13 Haziran 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Allah ilân etmişdir ve demişdir ki, benim düşmanımdır ve sizin düşmanınızdır bu yaratdığım mahlûk, Şeytân, siz kendinize bunu düşman ittihaz ediniz ve onun şerrinden bana sığınınız.
Gene bir rivâyete göre, Akkirmânî'nin bir hadîsi var, hadîs-i erbaîni, onda bir hadîs-i şerîfde gördüm gene, o da Şeytan hakkında olduğu için anlatacağım, hatırıma geldi şimdi. Bismillahirrahmânirrahîm. Teee kırk sene evvel okumuş idim. Cenâb-ı Hakk ilm-i ezelîde melekleri halk edip, daha Âdem'i halk etmeden evvel Şeytan meleklerin arasında bulunuyor ve meleklerle beraber idi. Sonra semâda ve ardda Allah'a secde etmedik yer bırakmadı. Melekler ona "Hâris" tabîr ediyorlardı. İbâdetde hırs sâhibi demek, çok ibâdetçi.
İsmi nedir Şeytan'ın? Şeytan lakabı onun.
"Azâzîl ne demek?" diye sorulunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :Azâzîl. İsmi Azâzîl'dir. Hâris de sıfatıdır onun. Melekler koymuşlardır ona lakab olarak yani ibâdete çok harîs olduğu için. Ardda ve semâda hiç secde etmedik yer bırakmadı Allahu Teâlâ Hazretlerine. Onun için Hâris diyorlardı kendisine.
İzzetden geliyor. İsmi öyle Azâzîl. Sonra ilm-i ezelî olarak Allahu Sübhânehû ve Teâlâ meleklerine ve Şeytan'a ilân etdi, semâvâta ve arda, "İçinizden birisini kendime düşman ittihaz edeceğim". Hükûmet-i Rabbâniyye kuruluyor yani. "İçinizden birini kendime düşman ittihaz edeceğim". Bunu böyle ilân edince bütün melekler girdiler Azâzîl'e, Azâzîl'in başına toplandılar, dediler ki, "Ey Azâzîl! Ey Hâris! Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri yerin göğün sâhibi bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki ve rezzâkı ve fettâhı ve hannân ve mennânı ve rahmân ve rahîmi olan Allah içimizden birisini kendisine düşman ittihaz edecekmiş. Böyle ilân etdi. Biz mahlûkuz, evvelimiz var. Ve biz zaîfiz O kavîdir. Biz zelîliz O azîzidir. Nasıl olur böyle? Yani nasıl yapalım? Yalvaralım, ağlayalım Allah'a ki, Allah içimizden birisini kendine bir hasım olarak tutmasın" dediler melekler. "Ve senin duâna bizim ihtiyâcımız var. Sen semâda ve ardda Allah'a secde etmedik yer bırakmadın. Senin duân müstecâb olur. Bizim hakkımızda duâ et" dediler. Bunun üzerine İblis ellerini açdı ve meleklerin hakkında Allahu Teâlâ'ya şöyle duâ etdi, dedi, "Yâ Rabbi, bunlar senin mahlûkâtındır, bunların içerisinden hiç bir tânesini kendine hasım olarak seçme" dedi. Fakat kendi nefsini unutdu. Unutdu duâda, evet. Unutduruldu. Ve âmîn dediler. Allahu Teâlâ meleklerin hepsini bu belâdan korudu fakat bu ok, atılan bu ok, İblis'e isâbet etdi. Yani bu kazâ oku, bu kader oku, İblis'e isâbet etdi. Allah muhâfaza buyursun.
Evet. Cenâb-ı Hakk sonra işte Âdem'i halk etdi. Meleklere emretdi, dedi ki meleklere, "اسْجُدُوا لِاٰدَمَ üscüdû li âdeme", Âdem'e secde ediniz, "فَسَجَدُٓوا fe secedû", hepsi secde etdiler, "اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ illâ İblîs", İblîs secde etmedi, "اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ebâ vestekbere ve kâne minel'l-kâfirîn", ibâ etdi, secde etmedi ve kâfirlerden oldu. Yani ilm-i ezelîde, Allah'ın takdîrinde gaybda olan küffârdan oldu kendisi. Sonra Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine dedi ki, "Ben sana bu kadar ibâdet ve secde etdim, bunu hebâ mı edeceksin?" dedi. Düşünmedi ki, onun yapmış olduğu yüzbinlerce senelik ibâdet ve tâat, böyle göğe bir kerre bakarak güneşi görmenin hakkı bile değil, karşılığı değil. Bunu düşünemdi. "Bana mühlet ver öyleyse dünyâ yüzünde" dedi. "Mâdem ki beni rahmetinden tard etdin".
