7 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük velîlerden Aynülkudât Hemedânî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Küfrün kısımları olduğunu söylemişdim. Şimdi beni iyi dinle! Bunlardan birisi zâhîrî küfürdür. Bu da nefsin ve kalbin küfrü olmak üzere iki türlüdür. Nefsin küfrü İblis'e, kalbin küfrü Hazret-i Muhammed'e, hakikî küfür ise Allah'a tealluk eder. Bundan ötesi artık tam manâsıyla îmânın kendisidir. Ne bu âlem, ne de öteki âlemin ihâta edemeyeceği şu sözleri söylemekle yapdığım pervâsızlıkdan el-amân! Ama söylüyorum işte, artık ne olacaksa olsun.
Şimdi iyi dinle! Zâhirî küfrü herkes bilir. Bu küfür, şerîatın alâmet ve nişânlarından birisini reddetmek ya da yalanlamakla meydana gelir ki böyle yapan kişi kâfir olur. Bu zâhirî küfürdür. Bir de nefsle alâkalı küfür vardır. Nefs, öyle bir putdur ki "nefs en büyük putdur" denilmişdir. Nefs ilâhlık taslar, bu sebeble, "اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ" buyrulmuşdur. Yine bu hususda Hazret-i İbrâhim, "وَاجْنُبْن۪ي وَبَنِيَّ اَنْ نَعْبُدَ الْاَصْنَامَۜ" diye duâ etmişdir. Bu küfrün nefsle alâkası vardır. Zîrâ nefs, hevâsına tapanların ilâhıdır ve hepimiz bu küfre giriftâr olmuşuzdur. Henüz kevn ü mekânda bulunup, bu âlemin sebeblerinden istifâde eden kişiye ilk makâmı arz etdiklerinde bu mertebede kendini ilâh zanneder. Eğer bu makâmda kalıp buraya yerleşirse, "اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟". âyetiyle beyân olunan kimselerden olur. Her gün yüz bin sâlik bu makâma ulaşmakda ve burada kalmakdadır. "وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ" âyeti bu makâma işâret eder.
Bu makamda İblis'i tanırsın ve onun kim olduğunu görürsün. Ey dost! Bu makâmı açıklayan Hasan-ı Basrî elinden el-amân! "İblis'in nûru İzzet'in ateşindendir. Allah'ın sözüyle ki, "خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ" demişdir. Bu sözden sonra da, "Eğer İblis nûrunu halka gösterecek olsa kendisine ilâh diye ibâdet edilirdi" diye eklemişdir. Ne dersin, yani ona ilâh diye ibadet ederler miydi? Etmezlerdi diyorsan yanlışdasın. Şu âyeti dinle: "اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ". İblis'in nûru, İzzet'in nûrundan olduğundan böyle olurdu.
Hakîkî küfürle münâsebeti olan bir başka makâmı da yine bu kimseye arz ederler. Putperestlik, ateşperestlik, zünnar bağlamak, hep bu makâmda olur. Ebû Saîd Ebü'l-Hayr bundan şöyle bahsetmişdir : "Kim onun güzelliğini görürse o an kâfir olur". Niçin kâfir olur? Zîrâ "وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِۚ" onu kendisine öyle bir çeker ki, o an secdeye varır. Ne dersin, Hazret-i Muhammed'e secde etmek küfür olmaz mı? Sâlikin Muhammedî küfrü bu makâmda ortaya çıkar. Muhammed aleyhisselam şöyle buyurmuşdur, "Beni gören muhakkak ki Hakk'ı görmüşdür". Bu hakîkat bu makâmda gerçekleşirse şirk ve küfür olur. Eğer sâlik bu makâmdan da geçerse, geçdiği bu iki makâmın gerçek ilâhını görür, utanır ve pişmanlık duyar. Tevhîdin ve îmânın başladığı bu makâmda, devamlı şunu tekrâr eder : "اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ"
Eğer buna inanmıyorsan Kur`ân'a kulak ver. "وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ * فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ". İbrâhim aleyhisselâm kendi rûhunun yıldızını gördü ve "Rabbim budur" dedi. Neden böyle söyledi. Ka'b el-Ahbar bu hususda şöyle demişdir, "Tevrat'da okumuşdum, müminlerin rûhları Allah'ın cemâl nûrundan, kafirlerin rûhları ise Allah'ın celâl nûrundandır". Evet kim kendi rûhunun cemâlini görse, maşûkun cemâli olmasa da maşûkun cemâlini görmüş gibi olur. Eğer mü'min kendi rûhunu görse Dost'un cemâlini görür. Eğer kâfir kendi rûhunu görse o da Dost'un celâlini görür. Sonra, "فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ". Yani İbrâhim Nebî, İblis'in nûru olan mehtâbı gördüğünde "Rabbim budur" dedi. Bu nûr Allah'ın celâlinin nûrundandır. Buradan da geçdi ve güneşi gördü. "فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ". Yani Ahmed'in nûrunun güneşini görünce ki Ahmed'in rûhu bu âlemde güneşdir, "Rabbim budur" dedi.
