Şükür - Hutbe - 13 Haziran 1980

31 Mayıs 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

HUTBE

Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Kul hüvellezî enşeekum ve ce'ale lekümü's-sem'a ve'l-ebsâre ve'l-ef'ideh, kalîlen mâ teşkürûn. 
Sadakallahu'l-Azîzm

Bizi yokdan vâr eden, bir katre su iken, ana rahminde hayız kanıyla, kudret fırçasıyla tersîm eyleyen ve bizi bu âleme getiren Allahu Teâlâ Hazretlerine hamd ü sen, bizleri hak yola irşâd eyleyen, Allah yollarını gösteren, rızâ-yı Hakk'a erdiren, bu âlemden îmân cennetine girdiren, Allah ile sevişdirmeye sebeb olan peygamberler peygamberi,sebeb-i hilkat-i âlem, sebeb-i hikmet-i benî-âdem olan, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimiz Hazretlerine ve âline ve ehl-i beytine ve ashâbına ve ensârına salât ü selâm olsun. 

Dilleriyle Allah'ı tevhîd etmek lutfuna eren, gönülleriyle Allah'a inanan ve Allah'ı sevenler!

Bu âleme gelmekdeki gâye, gene Kitâb-ı Kerîm ile bu gâyeyi Allah bize açıklamış ve Kur`ân ile bize bildirmişdir. Buyurmuşdur ki, "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li ya'bûdûn". "Biz insanları ve cinnileri, yani görünen ve görünmeyen kuvvetleri, ancak beni bilip, bana ibâdet ve tâat için halk eyledim". "Bu dünyâya niye geldim?" diye sorarsan, vazîfen, Hakk'a kulluk etmek, Allah'ı bilmek ve Allah'a ibâdet kılmak, kulluk etmek. Bu vazîfeyi ihmâle edenler, âkıbetinde çok pişmân olacaklar. 
Hele bâhusûs, "Bugün tövbe ederim, yarın tövbe ederim" diyerek kendini avutanlar ve tövbeye muvaffak olamayanlar, bunlar çok büyük zarara girmişler ve girdiklerini yakın bir zamanda anlayacaklardır. Fakat Hakk'a kul olanlar ve Allahu Teâlâ Hazretlerine kulluk, abdiyyet vazîfesini yapanlar da, onlar da, yakın bir zamanda, ne gibi bir nimete mâlik olduklarını, iki cihâna sultân olduklarını, onlar da yakın bir zamanda görecekler ve bu nimete ereceklerdir.

Aklım başımda diyenler, bir kendi vücûd âlemine, kendi vücûduna nazar etmeli ve ne gibi nimetlere mâlik olduğunu görecek ve anlayacakdır. Bir de dışarı âlemi, hâriç âleme bakmalı. Bunların birine âyât-ı enfüsiyye, birine âyât-ı âfâkiyye derler. Sabahleyin perdenin kaldırılması ve âlem zulmetden sonra nûr bulması. Geceler, gündüzler, akşamlar, sabahlar, hastalıklar ve sıhhatler, yazlar, güzler, baharlar, bunlar, aklı başında olan insanlar için büyük âyet ve ibretdir. Buna alışdığımız için önemsemiyoruz. Halbuki çok büyük âyet ve ibret var âyât-ı âfâkiyeden. Bir lokma ekmeğin senin kursağına düşmesi için üç yüz altmış beş elekden geçmekdedir. Bir lokma ekmek, bir tek üzüm tânesi, bir zeytin tânesi, bir hardal tânesi, üç yüz altmış beş safhadan geçmekdedir, senin kursağına inmek için. 

Tabii bunu böyle yiyip içip de, dünyâya yalnız yemek ve içmek ve gülmek ve oynamak için geldim diyenlere bu hesâb sorulacakdır. Çünkü gene Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, "ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ sümme le tüs'elünne yevme izin 'ani'n-na'îm, biz kıyâmet gününde vermiş olduğumuz nimetlerden sorarız" buyuruyor. "Vücûdunu nerede yıpratdın?" diyecek Allah. "Gençliğini nerede kocaltdın?", "Parayı nereden kazandın nereye sarf etdin?", "İşitdiğin ilim ile ne amel etdin, ne yapdın?". Bu sorular sorulduğu gibi, yaz gününde içmiş olduğun bir bardak soğuk suyun da hesâbı sorulacak. 

