Sıdk ve İhlâs

11 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

İhlas

Seyyidü't-tâife Cüneyd-i Bağdâdî Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî Hazretleri kendisine sıdk ile ihlâsın farkını soran birisine şu cevâbı vermişdir :

Sen ihlâs ile sıdk arasındaki farkdan sordun. Sıdk, ilmin yapmanı söylediği dînin zâhirî emirlerini sırf Allah için güzel bir niyyetle yerine getirdikden sonra nefsi beklemek ve ona dikkat etmekdir. O hâlde sıdk irâde sıfatlarının hakîkatinde mevcûddur. Hakk'ın sana emretdiği şeyleri ilmin gösterdiği şekilde, te'vîle sapmadan yapdığın ve nefsin râhat talebine uymak istemediğin zaman, bu irâdenin evvelinde sıdk vardır. Demek ki sıdk, ihlâsın varlığından önce vardır.
Allah Azze ve Celle "لِيَسْأَلَ الصَّادِقِينَ عَن صِدْقِهِمْ " buyurmuşdur. Onlara sıdk verildikden sonra sıdkdan ne anladıklarını sordu. Cenâb-ı Allah balka bir yerde sâdıklara başka bir ma'nâ verdi, buyurdu ki, "قَالَ اللّٰهُ هٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِق۪ينَ صِدْقُهُمْۜ".

Birincisinde sıdk halka alemdir ve onlarla ihlâsın arasını ayırmakdadır. Çünkü sıdk insanın sıfatı olarak insanda iki hâlde bulunur. Ya itikad ve niyyet hâlinde, ya fiil ve amel hâlinde. Sâdıkın sıfatı olarak ihlâs, onun itikadında mevcûddur, sıdka mensûb değildir. Çünkü ihlâs dâimâ derûnîdir yani insanın içinde olan bir şeydir. Fiil ve hareketlerinin maksad ve gâyesini bilip ihlâsa aykırı işler yapmayan kimseye muhlis denir. O hâlde ihlâsın ilk mertebesi, irâdeyi Allah'a vermek, sonraki mertebesi de fiili âfetlerden, garazdan, ivazdan korumakdır.

Sıdk ve ihlâs, insanlara izâfe edildiğinde aralarında fark vardır. Allah'a izâfe olunduğunda ise sıdk dâimâ ihlâsla berâberdir. "Falan adam sâdıkdır" denir, yapdığı amellere ve ilmin îcâblarına uymasına bakılarak böyle söylenir. Ama "falanca muhlisdir" denmez çünkü halk onun ihlâsını bilemez. İhlâs görülemez. Sâdık ise kendisinde görülen güzel amellerle vasfedilir. Kişinin zâhirindeki deliller, sıdka nisbet edilir. Ama ihlâs, insanın içindedir. O kimse ihlâsıyla kendisinde cereyân edecek fiilleri bilir. Maksadına muvâfık olanları kabûl eder, zâhir ilmine aykırı olanları reddeder.

Demek ki ihlâs, sıdkdan üstündür.  Çünkü bunda fiillerin maksad ve gâyesini bilmek vardır. Bir de ihlâs sâhibi, kalbi temiz olduğu için düşman vesvesesine şiddetle karşı koyma kuvvetine sâhibdir. Hiç bir şey ihlâsın üstüne çıkamaz. İşte bu yüzden muhlisin ihlâsı denmez, zîrâ ihlâsdan öte bir gâye yokdur. Allahu Teâlâ, "sâdıklara sıdklarından sorsun diye" dedi de, "muhlislere ihlâslarından sorsun" diye demedi. Çünkü Allah'ın insanlara emretdiği ibâdetlerde gâye ihlâsdır. O hâlde ihlâs sıdkdan üstündür. Sıdk ihlâsın altındadır.