İlâhî âlemde iki nûrdan biri güneş birisi mehtâb olmuşdur. Hakk'ın kendi yemînini dinle. Bu iki makâm hakkında, "وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَاۙۖ * وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَاۙۖ" buyurmuşdur. Bu iki nûr, birisi geceden birisi gündüzden gelir. Aslında ne gece ne de gündüz vardır. Allah katında gece de gündüz de yokdur. Mehtâb nûrunun makâmından güneş nûrunun makâmına kadar olan mesâfe çok uzundur. Nûr ile zulmet arasındaki mesâfe, arşdan serâya kadardır.
Söylediğim gibi, nûr âlemindeki bu nûrların hepsi burada küfür ve şirk olmuşdur. Hazret-i Peygamber'in devamlı olarak duâsında, "Allah'ın gizli şirkden sana sığınırım" dediğini yoksa işitmedin mi? Zîrâ O, "وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ" hitâbının gerçek olmasından korkardı.
Ey dost! Küfrü anlamanın basit bir iş olduğunu mu zannediyorsun? Muhammed Mustafâ'nın bu küfrü gördüğünde ne dediğine bir bak : "Allah'ım küfürden sana sığınırım". Bâyezid-i Bestâmî'nin hâli de böyledir. O, ölüm ânında bir zünnâr istedi, beline bağladı ve şöyle dedi, "İlâhî, Her ne kadar vaktiyle 'Kendimi tesbîh ederim, şânım ne yücedir" dediysem de bugün kâfirim, mecûsiyim, zünnârı kesiyor ve şöyle diyorum, 'Şehâdet ederim ki Allah'dan başka ilâh yokdur ve yine şehâdet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve resûlüdür'. Bu vakit zünnarı kesdim ve şehâdet-i yakîni seçdim".
Sâliklerin âlemlerinden bir âlemde küfrün biri celâlî diğeri cemâlîdir. Ey azîz! Küfr-i ilâhînin ne olduğuna kulak ver. Bakdığında önce küfrü görürsün, yola koyulursan nihâyet îmâna ulaşırsın. Sonra eğer can verirsen ikinci ve üçüncü küfrü de görebilirsin. Yine candan geçebilirsen dördüncü küfre yol bulur, nihâyetine mü'min olursun. İşte o vakit, "وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ " âyeti sana îmânın ne olduğunu söyler. Bundan sonra, "اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ" sırrı cilvelenir, senin benliğine kendi benliğini vurur, böylece bütünüyle o olursun. İşte bundan sonra fakr yüz gösterir. "İzâ etemme’l-fakru fehüvellah" sırrı ortaya çıkar. Yani sen tamâmıyla O olursun. Ne dersin, şimdi bu küfür olur mu olmaz mı? "Fakirlik neredeyse küfür olacakdı" hadîsinin ma'nâsı budur işte. Tevhîd ve birlik burada olur.