18 Kasım 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Hazret-i Peygamber'in pek sevgili kızı, kerîme-i muhteremesidir. Bi'setden bir yıl yâhud beş yıl kadar önce dünyâya gelmişdir. Annesi Ümmü'l-Mü'minîn Hazret-i Hatîce radıyallahu anhâ vâlidemizdir.
Fâtıma annemizin Allah ve Resûlü katındaki kıymeti pek büyükdür. Resûl-i Ekrem Efendimizin kızı olması, Hamse-i Âl-i Abâ'dan olması bir tarafa, Hazret-i Peygamber'in zürriyeti de ondan gelmişdir. Malûm ya, Resûl-i Ekrem Efendimiz bir gün, kızı Fâtıma'yı, dâmâdı Hazret-i Ali'yi ve torunları Hasan ile Hüseyin'i abasının altına alarak, "Allahım, bunlar benim ehl-i beytimdir, onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl" diye duâ etmişdir. Hamse-i Âl-i Abâ tabirinin menşei budur.
Hazret-i Fâtıma'nın bunlardan başka bir husûsiyeti daha vardır ki bize göre en mühim olan da budur. O, her bakımdan babasına benzerdi. Hazret-i Peygamber'in bütün hasletlerini almışdı. Yani O'nun ahlâkıyla ahlâklanmışdı, tıpkı O'nun gibi olmuşdu. Hattâ o derece ki, konuşması, yürüyüşü, hâli, tavrı hep babasına benzerdi. Hayat tarzı da babası gibi pek sâde ve mütevazı idi. Dâimâ aza kanaat etmiş, eline geçeni fukaraya dağıtmış, yememiş, yedirmiş, giymemiş giydirmiş, bir fedâkârlık timsâli olmuşdur.
Hattâ âilecek gösterdikleri büyük bir fedâkârlık sebebiyle, haklarında âyetler nâzil olmuşdur. Müfessirlerin pîri İbn Abbâs Hazretlerinin beyânınâ göre Sûre-i İnsan'daki "يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يرًا" âyet-i celîlesi ve devâmındaki âyetler Ehl-i Beyt-i Mustafâ'nın şu emsâlsiz davranışı sebebiyle nâzil olmuşdur :
Haseneyn Hazretleri hastalanmışlar, Hazret-i Ali kerremallahu vecheh çocukların sıhhate kavuşması için üç gün oruç nezr etmiş. Hazret-i Fâtıma ve İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyn de ona tâbi olmuşlar. Böylece âilecek üç gün oruç adamışlar. Çocuklar iyileşir iyileşmez hepsi birden oruca başlamışlar. O gün hiç yiyecekleri olmadığı için İmâm-ı Ali bir yerden ödünç arpa almış. Hazret-i Fâtıma bunların üçte biriyle ekmek yapmış. İftar vakti tam sofraya oturacakları sırada kapı çalınmış, bir fukarâ gelmiş ve demiş ki, "Ey Ehl-i Beyt! Ben islâm fakîrlerinden bir fakîrim, yediğinizden bana da yedirin". Hemen sofradaki ekmekleri o fakîre vermişler ve yalnız su ile iftar ederek, ertesi gün tekrar oruca niyetlenmişler. Ertesi gün Hazret-i Fâtıma bir mikdar daha arpa ekmeği yapmış. Akşam iftar edecekleri sırada yine kapı çalınmış. Bu defa bir yetîm gelmiş ve demiş ki, "Ey Ehl-i Beyt! Ben islâm yetîmlerinden bir yetîmim, yediğinizden bana da yedirin" deyince yine ekmekleri vermişler ve su ile iftar ederek üçüncü günün orucuna niyetlenmişler. Üçüncü akşam yine iftar saati geldiğinde kapı çalınmış, bu defa gelen bir esîrmiş, o da aynı şekilde yardım istemiş. Onlar da yine ekmekleri o esîre verip, su ile yetinmişler. İşte bu âyetler bu hâdise üzerine nâzil olmuş.
Resûl Ekrem Efendimiz, Hazret-i Fâtıma hakkında "Enti bid'atin minnî" yani "Sen benim parçamsın" buyurmuşdur. Bu ne büyük iltifatdır. Dikkat edilirse bu sözde çok büyük hikmetler vardır. Yine Hazret-i Fâtıma'ya "Seyyidetü'n-Nisâ" yani "kadınlarının efendisi" ünvânı verilmişdir. Bu da hadîs-i şerîfle sâbitdir. Ne büyük mazhariyetdir bu. Yine kendisine "Zehrâ" lakabı verilmişdir. Sebebi, yüzünde dâimâ parlak bir nûr lemeân ediyor olmasındandır. Hazret-i Fâtıma'nın diğer bir lakabı de "Betûl"dür. Manâsı, dünyâdan yüz çevirip Hakk'a yönelen demekdir. Nitekim ömrünün sonuna kadar pek zâhidâne bir hayat sürmüşdür.
