22 Haziran 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin Amerika'daki bir sohbetlerinde birisi, "Kafamda dönüp duran vesveselerden nasıl kurtulabilirim?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Vesveseleri izâle etmeli. Vesveseler bir tecrübeyle ve çalışmakla def' olur, bir de manevî vesvese vardır, Allah'dan istenir onun izâlesi. Maddiyâta taalluk eden vesveseler tecrübeyle, sa'y u gayretle, mücâhedeyle def' edilir. Manevî vesveseler ise, o vesvesenin kalbinden alınmasını Allah'dan dileyerek ve o vesveseden Allah'a sığınarak def' edilir. "Kul eûzü bi rabbi'n-nâs. Meliki'n-nâs. İlâhi'n-nâs. Min şerri'l-vesvâsi'l-hannâs". Hannâsın vesvesesinden Rabbi'l-felak'a sığınmak lâzım, Allah'a yani. Bir de maddî vesveseler var, onlar mücâhedeyle, çalışmakla, o vesveseler izâle edilebilir. Meselâ karısından şübheleniyorsa dedektif tutar, peşine takar, o vesveseyi öyle atar. Manevî vesvese olursa, o vakit Allah'a sığınmak lâzım. Allah'dan başka bir şey onun hakkından gelemez. Allah'a sığınılacak. Gerçi insan her husûsda, ister maddî, ister manevî olsun, Allah'a sığınmalıdır ve Allah'a güvenmelidir ve Allah'a dayanmalıdır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine bir Amerikalı ölmeden evvel ölmek meselesini sorunca Efendi Hazretleri "Yapabilir mi acabâ" buyurdular. Soruyu soran kişi, "Bilmiyorum" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Ölmeden evvel ölmek meselesi, sırtüstü yere yatarak ölüm taklîdi yapmak değil. Ya nedir? Nasıl ki insan öldüğü vakitde, bir kimse onu kaldırmak istediği vakitde, kaldıran kimseye o ölü muânedet ediyor mu, inad ediyor mu kalkmamak için, ne isterse onu çevirecek adamlar, alıyorlar, götürüyorlar, ediyorlar filan, onun hiç bir mücâdelesi yokdur. Tam bir teslîmiyyetle cenâzeyi kaldıranlara teslîm olmuşdur. İşte ölmeden evvel ölmek meselesi, "mûtû kable en temûtu", ölmeden evvel Allah'a böylece teslîm olma. O demek o. Bunu konuşması gâyetle kolay, fakat bunun fiiliyâtı gâyetle güç bir iş bu. Yani hayatda tatbîki gâyetle güç bir şey. Onun için en yüksek merâtibe yükselmiş olan zevât, bu efâl ile efâllenir. "Mûtû kable en temûtu". İşte böyle "mûtû kable en temûtu" ile dünyâda ölmeden evvel ölenler, bir daha ölmezler. Ölmek yok onlar için. Onlar, olurlar, ölmezler, olurlar.
Bir Amerikalı sordu, "Zikir esnâsında kollarınızı çapraz olarak bağladığınızı gördüm, bunun manâsı nedir?" dedi. Efendi Hazretleri buyurdular ki :
"Lâilâheillallah"ın remzidir o. Her tarîkatın bir niyâz biçimi vardır, bizimki bu. Tevhîdi remzediyoruz. Mevlevîlikdeki niyâzın da bir manâsı var. O da tamâmen Hakk'a bağlandım manâsına geliyor. Onun için Mevlevîler esmâ-yı husnâdan mücerred cümle esmâya câmi olan Allah esmâsını çekerler. "اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ e leysallahu bi kâfin abdeh, Allah kuluna kâfî geldi" âyetine binâen, dâimâ İsm-i Celâl çekerler. Allah, Allah, Allah.
Bu tevhîdde de, bizim tevhîdde, "Lâ ilâhe illallah". Bu sağdan alacak, arşa verecek, arşdan kalbe verecek. Ve "illallah"daki, "Elif"le, "Lafza-i Celâl"i vurarak okuyacak. "İllallah, İllallah".
