Seyyid Kâsım el-Bağdâdî Hazretlerinin Orhan Gâzî İle Görüşmesi

24 Temmuz 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

Seyyid Kasım el-Bağdadi
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, "Osmanlı Devleti dervîşler üzerine kurulmuşdur yani tarîkat-ı aliyye üzerine kurulmuşdur" buyururlardı. Nitekim devletin kuruluş dönemini inceleyen târihçilerin hepsi de bu noktaya işâret etmişdir. Biz de bundan önceki bir kaç yazımızda devletin kurukuş dönemine damgalarını vuran dervîşlerden ve şeyhlerden bahsetmişdik.

Osmanlı pâdişâhları, ulemâya olduğu kadar ehl-i tarîke yani şeyhlere ve dervîşlere de son derece hürmet etmişler, çok kıymet vermişler ve onlar için hiç bir fedâkarlıkdan kaçınmamışlardır. Şimdi bunâ bir misâl olarak Sultan Orhan zamânında Bursa'ya gelen Bağdadlı Seyyid Kâsım el-Kâdirî Hazretlerinden bahsetmek istiyorum.

İlminin ve irfânın yüksekliği sebebiyle "Hüccetü'l-İslâm" ve "Kutbu'z-Zamân" lakablarıyla anılan bu zât-ı akdes, Kutbü'l-aktâb Seyyid Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin torunu Seyyid Abdürrezzak Geylânî Hazretlerinin halîfesidir. Bağdad'da irşâd vazifesi ile meşgûl iken, Bağdad'ın Moğollar tarafından işgâl edilmesi yüzünden memleketinden ayrılmak zorunda kalan bu veliyyullah, 1324 senesinde Bursa'ya gelmiş ve Orhan Gazi'nin misâfiri olarak altı ay bu şehirde ikâmet etmişdir. Seyyid Kâsım el-Bağdâdî Hazretleri sonradan kaleme aldığı seyahatnâmesinde, "Halitefü'l-âlem" ve "Sultanü'l-İslam" ünvânlarıyla zikrettiği Orhan Gâzî ile görüşmesini şöyle anlatır :
Ashâbımla birlikde Burṣa tarafına, merḥûm el-mağfûr es-Sulṭân Gâzî Osmân Ḫân'ın oğlu, Ḫalîfetü'l-'âlem ve Sulṭânü'l-İslâm Gâzî Sulṭân Orhân'ın yanına doğru yola çıkdım. Bursa fethi sonrasıydı, orayı kâfirlerin elinden alalı henüz iki yıl olmuşdu. Kendisine geliş haberim ulaşınca saltanat tahtından ileri atılıp hemen beni karşıladı, ecdâdımın hakkına riâyet için bana 'izzet ü ikrâmda bulundu. Saltanat sarayının avlusunda karşılaşdık, baş ve el ile selâmlaşdık. Berâberce saltanat tahtının bulunduğu yere doğru yürüdük. Bana, "Buyurun, çıkın" dedi. Ben ise ona, "Sen İslâm dîni uğrunda mücâhid olduğun için tahtın üzerinde oturmaya sen daha lâyıksın. O, âḫir zamâna dek sana ve senin evlâdına mübârek olsun" dedim. Sonra benden duâ istedi, ben de hemen duâya başladım :
Allahım! Sultânü'l-İslâm Ḫalîfetü'l-'âlem Orhân'a yardım et, evlâdını destekle, askerine ve onların askerlerine dahi izzet ve galebe ile yardım edip dîn düşmanlarını kahret. Onları dîn gününe kadar fakîrlere ve düşkünlere karşı merhamet ve luṭfun ziyâdesiyle rızıklandır. Allahım! Seyyidü'l-mürselîn hürmetine, kâfirlerin topraklarını fethin, müşrikleri ve mülhidleri mekânlarında kahrın kapısını onun eliyle ve evlâdının eliyle aç. Allahım! Ceddim İmâm Cafer es-Ṣâdık, İmâm Muḥammed el-Bâkır ve İmâm Alî Zeyne'l-Âbidîn hürmetine, "Mâl ve evlâdın hiç bir fayda vermeyeceği, ancak Allah'a selîm bir kalb ile gelenlerin müstesnâ olduğu gün"e ulaşıncaya dek, onu ve evlâdını sevdiğin ve râzı olduğun işlere muvaffaḳ eyle. Âmîn yâ Rabbe'l-'âlemîn ve sallallâhu 'alâ seyyidü'l-mürselîn ve 'ıtretihi't-tâhirîn".