Bunların bedelleri ve diyetleri, evvelinde Besmele, âhirinde Allah'a hamd ü senâ etmekdir. Bunların semeni, bahâsı, evvelinde Besmele, nihâyetinde Hamdele. Tabii meşrû işlerde. Allah'ın sevmediği, Allah'ın men' etdiği işlerin başında Besmele çekilmez. İçki Besmele'yle içilmez. Bazı sapıklar var böyle, Allah bizi onlardan etmesin, Hakk'la alay etmiş gibi olurlar. Allah'ın men' etdiği şeyi Besmele'yle yapmak.

Besmelesiz oturup kalkma. Her meşrû işinde besmele çek. Bismillahirrahmânirrahîm'de on dokuz harf vardır. Cehenneme müekkel olan melâike de, on dokuz tânedir. Küffâr-ı hâkisâr üzerine musallat olacak cehennem melekleri, on dokuz tânedir. Gene Kur`ân-ı Kerîm'den, "عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَۜ 'aleyhâ tis'ate 'aşer", on dokuz melek vardır. Bunlar o kadar büyük ve kuvvetlidir ki, bir pençeleriyle milyonlarca insanı nâra atmak kudretine mâlikdirler. Allah on dokuz milyon da halk edebilirdi. Lüzum yok o kadar. Hani nasıl Antakya kavmine Cenâb-ı Hakk "Semâ ordularından bir ordu göndermedik helâk etmek için" diyor. Esteîzübillah, "وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى قَوْمِه۪ مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِل۪ينَ vemâ enzelnâ 'alâ kavmihî min ba'dihî min cündin mine's-semâi vemâ künnâ münzilîn. "اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ خَامِدُونَ in kânet illâ sayhaten vâhideten fe izâhüm hâmidûn". Manâsı. Denizden katre, şemsden zerre olarak. "Biz semâ ordularından bir ordu göndermedik. Bir sayha kâfî geldi". Cebrâil'in bir sayhası. Bir kerre narayı vurdu mu, milyonları kahretmeye kâdirdir. Çünkü Cenâb-ı Hakk Sûre-i Necm'de de, "ذُو مِرَّةٍۜ zû mirre" buyurur, "ذُو مِرَّةٍۜ zû mirre", kuvvet sâhibi demek, öyle halk etmiş Cenâb-ı Allah Celle ve Tekaddes Hazretleri. 

Efendim Cebrâil aleyhisselâma gitme sen. Görmüyor musun, kendini Allah zanneden sapıklara, Cenâb-ı Hakk bir mikrop gönderiyor, kıvrım kıvrım kıvrandırıyor. Gözle görülmüyor da makinayla teşhis ediliyor. Bazen makinay da teşhis edemiyor. Hastalığı neden bilinmiyor diyor. Kıvrım kıvrım kıvrandırır Allahu Teâlâ. Allah her şeye kâdir u kayyûmdur. O on dokuz melâike saltanat-ı ilâhiyye içindir. Allah'ın ihtiyâcı olduğundan dolayı değil. 

Görmedin mi gene Kavm-i Lût'u Cenâb-ı Allah ne yapdı? Cibrîl aleyhisselâm sabaha karşı geldi, bir pençesini vurdu, elli iki şehri birden semâya kaldırdı, o şehrin öten horozlarını semâ melekleri işitdiler, baş aşağı getirdi. 

Bir anlık işdir. Kıyâmet de böyle olacakdır. Herkes işinde gücündeyken. Ama Allah unutulmuş. Yâhud lisânlarda Allah var, kalbde Allah korkusu ve Allah sevgisi yok. Böyle de olabilir, mümkün. Çünkü bir adam lisânen Allah der, kalbiyle tasdîk etmezse, yâhud kalbiyle söylemezse, o adam münâfık olur. Allah dediğin vakitde, takvâyı, Hakk'dan korkuyu ve Hakk'a muhabbeti kalbinde duyacaksın. Hattâ Allah'ın medh etdiği mü'minler, medh ü senâ etdiği mü'minler, Allah ismini andıkları vakitde, vücûdları diken diken olur, Allah sevgisiyle.

Elli iki karyeyi kaldırıverdi semâya. Ve o karyelerin horozları henüz ötüyor. Sabaha karşı gelir azâb-ı ilâhiyye. Çünkü gaflet zamanıdır. Âşıklar ve sâdıklar, perdenin ref' olduğu vakitde, seher vaktinde kalkarlar, kelb gibi olanlar, o vakte kadar otururlar, o vakit yatarlar, ibâdet ve tâat vaktinde, uyurlar. Köpekler de öyledir. Sabaha kadar dolaşırlar, sabah tam namaz vakti ki ibâdet ve tâat vaktidir o vakit köpekler yatarlar. Köpek hayvanından bahsediyorum yani. 