"Lâ", ile başlıyor evvelâ. Evvelâ kalbdeki bulunan Allah'dan gayrı olan ilâhları ve kötülükleri ﺗﺨﻠﻴﻪ tahliye ediyor sonra ﺗﺤﻠﻴﻪ tahliye yapıyor. "Lâ ilâhe illallah". Evvelâ tahliye yani temizlemek kalbi. "Lâ" yok demek. "Lâ ilâhe", yani ilâh yokdur. Tahliye. Ne var? "İllallah". Ancak Allah var. Hiç bir totem yok, put yok. Bir müddet sonra sâlikin derecesi ve mertebesi yükseldi mi o vakit "Lâ"yı bırakırlar. "İllallah, İllallah, İllallah, İllallah, İllallah". "İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî". Ancak Hakk'ın rızâsını ister, ancak Allah'ı ister yani. Ne cennete tamah eder, ne cehenneme gireceğim diye korkar. İsteği, arzusu ancak Allah'dır. "İllallah, İllallah" derken, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ, o da ona mukâbele ediyor, kuluna. "Ne istiyorsun kulum benden, ne istiyorsun kulum benden, ne istiyorsun kulum benden, lebbeyk, lebbeyk, lebbeyk". "Emrine tâbiyim" diyor yani kuluna. Karşılıklı zikir. "فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ fezkürûnî ezkurküm, beni zikrediniz ben sizi zikredeyim". Karşılıklı zikrediyorlar birbirlerini. "أنا جليس من ذكرنى ene celîsü men zekerenî, beni zikredenle ben beraber otururum" diyor hadîs-i kudsîde. "Beni zikredenle beraber otururum" diyor. "Beni zikredenle beraber otururum" diyor. Onun için zikrullah karşılıklı oluyor.
Hattâ Cenâb-ı Hakk Cibrîl'-i Emîn'e buyurmuş, bilmem bunlara anlatdım mı, belki beş kere anlatmışımdır ben bunu, neyse bir daha anlatayım, unutmuşlardır onlar onu. Allah Cebrâil'e demiş ki, "Git dolaş şu mıntıkayı, bu gece kim uyumuyorsa, beni zikrediyorsa, feyz-i ilâhîmi ona vereceğim" demiş. Allah görüyor, uyuyup uyumayanı, zikredeni etmeyeni ama Cebrâil'le konuşuyor ki biz duyalım diye. Cebrâil dolaşdı, bütün mü'minler uyumuşlar, uyumuş hepsi. Bir tâne putperest, totemin önüne geçmiş oturmuş, orada "Yâ Sanem, Yâ Sanem, Yâ Sanem", yani puta sesleniyor. Ağlıyor, ağlıyor, ellerini vuruyor, dövüyor kendini, "Yâ Sanem, Yâ Sanem, Yâ Sanem". Yani toteme tapıyor böyle. Cebrâil aleyhisselâm makâmına vardı ve Allahu Teâlâ'ya dedi ki, "Yâ Rabbi, sana semâda ve dünyâda hiç bir gizli şey yokdur, bütün mü'minler yatmışlar uyumuşlar, onlar uyuyorlar. Yalnız bir putperest, müşrik, kendi putunun önüne geçmiş orada o "Yâ Sanem" diyor, ağlıyor, saçını sakalını yoluyor, "Yâ Sanem, Yâ Sanem, Yâ Sanem" diye. Ondan başka uyanık yok. Hepsi uyumuşlar mü'minlerin". Allahu Sübhânehû ve Teâlâ dedi, "Git Yâ Cebrâil onun yanına, ona şimdi fadl-ı ilâhîmi vereceğim ben" dedi. Cenâb-ı Hakk'ın fazl-ı ilâhîsi erişince, ömrü boyunca "Yâ Sanem, Yâ Sanem" diye toteme tapan adam, "Yâ Samed, Yâ Samed, Yâ Samed" diye Allah'ı zikre başladı. Allah Celle de ona, ""Lebbeyk Lebbeyk" yani "Ne istiyorsun kulum" diye mukâbelede bulundu. Cebrâil aleyhisselâm sordu, "Yâ Rabbi, bunca sene sana şirk koşan bu müşrik iki defa Yâ Samed diye zikredince ona Lebbeyk diye cevâb buyurmandaki hikmet nedir?" dedi. Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri buyurdu ki, "Yâ Cebrâil, bunca sene Yâ Sanem diye seslendiği put ona hiç cevap vermedi, ben azîmü'ş-şân Yâ Samed hitâbında bulunduğu zaman, ben de cevap vermeseydim, benim o putdan ne farkım kalırdı?"