâretdir. Anlar 'avâmm-ı ehl-i îmânın gâyetle iyileridir. Zîrâ a'zam-ı meşâyih, merâtib-i nefsi kat' etmeyenlere havâss-ı evliyâ dememişlerdir. Bunlar hod merâtibi-i nefs-i mutmainnededir, henüz daha tecâvüz etmediler. Bunların dahi ilhâmı ve vahyi, bi'l-vâsıtadır. Ve vâsıtasız da olur. Zîrâ makâm-ı cem'dir. Âsâr-ı 'ilm-i ledünnî zuhûr yeridir. Zât-ı insân, sırr-ı zâtullahı müşâhede makâmıdır.
Bundan aşağı, ashâb-ı nefs-i mülhimedir. Anlar mağrib-i tabî'ate vâsıl olmuşlardır. Gurûb-i şemsin esrârına vâkıflardır. Anda da esrâr-ı garîbe ve envâr-ı muzlime vardır. Anlar ilhâmât-ı ilâhiyye ehlidir. Küşûfât-ı vehmiyyededir. Anların da ilhâmâtı vâsıta iledir.
Andan aşağı ashâb-ı nefs-i levvâmedir. Envâr-ı kalb âsârıyla mehmâ-emken mütenevvirler ve âsâr-ı ilhâmât-ı ilâhiyye ile bi'l-vâsıta müteberriklerdir. Anın galebesinde cânib-i İzzet'e müteveccih, müncezibe olurlar. Ve âsâr-ı nefs-i emmâre ile mütekeddirelerdir. Anın galebesinde tabî'ate tenezzül ederler. Tenezzüllerin görüp dâim melâmetde ve feryâdda oldukları içün nefs-i levvâme dediler.
Ve andan aşağı ashâb-ı nefs-i emmâredir. Tabî'at-i muzlimede kalmışlardır. Şehevât-ı şenî'a ile mukayyed olmuşlardır. Evâmire imtisâl ve menâhîden ictinâb, emr-i müşkil olmuşdur. Belki hiç anmazlar, gafletde ve gururda kalmışlardır. "Ülâike ke'l-en'âmi belhüm edall", "ülâike hümü'l-gâfilûn", anlar hakkındadır. Bu hüküm gâlib olana ashâb-ı nefs-i emmâre dediler. Ve ötesş gâlib olana nefs-i levvâme dediler. Bunun ehli ve anın ehli merâtib ve tefâvüt üzerine ekser ve ağleb ile hükm olunur.
İmdi verâ-yı hicâbdan olan ilhâm ve vahy içün Hakk Celle ve A'lâ işâret etdi, "اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ". Bunun ehli ziyâde çokdur. Hattâ makâm-ı "ev ednâ"da ve makâm-ı fenâda ve ahfâda olan efrâda bile bazı evkatda hicâb ârız olup, ilhâm ve vahy, vâsıta ile olmak vardır. "Lî me'allahu vaktün" ana delîldir.
Ve bu imkân-ı fenâya ve menzil-i "ev ednâ"ya vâsıl olmayan ve vâsıl olup, fenâdan bekâya ve vahdetden kesrete nâzil ve merdûd olan kümmel-i ümenâ vardır. Anların ashâb-ı şeî'at olan müresellere zikr-i sâbık olan ilhâmât ve vahyler olduğundan gayri, bizzât anları teşrîfen melek irsâl olunup, ahkâm ve hüküm ta'lîm olunup, bu nihâyet-i kemâl olduğundan, buna işâreti te'hîr edüp, "اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ" dedi. Ve sâhib-i teşri' olmayan enbiyâya da melek gelüp i'lâm ve ta'lîm eder.
Ve ehl-i ülfet olanlara makâm-ı fenâ ile tahakkukları zamânında vâsıtasız vahy ve ilhâm olur, ve illâ felâ. Ve fenâ ehlinden bir tâife, ehadiyyetden vâhidiyyete ve kesrete nâzil olup, evvelâ zâtdan sıfâta tenezzül eder. Sâniyen sıfatdan ef'âle tenezzül, sâlisen ef'âlden ekvânâ ve 'âlem-i kesrete ve edviyye-i tabî'ate teseffül edüp, Hakk'la bunların beyninde bu kadar mesâfât olmakla, irşâd ve terbiyet husûsu içün imdâd-ı melâike irsâl olunmakdan hâlî olmaz. Hattâ Şeyhü'l-Ekber kuddise sırruhu'l-mutahhar, "Bu makâmın ehli, Ümmet-i Muhammed'in evliyâsının enbiyâsı menzilesinde tenzîl olunmuşdur, verese-i enbiyâ bunlardır" der.
Ve ba'demâ tekarruru'l-emr Hakk Celle ve A'lâ Ulüvvü'ş-Şân, işâret edüp ve kemâl-i hikmetine remz edüp, dedi, " اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ". Ve ba'dehû bu makâmât ile Resûl-i Ekrem'in evvelâ 'adem-i tahakkukuna ve ba'dehû tahakkukuna 'urûcen ve nüzûlen işâret edüp dedi : " وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحًا مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ ".
Bu beyânât, büyük mürşidlerimizden Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretlerinin bir mektûbundan alınmışdır. Mektûb Osmanlı pâdişahlarından birine gönderilmişdir.