"Peki, niye secde etmedin Âdem'e?" dedi Hazret-i Allah. Allah onun niye secde etmediğini biliyor hâ! Konuşuyor ki biz duyalım, biz anlayalım diye. "Ne şey seni men etdi, Âdem'e secde etmedin?". Dedi ki, "خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ halaktenî min nârin ve halaktehû min tîn". "Ben nârdan halk olundum, Âdem ise toprakdan halk olunmuşdur. Binâenalâzâlik ateş toprağa fâikdir, yüksekdir toprakdan" dedi. "Benim yaradılışım yüksek" dedi, "nasıl olur ben kendimden dûn kimseye secde edeyim" yani. Allah dedi, "فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ fahruc fe inneke racîm". "Çık huzûrumdan kelb! Huzûrumdan çık, seni rahmetimden tard etdim" dedi, "bana karşı geliyorsun. Senin hâlıkınım ben". O da dedi ki, Şeytan da mukâbele etdi, dedi, "Mâdem ki çık diyorsun, huzûrundan çıkayım ben ama bana yevm-i yubasûna kadar, kıyâmet gününe kadar mühlet ver, dünyâ yüzünde kalayım. Kalayım ki, yapacaklarımı bu âdemoğulları görsünler. Onlara bak neler yaparım ben". "Ben de sana" dedi Cenâb-ı Hakk, "işte duysun kullarım" dedi, bütün gelecek olan mahlûkât, "yevm-i yubasûna kadar mühlet vereceğim". Yani verdim dedi.
Vaktâki bu sözü aldıkdan sonra, şöyle ifâde etdi, "Ben kulların dört tarafını alacağım, yani önünü, ardını, sağını, solunu çevireceğim böyle, sana giden yolun üstüne oturacağım ve men edeceğim onları, senin rahmetine sokmayacağım. Yani senin rahmetine sokmayacağım, gadabına uğratacağım onları" dedi. İki yeri unutdu. Onun için duâda ne yapıyoruz, ellerimizi semâya açıyoruz, yüzümüzü yere çeviriyoruz. Duâda onun için el açılıyor semâya, yüz yere çevriliyor. Duâ böyle ediliyor Cenâb-ı Hakk'a. Bazıları rivâyet etmişler, elleri böyle birleştirmek lâzım demişler. Ellerin arası açık olursa, yukarıdan dökülen rahmet buradan aşağı dökülür diye.
Ve Cenâb-ı Hakk dedi ki, "Sen bunlara saldıracaksın fakat, لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ leyse leke aleyhim sultânün, benim kullarımdan muhlis olan kullarım var ki bunlara musallat olamayacaksın sen. Senin onlara hiç tesîrin olmayacak. Sana bu kuvvetle, bu kudretle yevm-i yübasûne kadar izin veriyorum, bunlarla uğraşacaksın, fakat bu kullarıma katiyyen musallat olamayacaksın. İşte onlar hâlis kullarım benim. Ve "Sana tâbi olanları seninle beraber cehenneme koyacağım" dedi sonra.
Cenâb-ı Hakk buyurdu ki, "Onlar bana isyân edecekler, sen etdireceksin isyân, belki onlar bana isyân edecekler ama ben de rahmetimle onlara tecellî edeceğim, affedeceğim onları" dedi. "Gâfiller sana uyacaklar ama onlar günah işleyecekler ben de onların günahlarını affedeceğim" dedi.
Sonra işte başladı artık insanoğullarına. Evvelâ Hâbil'le Kâbil arasında yapdı bu işi. Evvelâ iki kardeşi birbirine öldürtdürdü. Sonra âdemoğulları ikiye ayrıldılar, bir kısmı dağlara çekildiler, bir kısmı ovalarda kaldılar. Dağ erkekleri güzel, kadınları çirkin. Ovanın kızları güzel, erkekleri çirkin. Ondan sonra ne yapayım dedi Şeytan, çalgıyı îcâd etdi. Çaldı müziği. Dağlılar indiler ovaya bir yere, toplandılar Şeytan'ın başına. Dağ erkekleri ovalıların kızlarını gördüler, onları almaya kalkdılar, kadınları. Ondan sonra harb başladı. Birbirlerini gördüler, âşık oldular, o onun karısını almaya kalkdı, o onun kocasına varmaya kalkdı, bir hengâmedir başladı. Bidâyetde muhârebeler evvelâ öyle başladı. İşte Âdem aleyhisselâm irşâd etdiği hâlde, ona uymayanlar böyle yapdılar.
