26 Temmuz 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Şeytan'ın âlimleri, ilim ehlini kandırması pek sık vâki olur. Zîrâ ilimle meşgûl olanlar bazı kötü sıfatlara meyyâl olurlar. Bunların başında da kibir gelir. Kibir kendini başkalarından üstün görmek, halkı hakîr görmek, küçümsemek ve hakkı kabûl etmemek sûretiyle tezâhür eder insanda. İlim ehlinin kibri sâhib oldukları ilme mağrûr olmalarından kaynaklanır. Şeytan bu gibi kimselere şöyle fısıldar, "Sen âlim adamsın, herkes câhil, sen kendini onlarala bir tutma". Yâhud "Sen hürmete lâyıksın, eli öpülecek adamsın" der ve onun kibrini körükler. Kibirlenen kişi iddiâcı olur, önüne gelenle cedelleşir, münâkaşa eder ve haksız dahi olsa üste çıkar, hatâsını kabûl etmez. Küçük düşerim korkusuyla bâtılı müdafaa eden, hakka itiraz eden pek çok âlim vardır. Bu ne büyük felâketdir!
İlim ehlinin diğer bir zaafı, hastalığı haseddir. Hased taksîmât-ı ilâhîye râzı olmamakdır. Meselâ akranlarından birisi önemli bir mevkiye gelmişdir, o hasûd âlim buna dayanamaz. Çünkü o mevkiye kendisini lâyık görür. O adama düşman olur, onun aleyhinde bulunur, onu o mevkiden düşürmek için hîleler yapar, yalan söyler, iftirâ eder. Her devirde görülmüşdür bu.
Makam sevgisi de ilim ehlinin zaafları arasındadır. "Sen âlim adamsın, senin yüksek bir mevkide olman lâzım" diye fısıldar Şeytan ona. Şeytan'ın iğvâsına kapılan âlim, yüksek bir mevkiye gelebilmek için her şeyi göze alır. İdârecilere yalakalık yapar, gösteriş yapar, yalan söyler, intihal yapar. Bunlar da onun helâkine sebeb olur. Belki dünyâsı âbâd olur ama âhireti berbat olur. Belki burada alkışlayanlar çok olur, ona itibar edenler, önünde eğilenler hoşuna gider ama yarın yevm-i kıyâmetde rezîl ve rüsvây olur.
Mal sevgisi de diğer bir hastalığıdır ilim ehlinin. Şeytan onu ilmini paraya çevirmesi husûsunda kandırır. Şeytanın iğvâsına kapılan âlim ilmini para karşılığında satar. Bazıları sırf mal sevgisi yüzünden zâlimlere destek olurlar. Meselâ organ mafyasına hizmet eden hekimler gibi. Yâhud zâlim bir idâreciye gayr-ı meşrû işleri için fetvâ veren âlimler gibi.
İlim ehlinin en büyük zaaflarından biri de şöhret merâkıdır. Şeytan fısıldar, "Mâdem tanınmayacakdın, niçin âlim oldun" der. Yâhud, "Sen büyük adamsın, şöhret sâhib olmalısın ki halk senden istifâde etsin" der. Şeytanın aldatmacasına kanan âlim, şöhret sâhibi olmak için yoldan çıkar, dikkat çekmek için türlü türlü maskaralıklar yapar, şöhret olmak için muhâlif görüşler ortaya atar, bevvâl-i zemzem misâli en büyük âlimleri tenkid eder. Bir kere şöhreti yakaladı mı bu onun felâketi olur. Zîrâ şöhret makâm getirir, mal getirir, gurûra düşürür insanı. Şöhrete sâhibi olan kimse, ucuba da düşer. "Bu kadar adam bana itibar etdiğine göre bende bir kerâmet var" diye düşünür. Şöhret riyâya da düşürür insanı. Çünkü şöhretini kaybetmek istemeyecekdir ve bunun için herkesin hoşuna gidecek şekilde hareket etmek zorundadır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Şeytan'ın elinde oyuncak olan ve şeytanlaşan âlimlere şöyle bir misâl veriyor :
Fikreyle Bişr-i Mürsî dedikleri kimseyi ki İmâm-ı Ebû Yûsuf'un şakirdi olmuş iken halk-ı Kur`an da'vâsına düşüp Bagdâd'da Me'mûn halîfeyi ve sâiri idlâl ve izlâl eyledi. Evliyâdan biri bir gece bir ribâtda misâfir olup orada Şeytân'ı görünce "Nereden gelirsin?" deyu suâl edince, "Bağdâd'dan gelirim" dedi. "Ya Bağdâd'da yerine kimi alıkoydun?" dedi. İblîs dahî "Bişr'i alıkoydum" deyu cevâb verdi. Ve Bişr-i mezkûr vefât edüp kabre vaz' olundukda cehennem onun üzerine hücûm edince ehl-i makberenin şâbb olanları havflarından pîr oldular. İşte bazı bilâdda 'âlim sûretinde böyle dâlle ve mudılle kimseler vardır ki İblîs'e bedel olmuşlardır. Ve halkın hevâsına muvâfakatlarından halk onların ne idiğün bilmemişlerdir. Zîrâ ellerinde mîzân-ı şerî'at yokdur. Ve bir kimsenin şerî'at cihetî imtihân olunmadıkça iktidâya sâlih değildir, gerekse onda hâl olsun ve gerekse olmasın. Zîrâ hâl dedikleri edebe mukârin olmakla makbûldür. Ve Kur`ân’da gelir, "تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ".
Meselâ bir kimsenin üzerine evliyâdandır deyu türbe ve kubbe binâ ederler. Ma'ahâzâ içinde halkın i'tikâd etdiği gibi cân yokdur. Ve ona vâkıflar vâkıf olurlar. Ve mezkûr olan Me'mûn Halîfe, kendi nefsinde bu kadar melekât-ı fâzılası vâr iken Hakk'a mühtedî olmayup, halk-ı Kur`ân kaville dâll olmakla hâlâ Tarsûs'da bâb-ı türbesi muğlak ve cânına bir Fâtihâ okur yokdur. Zîrâ reh-i sedâddan munharif olmakla 'avâmm-ı nâsın bile kulûbu ondan dönmüşdür. Ve Şâm içinde dahî bu makûleler vardır.
Pes, ilm-i mücerred insâna kifâyet etmedi. Belki 'ayne'l-yakînden hissemend olmak vâcib kıldı. Tâ ki zunûn ve şukûk bi'l-külliye aslından munkala' ola ve hakkıyyet mertebesi zuhûra gele.