Sıdk ve Vefâ

9 Temmuz 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah
Büyük mürşidlerimizden Azîz Mahmûd Hüdâyî Kaddesallahu Sırrahu'l-Fettâhî Efendimiz Hazretlerinin sohbetlerindendir :

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ

"Ey bizim Rabbimiz biz senin Resûlüne ittibâ' etdiğimiz üzere olan va'dini bize yetirip îsâr u i'tâ eyle. diye ol bâbın duâsını ve kavlini Hakk Celle ve A'lâ hikâyet eder. Üst yanında zikrolunur, "اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ" diye buyurur. Şunlar hakkındadır ki, "Hakk Celle ve A'lâ'yı kıyâm ve ku'udları hâlinde zikrederler ve dahi yanları üzere yaslandıkları zaman da Hakk'ın zikrinden hâlî olmazlar" diye Hazret-i Hakk medheder.

Öyle ezelde olan 'ahd ve mîsâklarını nakzetmeyeler. Ehass-ı havâssa göre ola ve bir dahi avâm mertebesinde olanlara işâret ola ki, bir nesneye zâhirde 'ahd ve nezr ideler. Şunlar ki ezelde bu 'âleme gelmezden mukaddem elset bezminde "kâlû belâ" ile cevâb verdiler, âhd ve nezr etdiler ki, "Bizi tafsîl âlemine ki, beden kalıbına sabb ile tâat ve ibâdetden hâlî olmayalım" diye va'd etmişlerdi. Bu 'âleme gelince ezelde olan mîsâkı unutdular. Kimi mansıba ve kimi câha ve kimi mal muhabbetine ve kâr-ı kisbe düşdü, nefsleri hevâsına gitdiler ve Firavun ve Hâmân yolunu tutdular. Âhiretde hezelân ve husrânda oldular. Şunlar ki enbiyâ, rusül ve kümmel-i evliyâ tarîkin tudular, ulemâ ve sulehâ hâliyle hâllendiler, âhir se'âdete ve devlete yetdiler. Mahlûk olan va'dine hilâf etmeyecek. Hâlık olan Mevlâ'nın va'dinde hilâf ihtimâl midir? Bazıları galat ederler, cennât-ı ma'neviyyedir murâd derler. Hâşâ haşrı inkâr ederler. Yalnız bir lem'a ile ilhâd çukuruna düşerler. İkiden bir sûrî ki, elân mevcûddur ve biri ma'nevî ki cennât içinde cennet. Hakk'a kurbet ve vuslatı enbiyâ haber verdi ki zâhirin bâtını var.

Pâye, şerîat. İkincisi, tarîkat. Üçüncüsü, ma'rifet. Dördüncüsü, hakîkatdir. Ma'rifetden dem vuran kimse evvel pâye kadem basdıkdan sonra dönüp yine evvelki kademeye bakacak olursa kande basar? Öyle sünneti inkâr etmiş olur. Cennet ve nâr, haşr ve mîzân, suâl ve cevâb hakdır. Hayır işlediği takdirce ecir ve sevâb vardır, şer işlediği takdirce nâr ve 'ikâb vardır. "Bu cümle hakdır" diye. "Sıdk ile girdinse yola, ayağın murâdına bas" sözü vârid olmuşdur. Muhakkak sâdıkın hakkında nass her gâh zikrolunur.