Âdem öldükden sonra, onların içerisinden Cenâb-ı Allah, Şît'i gönderdi, bir peygamber gönderdi, Şît aleyhisselâmı. Şît geldi, onlara dedi ki, "Ne yapıyorsunuz! Bu yapdığınız sizin doğru bir iş değildir bu. Sizin gelin babamız Âdem aleyhisselâmın yolundan yürüyelim biz. Allah'ın ona gönderdiği kitâblar var. Allah onu cennetden çıkardı sonra onu peygamber yapdı, ondan sonra onun eline kitâblar verdi, işte bana da kitâblar geldi, aynı o kitâblar gibi, ben onun yerine peygamber oldum. Allah'a isyân etmeyelim, böyle birbirimizin kadınlarını madınlarını kaçırmayalım. Herkes kendi hâline şükretsin, kendi elindeki nimete hamdetsin, otursun" dedi "ve Allah'a ibâdet edelim" dedi. Allah kânununa râzı olmayanlar Peygamber'e karşı çıkdılar. Şît, onları Allah'a davet etdi, mukâbilinde onlar ne yapdılar, kavmin içerisinde Şît'e muhâlif olanlar, putları yapdılar, dediler ki "İlah budur, bizim ilâhımız da bu. Haydi gelin buna tapın şimdi, ona tâbi olmayınız". Nefsine, arzularına tâbi olanlar, onlar, putlara gitdiler. Peygamberlere tâbi olanlar ise, onlar, mü'minler oldular, Allah'a ibâdet etmeye başladılar. Bu şekilde ikiye ayrıldı. Îmân edenlerden bazıları küfre gitdiler yani Allah kânunlarına tahammül edemeyenler, onlar, udûl edip kaçdılar, putlara taptılar. Putlara tapanların içerisinde bazıları hidâyete ererek Allah'ın dînine girdiler.
Ve kıyâmet gününe kadar bu böyle devâm edecek, yevm-i yübasûna kadar. Îmânlının çocuğu îmânsız olacak, kâfir tarafına, kâfir safına geçecek, kâfirlerden bazılarının çocukları îmânlı olacak, onlar mü'minlerin safına geçecekler. Kıyâmet gününe kadar böyle muhârebe ve çekişme devâm edecek. Bu, sûret sûret görünecek, şekil şekil görünecek. Bazen dîn nâmına olacak, bazen iktisad nâmına olacak. Bazen dîn şeklinde görünecek, bazen de iktisad şeklinde görünecek bu düşmanlık. Neden? Çünkü vaktâ ki Allah dedi ki Âdem'e, "Cennetde otur sen orada ve istediğini ye, bu ağaca yaklaşma" demiş idi. Âdem'e unutturuldu o da buğdaydan yedi yâhud elmadan, Allah'ın men etdiği ağaçdan. Allah onları kürre-i arda indirirken, "اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ ihbitû ba'duküm bi ba'din adüvv", birbirinize düşman ve adüvv olarak cennetden çıkın dedi, indirdi aşağıya. İşte bu emr-i ilâhî üzerine bu tecellî edecek böyle. Tâ kıyâmet gününe kadar iktisâden, siyâseten, bilmem işte demokrasiydi yok kırallıkdı filan bu şekilde devam. Kıyâmet gününe kadar devâm edecek.
Şimdi, bundan kurtulmanın çâresi, îmâna dönmenin çâresi, Allah'ı zikretmek, Allah'ı tevhîd etmek, Allah'a inanmak ve Allahu Teâlâ'nın yoluna boyun koymakla mümkündür, belâdan kurtulmanın çâresi. Ve illâ helâke insan mahkûmdur.
Şeytan Peygamberimize gelmiş, demiş, "Seni Cenâb-ı Hakk bütün âlemlere rahmet olarak gönderdi. Binâenalâ zâlik bana şefâat et ve Allah beni bu vazîfeden artık ayırsın, azletsin. Ben de tövbekâr olayım. Senden bunu ricâ ediyorum, niyâz ediyorum" demiş Cenâb-ı Peygamber'e. Efendimiz demiş ki ona, sallallahu aleyhi vesellem, "Ben sana şefâat ederim ama sen şimdi git buradan Serendip Adasına, Âdem'in kabrine git bir secde et, sonra gel, ben Cenâb-ı Hakk'a söyleyeyim, niyâz edeyim, seni Allah bu işden kurtarsın, yani senin üzerinden lanetini kaldırsın". Demiş ki, "Oooo! Aman onu bana söyleme sen! Ben ona canlı olduğu vakit canlı vücûduna secde etmedim, şimdi gidip mezarına mı secde edeceğim!" demiş, kaçmış gitmiş melûn. "Ben Âdem'in dirisine secde etmedim, ölüsüne hiç secde eder miyim!" demiş, kaçmış gitmiş.
