Sıdk, zâhirde, doğru söylemek, hakîkati söylemek, güvenilir olmak, ahdine sâdık olmak demekdir. Bâtında ise, Allah'a îmân husûsunda hiç şekk ve şübhe etmemek, Allah'ın emirlerine tam bir teslîmiyyetle boyun eğmek, Allah'ın emirlerini seve seve yapmak yani Allah'a sâdık bir kul olmak demekdir. Buna, kulun, âlem-i ervahda Cenâb-ı Hakk'ın "E lestü bi rabbiküm/Ben sizin rabbiniz değil miyim?" hitâbına karşılık olarak verdiği "Belâ/Evet" sözüne sâdık olması da diyebiliriz. Sûre-i Ahzâb'daki "مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ Minel mü’minîne ricâlun sadakû mâ 'âhedûllahe 'aleyh" âyet-i kerîmesi buna işâret eder. Sıdk öyle bir sıfatdır ki, Allah bu sıfata sâhib olanları yani sâdıkları medhetmiş, bu sıfatın zirvesine çıkanları yani sıddîkları da peygamberlerle birlikde zikretmişdir. Sûre-i Nisâ'daki " مَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ" âyet-i kerîmesinde peygamberlerden hemen sonra sıddîklerin zikredilmesi bu mertebenin peygamberlik mertebesine en yakın mertebe olduğuna işâret eder. Sıdkın üç çeşidi vardır. Birincisi dilde, ikincisi kalbde, üçüncüsü ise fiilde olanıdır. Meselâ münâfık diliyle doğruyu söyler ama kalbinde sıdkdan eser yokdur. Kimisi de dilinde ve kalbinde sıdk olduğu halde fiillerinde sâdık değildir. Kısacası sıdk, özün söze, sözün de fiile uygun olmasıdır. Sıdk, hem dînî, hem dünyevî işlere şâmildir. Daha doğrusu sıdkın dünyevîsi ma'nevîsi olmaz, sâdık her hususda sâdıkdır. Cümle ehlullah, sıdka çok ehemmiyyet vermişler ve sâlikler için en üstün sıfatın sıdk olduğunu söylemişlerdir. Istılâhât-ı sôfiyyede sıdk, nefsin sıfatlarından külliyen arınmak demekdir ki tasavvufun gâyesi de budur. Ehlullahın beyânına göre, sâlik, nefsinden tamâmen arınmadıkça irşâda ehil olamaz çünkü nefsinden en ufak bir iz kalan kişinin sıdkı tam değildir.