Abdülkâdir Geylânî ibtidâ-i sülûkları zamânında tarîk-i Hakk'a yol tutmalarına sebeb, şu idi. Geylan'da çift sürerken öküz fasîh lisân ile, "Yâ Abdülkâdir, sen ne bunun için halk olundun, ne bunun için memûrsun" deyince, öküz lisânından bir lem'a dokundu. Vâkı'a Kur`ân-ı Azîm'de Hakk Celle ve A'lâ "vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li ya'bidûn" diye emreder. Buyurur ki, "Ben insi ve cinni bana ibâdet etsinler diye halk etdim". Dedikden sonra, "Şimdiden sonra sana esbâba tevessül etmek harâm oldu. Müesebbibü'l-esbâb her kande isem rızkımı vermişdir" diye eve gelir. Bir karıcık anası var idi, bir şeyhin kızı idi. İcâzet için, "Yâ ana, Hakk'a yüz tutdum, artık burada duramazam, diyâr-ı gurbet ihtiyâr etdim, seni Allah'a ısmarladım" deyince, "Nola oğul, sana lem'a dokunmayınca emâneti teslîm edemezdim, şimdi lâzım geldi. Babanızdan seksen altın kalmışdı, kırkı ol bir kardeşinin ve bu da senin hakkındır, var sağlıka. Lâkin sana bir vasiyetim var, cemî edyânda kizb haramdır, sakın, zinhâr her nereye varırsan sıdkı elden koma, nasihatim budur" dedi.

Kabûl edip, Bağdad şehri ol zamanda dârü'l-hilâfe idi, ulemâ ve sulehâ ve meşâyih çok idi, ma'rifet tahsiline gitdi, diyâr-ı gurbete yüz tutdu. Nâgâh kâfilelerinin önüne harâmî geldi. Cemî' emvâlini gâret etdiler, harâmîbaşının önüne götürdüler. Taksîm mahallinde iken Abdülkâdir "el-müflis fî emânillah" diye geldi, duruverdi. Gördüler, suâl etdiler. "Senin nen vardır" dediler. "Kırk altınım vardır" dedi. 'Ahdi nakz etmeyüp, "yok dersem, kizb lâzım gelir" diye. Ol kırk altını ayakkabının altına döşemiş idi. İnanmadılar. "Behey onmadık, kırk altın senin nerene sığsın" diye harâmîbaşına getirdiler. Evvel ol dahi görünce, "Şol dikilip duran kimse ne hâlli adamdır?" dedi. Derler ki, "Kırk altınım vardır benim deyip durur. Şaşkın, kılıç korkusundan ne diyeceğini bilmez" dediler. "Bre alın gelin" dedi. Harâmîbaşı suâl edince, yine "var" dedi. "Getir imdi" dediler. Ayyakkabından çıkarıp atıverdi. "Be adam, ne hâlli kişisin? Biz bir alay kimsenin malını ikrâr ettirince nice kılıçlar ile güç ile ellerinden alırız, seni gör ki, yokdur desen, hiçbirimiz senden nesne sezinmezdik. Neden böyle getiresin, bir söz ile veresin?" dedi. Eyitdi ki, "Benim bir anam vardır, Tarîk-i Hakk'a yola çıkdıkda, bana vasiyyet etdi, kizbden sakın, yalan söyleme dedi. 'Ahidleşdim, ol 'ahdi nakz etmeden korkdum" deyince, bir sıdk gör nerelere sirâyet ediyor, "Sübhânallah" dedi, harâmîbaşına bir lem'a yetişdi. "Behey insafsız nefs! Bunca yıllardır Hakk ile olan 'ahdi nakz eder durursun. Behey nefs! Nice bir gün, bir kerre, bir mahlûk, 'ahd etdiğinden sapmaya, ya Hâlık ile senin 'ahdin nice oldu? Bunca zamandır tuğyânda, muhâlefetde gezersin, nice olur hâlin?" dedi. Tevbe etdi, geçen taksîrât ve dalâletine isitğfâr etdi. "Elin beri uzat yiğit, bana tevbe ver, senden irâdet getireyim" diyerek Abdülkâdir Hazretlerine evvel irâdet getiren harâmîbaşı olmuşdur. Cümle haramîler "Çün ki tarîk-i dalâlde muktedâmız idin, hidâyet yolunda ya niçin biz sana uymayız?" diye cümlesi irâdât getirdiler. Bir kerre sıdk, bu mertebelere eriştirince, kalanını dahi ona kıyâs eyleyin. Ezel sâati görünmüş tâ ki intibâh gele, uyanabile.