Şimdi burada incelik var. Bunun zâhir kısmı böyle. Vukûâtlar böyle ama hakîkatde bunun altında şu çıkıyor. İnsanlar Allah'ın varlığını kabûl ediyorlar. Zâten etmeseler de onların vücûdları Hakk'ın varlığını ve birliğini göstermekde. Çünkü iki nefiyden bir isbât çıkar. Yok yok, var çıkar. Bütün davâ şu ki, insanlar arasındaki mücâdeleler ve muhârebeler peygamber meselesi içindir. İşte Şeytan da Allah'a diyor, "Yâ Rabbi, ben sana secde ederim ama buna etmem" diyor, "benden dûn o" diyor. Bütün davâ, bâb-ı nübüvveti inkâr yani Peygamber'i inkârdır. Şeytan'ın Âdem'e secde etmemesinden o çıkıyor. Onun için bakıyorsun işte, "Ben Mûsâ'ya inanırım ama Îsâ'ya inanmam". "Ben Îsâ'ya inanırım ama Muhammed'e inanmam". Bak işte oradan çıkıyor davâ. Ama Allah'da birleşiyoruz. Allah'da birleşiyoruz. Bütün davâ, kavga buradan çıkıyor. Halbuki bilmiyor ki, bir nebî ile bin nebî aynı nûr. Yani Hazret-i Âdem'den Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi veselleme gelinceye kadar ne kadar peygamber geldiyse hepsi bir nûr-i vâhid. Bir nûr.
İşte ne gibi? Hazret-i Mevlânâ kaddesallahu sırrahu'l-âlî Mesnevî'de şöyle tarif ediyor. Diyor ki, talebeye hoca dedi ki, "Aç dolabı, orada bir şişe var, ban ao şişeyi al da getir" dedi. Talebe gitdi, dolabı açdı, bakdı orada şişe iki tâne. İki şişe var. Dedi, "Hocam burada iki şişe var" dedi. "Yok! İki şişe değil onlar, bir şişedir". "Hayır, iki şişe var burada. Bir şişe değil, iki şişe var. Hangisini alayım?". "Canım, o bir şişedir, sen al gel". "Yok, iki şişe var, hangisini alayım?". "Peki öyleyse kırk bir tânesini" dedi. Birini kırınca diğeri de kırılıverdi. Zîrâ şişe iki tâne değildi, bir tâneydi fakat talebenin gözü şaşı olduğu için iki tâne gördü. Şaşılar iki tâne görür biri. Onun için birini kırınca diğeri de kırıldı. Onun için, "Hazret-i Mûsâ'ya inanırım ama Îsâ'ya inanmam" dedi mi, hepsi kırılırlar, şişe kırılır. Bir çünkü, ayrı değil. "Îsâ'ya inandım" deyip de "Muhammed'e inandım" demedi mi, o vakit şişe kırılıyor. Çünkü ne oluyor? Şişe bir tâne, iki görüyor. Şaşı çünkü. İnsanlara göre kesret var, hakîkatde nûr-ı vâhid. Îzâh edebildim mi acaba? Bu işte şaşılık. Halbuki o bir o, iki tâne değil. Yani iki yüz yirmi dört bin peygamber değil, bir tâne o hepsi, bir nûr. Birine îmân etmedin mi hepsini kırmış olursun. Çünkü aynı nûr. Birine îmân hepsine îmân, birine ihânet hepsine ihânet sayılıyor.
Bilmiyor mu kulların pek fazla düşünemeyeceğini Allah? Biliyor pekâlâ, bal gibi. Bunu da sorarsak şimdi onun da cevâbını veriyoruz. Resûlullah'a gelinceye kadar gelen peygamberler, Resûlullah'ın geleceğini müjdelemek için ba's olunmuşlar. Meselâ ne gibi? Reisicumhur geçeceği vakitde evvelâ polisler geçiyorlar, halkı dağıtıyorlar, müjdeliyorlar yani, "Geliyor, geliyor" diye filan. Onun gibi. Sebeb-i illeti o. İşte onun için o âyet bak orada, "mübeşşiran min ba'dismuhû Ahmed". Hazret-i Îsâ'nın sözü o. "Sizi ben Ahmed Peygamberle müjdeliyorum". Müjde o. Resûl'ün zuhûruna kadar gelen enbiyâ, Peygamberimizin şân-ı şerefini müjdelemek, onun zuhûrunu tebşîr için gönderildiler. Mûsâ Peygamber de haber verdi. Yalnız Hazret-i Îsâ haber vermedi ki. Mûsâ Peygamber de haber verdi, Dâvûd da haber verdi, Süleyman da haber verdi, Nûh da haber verdi, İbrâhim de haber verdi. Hepsi.
www.muzafferozak.com