Şiiri Anlamak

29 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Edebiyat
Orhan Şâik Gökyay Hoca, "Dîvân Edebiyatı Kimin?" başlıklı konuşmasında, kendi şâirlerimizi niçin anlamadığımızı îzâh ederken diyor ki :
İşte, "Bu gün karnım Höt Dağı gibi şişdi". Ne oldu yani? Benim onu sormadığım kimse kalmadı. Hiç bir cevap alamadım doğru dürüst. İşe yarar bir cevap alamadım. Kimisi Uhud Dağı dedi, kimisi Uhud Dağında şişlik filan olmadı ki bu Uhud olsun, dedi. Çocuklara dedim ki, "çocuklar lutfen bunu annelerinize, babalarınıza soracaksınız, ninelerinize soracaksınız". Bir öğrencinin kırkbeş yaşındaki kayınvalidesi : "Sen ne biçim talebesin yâhu!" demiş. "Bu kadarcık bir şeyi bilmiyorsun". Yani Uygurlarda bir inanca, bu gün bizim dilimizde hâlâ yaşamakta olan Uygur menkabesine dayanıyor bu deyimin ucu.
Birkaç misal verip bitirmek istiyorum. Adnî var, Mahmud Paşa, Sadrazam şair diyor ki,  
Ger suya bakmağıla bilineydi sırr-ı gayb
Adnî bakup yüzüne bilurdu dehanını
Şimdi eğer gaip, meydanda olmayan bir sır, suya bakmakla bilinseydi. Ne anlayalım suya bakmakla. Çünkü efendim hâlâ suya bakan falcılar var. Sana söylüyor ne istiyorsun, mektup mu gelecek, mektup mu gidecek, sınıf mı geçeceksin. Ne anlayacaksın, bunu bilmiyorsan sen, suya bakarak fal bakıldığını, gaipten haber verildiğini. Biz bunu bilmiyoruz.
Geldik Fuzuli'ye. 
Gül âteşin bir avuç hâksâra salup
Kül eylemiş komuş adını bülbül-i şeydâ
Diyor ki gül, ateşini bir avuç toprağa salmış, kül ermiş, o toprağın adını bülbül koymuş. Şimdi bülbül besleyenler yahut bülbül görenler bana söylesinler. Bülbül şu kadarcık bir yumak tüy; gülün dalında ötüyor. Onun için gül bu ateşini toprağa salıp, onu kül etmek ve adını bülbül koymuş. Niye? Bülbülü tanıyacağız. Bülbülü tanımadan, bunun anlam yok. 
Bir de yanlışlığımız hâlâ devam ediyor. 
Perîşân-hâlin oldum sormadın hâl-i perîşânım
Gamından derde düşdüm kılmadın tedbîr-i dermânım
Şimdi ben açıklamalarda görüyorum kitaplarda, bir eksik tarafı söyleyeyim size. Hayır, gördüğü o değil. Perîşân-hâlini gördüm, benleri gordüm, benleri. Ordaki hâl noktalı bir harftir, püskürme benlerdir; eskinin bir süslenme yoludur. 
Şimdi bir son beyit söyleyeyim Nedim'den. Nedim diyor ki, bize Şehid Ali Paşa için yazdığı kasidede :
Tâ hükm-i ism-i pâk-i Muizz ü Müzill müdâm
Îmânı küfre hâlet-i mâh u ketan verir
Bu sadrazamın îmânı, sağlam inancı, ay ışığının ve ketenin hâlini anlatıyor. Hadi anladık, ay ışığı îmân olsun. Şimdi kız arkadaşlarım, lutfen annenize, babanıza, ninenize sorun. Neden keten çamaşırları ay ışığına sermezler? Çünkü ay ışığının keten bezini çürütme hassası vardır. Sen bunu bilmeden, burada keteni biliyorsun, îmânı biliyorsun. İşte benim demek istediğim bu. Milletin sahip olduğu nesi varsa, inanç mı, folklor mu, masal mı, din mi, onları bilmeden, ne dîvân edebiyatını ne halk edebiyatını anlayamıyoruz.
Çünkü halk edebiyatı bizim karşımıza çıkıyor da okuyor muyuz? Yoo. Leb değmez nedir? Dudakları birbirine değdirmeden söyleyeceksin şiiri, hem de irticalen. Muamması var, bilmecesi var. Şu halde, bu şiiri bütün bir millete mal etmekten başka çâre yok, anlamak için; çünkü onda da aynı şeyler var.
Şimdi galiba sonuna geldik işin. Eski yeni şâirlerimizin daha belirgin olarak halkımızın kültür kelimesinde toplayacağımız hazinesine sahip olmadıkça her dîvânın ilk sayfasını açar açmaz duraklayacağımızın önüne geçmemizin çâresi yoktur. Saz şâirlerimiz de öyledir. Ben, dîvân edebiyatının bir zamanlar toplumun her tabakasından insanının malı olduğuna inandığımı sözümün sonunda bir kez daha tekrarlıyorum. Ondaki bütün güçlüklere katılıyorum. Zannetmeyin ki ben her güçlüğün içinden sıyrılıyorum. Sıyrılmıyorum, ama soruyorum ben.
Listeye geri dön