Yine kendisine "Ümmü Ebîhâ" yani "Babasının Annesi" ünvânı verilmişdir. Bunun da sebeb-i hikmeti, babasına olan düşkünlüğü, O'na her husûsda yardımcı olması, O'nun sıkıntılarını hafifletmek için çırpınıp durmasıdır. Efendimiz aleyhisselâm, Mekke'de müşriklerin türlü türlü hakâretlerine marûz kaldıklarında Hazret-i Fâtıma küçük yaşda olmasına rağmen hep babasının yanında olmuş ve O'na yardımcı olmuşdur.
Bu hâdiselerden birisi Kabe’de meydana gelmişdir. Hazret-i Peygamber tek başına namaz kılarken, müşrikler oturdukları yerden müstehzî bir tavırla onu seyrediyorlardı. O sırada Ebû Cehil’in teklifi üzerine Ukbe bin Ebû Muayt, ölmüş bir devenin yavru yatağını getirip secdede bulunan Peygamber'in sırtına koydu. Müşrikler alay ederek eğlenirken birisi Hazret-i Fâtıma'ya haber verdi. Haberi alır almaz hemen Kabe’ye koşan Hazret-i Fâtıma, sevgili babasının sırtındaki necaseti temizlemiş ve bu hakâret karşısında duyduğu üzüntü ile ağlamış ve oradaki müşriklere bedduâ etmişdir.
Yine, Hazret-i Fâtıma annemiz Uhud Harbinde bazı ashâb hanımlarıyla birlikte gâzilere yiyecek ve su taşımış ve aynı zamanda yaralıları tedavi etmişdir. Bu gazâda Hazret Peygamber'in dişinin kırılması üzerine babasının yüzündeki kanları temizleyen de O'dur. Kanın dinmediğini görünce bir hasır parçasını yakmış ve küllerini Resûlullah'ın yüzüne bastırmak sûretiyle akan kanı durdurdurmuşdur.
Fâtıma annemiz, Resûl-i Ekrem Efendimizin amcasının oğlu Hazret-i Ali ile evlendi ve bu evlilikden üç erkek, iki kız çocukları oldu : Hasen, Hüseyn, Muhsin, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm. Muhsin küçük yaşda vefât etdi, zürriyet-i Peygamberî, İmâm-ı Hasen ile İmâm-ı Hüseyn'den geldi. İmâm-ı Hasen'in çocuklarına şürefâ, İmâm-ı Hüseyn'in evlâdlarına sâdât denildi.
Hazret-i Fâtıma'nın İmâm-ı Ali ile evliliği de, emr-i ilâhî ile olmuşdur. Zîrâ onu daha evvel isteyenler olmuş, Hazret-i Peygamber, "Ben bu hususda Allah'ın hükmünü bekliyorum" buyurarak tâlibleri nâzikçe reddetmişdir. Bu evlilikde pek çok ibretler ve dersler vardır. Birisi şudur ki, Hazret-i Ali mehir verecek malı olmadığından Bedir'de ganîmetden hissesine düşen zırhı satarak çok cüzî bir parayla evlenmişdir. Hazret-i Fâtıma'nın çeyizi de kadife bir örtü, içine hurma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve deriden mamûl iki su kabından ibâretdir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz Hazret-i Fâtıma'yı o kadar severdi ki, O'nu her gördüğünde sevinir, O'nu dâimâ ayakda karşılar, ellerini tutar, ellerinden yanaklarından öper, ona iltifatlarda bulunur ve kendi yerine oturturdu. O da babasına o kadar düşkündü ki, babası kendi evine gelince o da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı. Hazret-i Peygamber, sefere giderken âile ferdlerinden en son Fâtıma ile vedâlaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü. Efendimiz, kadınlardan en çok Fâtıma'yı, erkeklerden de Ali’yi sevdiğini söylemişdir. Yine Resûl-i Ekrem, "Fâtıma benim parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de beni üzmüş olur" buyurmuşdur. Ve yine diğer bir hadîslerinde "Bana melek gelerek Fâtıma'nın cennetliklerin hanımefendisi olduğunu müjdeledi" demişdir.
Resûl-i Ekrem Efendimizi vefâtının yakın olduğunu kendisine gizlice haber verince çok üzülmüş, ağlamış, sonra "Ehl-i beytimden bana ilk kavuşacak olan sensin" deyince gülüp sevinmişdir. Hakîkaten de öyle olmuş, Resûl-i Ekrem Efendimizin vefâtından altı ay kadar sonra âlem-i cemâle gitmişdir. Hazret-i Fâtıma'nın vefâtını daha önce uzun uzadıya yazdığımız için burada bu kadarla iktifâ ediyoruz.
Cenâb-ı Fâtıma radıyallahu anhâ vâlidemiz hakkında bugüne kadar yazdığımız yazıların bağlantılarını O'na gönül verenler okuyup istifâde edebilisinler diye buraya da kaydediyorum.