Halîfe Emîr Sultân asrında Bursa'da bir câmi binâ eder. Tamâm oldukda evvel namâzı kılmağa i'tikâd etdiği ancak Hazret-i Pîr idi, O'na eyitdi, "Namazı câmide evvel sen kıldır" dedi. Buyurdular ki, "Hâlâ kutub bunda iken ben kıldırmazam". "Kutub bunda mıdır? Ya niçin biz O'nu ziyâret etmeyiz? Şimdiye değin haberimiz olmaya, varalım ziyâret edelim" dedi. Şeyh Hâmid'in savmaası Haydarhâne mahallesinde Seyrancıkkaya dedikleri meşhûr yerin üst yanında sâkinler idi. Hazret-i Emîr, "Biz O'nun dilini pek biliriz, davet edelim gelsinler "dedi. "Nola buyrun, onlar gelivereydi, gâyet lutf ederler" dedi. Hazret-i Emîr halîfe cânibinden vardı, davet edince geldiler, ol zamanın selâtîni, yapdıkları câmilerinde başka bir yer kendileri için yapmazlar idi. Ön safda imâma karîb yerde kılarlardı. Yine ol âdet üzere namaz kıldılar. 

Halîfe Azîz'e, "Biz sizi şimdiye dek bilmedik, bu kadar yapdık, kendi re'yimizle işledik. Şimden sorna buyrun emrinizle buna dahi ne lâzımdır görülsün". Buyurdular ki, "Hâlâ bu câminin üç kapısına birer büyük hamr küpleri koyasın, içleri dolu şarap ola, birer çamçak bile dura. Gelen giden senin hayrına içeler" deyince sultân gâyet gayz ve gadaba geldi, neylesin Emîr Sultân'a i'tikâdı ve O'nun kutubdur diye şehâdeti oldukda, eydür, "Hey Azîz! Allah evinde hamr mı içilir? Niçin böyle buyurdunuz? Bunda şarap neyler?" dedi. Buyurdular ki, "Bu senin câmi diye yapdığın biraz müslim ve bir alay gavurlar yapıp nihâyet sen câmi diye ad vermekle Allah evi olmuşdur. Senin vücûdunun câmi'in kim binâ eylemişdir? Ya Hazret-i Allah binâ eylediği eve gece ve gündüz kendi elinle hamr doldurup durursun. Kendi elinle yapdığın câmi' içine şarap girse, bunda şaşılacak ne vardır?" dedi. İşâret etdi, ol mahalde tevbe istiğfârına sebeb oldu. Artık bir sahi ol fiilinden vazgeçdi, işlemedi. 

Öyle, bir kimse mü'minim diye, sünnete riâyet ede, enbiyâ ve rusüle i'tikâd ede. Nebî yalnız Hakk'dan haber verir, inanmak gerek. Husûsan bir menşûr-i 'âlî, Kitâb-ı Kerîm, bir nûr-i hâdî, helâlı ve harâmı mübeyyin. " وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ".

Nasârâ tâifesi ki tecellî-i sıfâtı tecellî-i Hakk sandılar, dalâl ve tuğyânda kaldılar. "Sâlisü selâse" onun için dediler. Ma'rûf-i Kerhî sabî iken ebeveyni nasrâniyye milletinden idi. Hocada okurken, "sâlisü selâse" de derlerdi. Ol zamanda, "Ehad", "Samed" çağırırdı. Sabr ederlerdi. Çâr eolmadı, dediremediler. Âhir ne belâdır der, bir gün başın alıp kaçar gider. Ana ve baba ahidleşirler. "Ma'rûf ne dînde ise biz ona tâbi' olalım" derlerdi. Bir gün kapı çaldı, çıkageldi. Dahi kapı açılmadan, "Ne dîndensin?" dediler. "Dînim Ümmet-i Muhammed dînîdir" dediği gibi, İslâm'a girdiler. Millet-i nasrâniyyeden çıkdılar, Dîn-i İslâm'ı ihtiyâr etdiler. Kerâmet dedikleri sünnet-i nebeviyye ve şer'-i mutahhariyyedir ancak. 

Rabbimiz tevfîk ve hidâyet ede. Âmîn. 
Listeye geri dön