Duâ sırasında o hep "Âmîn, Âmîn" diyordu. Her ikimiz de ayakda, ḳıbleye doğru dönmüş, duâ eder ḥâlde idik. Duâ bitdikten sonra ben, oğlum Muhammed ve diğer oğlum Haydar'la birlikte oturduk. Sultân Orḫân, saltanat dîvânında tek başına bulunuyordu. Bu esnâda Vezîrü'l-a'zam İbrâhîm Paşa ve Şeyhülislâm ise kapının arkasında, ayakda duruyorlardı. Daha sonra Baġdâd'dan göç ve intikâlimizden içinde bulunduğumuz âna kadar olup bitenleri anlatmaya başladım. Bana bu meclisde, "Bizden ne dilersen dile" dedi. Ben ise, "Allahu Teâlâ'dan evvelâ senin cisminin, müslümanlara karşı kîn, hased, düşmânlık gibi kötü huylardan sıhhatde olmasını diliyorum. İkinci olarak ise, senden ben ve evlâdım, dervîşlerim ve medresemdeki ilim tâlibleri için îrâd buyurulan vakıfları, iyilik ve iḥsânının uzun zaman bâḳî kalması için, lutfundan benim ve aynı şekilde onların üzerine nasb etmeni istiyorum" dedim. Benden bu sözü işitince onda bir tebessüm belirdi, bu taleb hâtırına hoş ve uygun geldi. "Bu Allahu Teâlâ'nın bir ihsânıdır" deyip, vezîr-i a'ẓamı İbrâhîm Paşa'ya şöyle bir fermân yazmasını emretdi : 
Garzân kazâsı içinde bulunan Ayndâr karyesi arâzîsi ve Şirvân nâhiyyesinin Reşân kazâsı içinde yer alan Pây karyesi arâzîsi, aslen Baġdâd'lı olup meskenen Şirvân'lı olan ve Pây'ı vatan tutmuş bulunan, Şeyhü'ş-şefîk ve'l-amûdu fî'l-İslâm bi't-tahkîk eş-Şeyh Kâsım el-Ḳâdirî'ye, kendilerinde herhangi bir nizâ' görülmedikçe ve aralarından herhangi biri Pây karyesinden başka bir tarafa intikâl etmediği sürece, salâh-ı hâl üzere bulunup sâlih nesillerinden olan evlâdına ve evlâdının evlâdına, tekkedeki dervîşlerine, medresedeki ilim tâliblerine ve nezdindeki misâfirlerine vakfedilmişdir.
Vezîr, fermânı kendisine emredildiği ve talimat verildiği şekilde yazıp Sulṭân'a verdi, o da fermânın başına ḳalemiyle tuğrasını çekip  bana verdi. Sonra, ihdâs edilmiş ve âhir zamâna dek sonradan ihdâs edilecek tüm mükellefiyyetlerden muâf olmak üzere, katından vakfını tevcîh ettiği fermânla birlikde, altı ay onun yanında ikâmet etdim. Nihâyet ona vedâ talebimi bildirdim. Vedâlaşma sırasında bana tekrardan, "Senden duâ istiyorum" dedi, ben de şöyle dedim : "Allah sana her zorluğu müyesser kılsın, murâd ettiğin her şeyi senin için kolaylaştırsın ve onu sana da, evlâdına da bağışlasın, Ḳur`ân ḥürmetine, âḫir zamâna dek hep böyle olsun. Âmîn". Elimi tutdu, ben de onun başını okşayıp vedâlaşdım. Bu, yedi yüz yirmi  beş yılı Muharreminin dördünde, Pazartesi günü oldu.
Hazret'in beyânından da açıkça anlaşılacağı üzere, Orhan Gâzî, kendisine misâfir olarak gelen ve muhtemelen daha önce hiç tanımadığı ve bir daha da görüşmeyeceği, üstelik lisânını bile bilmediği bir zâta, sırf ilmine, irfânına ve özellikle de seyyidliğine hürmeten çok büyük alâka göstermiş, onu altı ay gibi uzun bir müddet misâfir etmiş, bu müddet boyunca yaptığı ikrâm ve ihsânlarla onun hem gönlünü hem de duâsını almışdır. Sâdâta, evliyâya ve ulemâya hürmet, Osmanlı pâdişâhlarının hepsinde gördüğümüz güzel bir hasletdir. Osmanlının uzun yıllar pâyidâr olmasının hikmetlerinden biri de budur.

Aldım himmeti
Geçdim zulmeti
İçdim hayâtı
Şeyh eşiğinde
Listeye geri dön