Sıdk üç türlüdür. Birincisi, lisânla olandır. Lehine de olsa aleyhine de olsa doğrulukdan ayrılmayan, te'vîl ve tedlîsden uzaklaşan kimsenin sıdkı budur. İkincisi, fiil iledir. Bu da rahatını terk ederek nefsiyle mücâhede eden kimsenin sıdkıdır. Üçüncüsü kalb iledir. Bu da fillini Hakk için yapan kimsenin sıdkıdır. Bir kimsede bu hasletler varsa o kimse sâdıkdır. Sıdk, sâdıka her zaman lâzımdır. Hiç bir hâl yokdur ki, sâdık, sıdkdan müstağnî olabilsin. Sıdk, verâda, zühdde, tevekkülde, rızâda, muhabbetde, aşkda, ehl-i salâtın tevhîdinde, mürîd ve murâdın, zâkir ve mezkûrun sıfatlarında olur. Büyün bunlarda sâdıkın sıdkına delâlet edecek zâhirî bir şâhid lâzımdır.

İhlâsın ma'nâsı ise, niyyeti sırf Allah için yapmak, O'na hüsn-i kasddır. Bu Allah'a hüsn-i kasd kendinden cereyân edecek fiillerden uyanık olmasını, üzerinden geçen işlerde devamlı olarak değişdiğini bilmesini ve doğru niyyetine uyanı almasını, nefsinin ve şeyatnın iğvâsını atmasını gerektirir. Bunları yaparken Hakk'ın nimetini görür, kendi nefsini görmez. Halk tarafından kötülendiğinde Allah'ın lutfunu bildiği için temkîn içinde olur, hüsn-i zanda bulunur. Övülmeyi ise hoş görmez çünkü Allah'ın kendisine ihsân etdiği ihlâsı gidereceğinden korkar. Kendisine hâl geldiği vakit halka itibar etmez. Bu, ihlâsı sâhibi kimse tarafından görülen ilimdir. Halkı gören kimse bundan mahrûmdur.

Öyleyse sıdk ve ihlâs muhlisin hâlinde bir araya gelir. Halbuki sıdk ile vasıflanan sâdık daha ihlâsın başındadır. Demek ki kullukda ubûdiyyetle vasıflanmış olanların son mertebesi ihlâsdır. Sâdık sıdkının hakîkatinde ihlâsa nâil olur. Muhlis ise ihlâsının hakîkatinde kifâyete nâil olur. Çünkü basîreti keskin olur. Basîret sâhibi de basîretinin hakîkatinde fesadından korkulan şeylerden korunur. Sonra da velâyet kendisini istilâ eder. Aklı onu hükmü altına alır ve vâcide mukâvemetden ifnâ eder. Velâyet-i hâssa hakîkati zuhûr etdiği vakit kul, Allah'a nefsiyle ibâdet etmekden geçer, ibâdete vahdâniyyetle girer. Bu tevhîd-i hâssın başıdır. Hakk'ı gördüğü için eşyâyı görmez. Hâller kendi sıfatlarıyla onun üzerinden geçer. Artık fiillerini yapan da Allah'dır, kendisi değildir. Kul bu makâma erişince akılla vasıflanmakdan çıkar. Tevhîdin hakîkatine erişen kul için aklın düşünceleri kovulması gereken vesveselerden başka bir şey değildir. Çünkü akıl, kul kul olmak hasebiyle kulluğun îcâblarını yaparken lâzım olan bir âletdir. Fakat Allah Azze ve Celle'den kendisine bir takım hakîkatler açıldığı zaman, kul kullukda başka bir mertebeye yükselir. O zaman o kul görünüşde var hakîkatde yok olur. Bu takdîrde o hem vardır, hem yokdur.
Aşkın yolunda sıdk ile ol kim revendedir
Bâl ü perr-i hulûs ile dâim perendedir
Kılmış tecellî sana kerem kânı 'aşk ile
Ol hâleti alanda mı sandın verendedir

Listeye geri dön