Seher vaktini kaçırma! Sevgililerin sevgilisi, hakîkî mahbûb olan, sevilen Hazret-i Allah ile görüşmek istiyorsan, seher vakti kalk, Allah ile görüş.  

On dokuz melâike vardır. "عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَۜ 'aleyhâ tis'ate 'aşer, onlar üzerine biz on dokuz melâikeyi musallat ederiz". Onların bir pençesi milyonlarca insanı nâra atmaya kâdirdir. Öyle yaratmış Allah. Hamele-i Arş da öyle. Dört melâike omuzlarında kaldırmışlar Arş'ı. Nasıl olduğu, keyfiyyeti mechûl. "Efendim nasıl olur?" diye bana sorma! Allah kudretine nasıl olur diye sorulmaz. Görmüyor musun, semâvâtı, ecrâm-ı semâyı yani yıldızları, ayları, altında direk mi var? Hava taşıyor, görmüyor musun? Allah kâdir, taşıtır, havaya da taşıtır, havaya da yükler, melâikeye de yükler. Sana da yükler, sen de kaldırabilirsin, sana o kudreti verirse. O kâdir u kayyûmdur, kavîdir. Sen zayıfsın, ben zayıfım. Biz açız, O rezzâkdır. Biz günahkârız, O gaffârdır, O rahmândır, O rahîmdir.  

Besmele, on dokuz harfdir, kim ki meşrû işlerinde, yani meşrû demek, gençlerimiz var anlamıyorlar, Allah indinde müsâade edilmiş işler, mubâh olan işler, günâhı yok, bu işlerde besmele çeken kimse bu on dokuz azâb melâikesinin elinden kurtulur, halâs olur. On dokuz harfdir çünkü Besmele.

Gene Cenâb-ı Peygamber, "Mi'râc gecesi cennât-ı âliyâtda bir pınar gördüm" diyor, "Bismillâhirrahmânirrahîm'in mimlerinden o pınar akıyordu. Birinden bal, birinden süt, birinden su, birinden şarab akıyordu" diyor. 

Şarab denildiği vakitde, dünyâdaki seni sekr etdiren, aklını gideren, insanı hayvanlaşdıran şarabdan bahsetmiyorum ben. Gözünde pislik olan dünyâyı pislik görür. Şarab diye konuşulduğu vakitde tarîkat-ı aliyyede, tasavvufda, aklın abildiğin Apostol'un şarabını getirme sakın hâ! Şarab, aşk-ı ilâhîdir. Cennet, Hakk ile mülâkâtdır, mazhar-ı zât olmakdır. Hazret-i Muhammed'in sofrasında bulunmadıkdan sonra, O'nun iltifâtına ermedikden sonra cenneti ben ne yapayım. Mutlakâ Sofra-i Muhammed'de bulunmalı, iltifât-ı Resûlullah'a mazhar olmalı.

Cuma günleri nasıl câmiye geliyorsan, davet-i ilâhîye icâbet edip burada bulundunsa, cennete inşâallah vâsıl olursak, Allah nasîb etsin, ki cennet müttakîlerin, mü'minlerin, Muhammedîlerindir, nasıl Cuma günü Allah'ın davetiyle câmiye toplanıyoruz, Cuma günü de Allah'ın mü'minleri daveti vardır cennetde. Ona rıdvân derler. Herkese ayrı ayrı davetiye gelecek ve davetiye ile Huzûr-i İzzet'e davet edileceğiz. Cuma günleri. Cuma günü câmiye gelen bu nimete erecek. O ahmak hâlâ beş kuruş kazanacağım diye hattâ yemeğe kâdir olmayacağı para için, Allah'ını kıranlar, onlar üzülsün ve ağlasınlar. Beş kuruş kazanacağım diye Cuma'yı terkediyor, câmiyi terkediyor, namazı terkediyor, bu nimet-i uzmâyı terkediyor. Bedenin dinleniyor, rûhun saâdete eriyor, kulağın Allah'ın tebşîrâtıyla zevkleniyor, gözün cemâl görüyor, Huzûr-i İzzet'desin, Allah seni huzûruna almış, sana iltifât ediyor ve hitâb ediyor. Bu nimeti beş kuruş için terkeder. Ve topladığı parayı da yiyemeden gider âhirete, mîrâsçıları parayı yerler, kendisi azâbını görür. Bunlar ahmak değil mi? Soruyorum. 

Cennât-ı âliyât mü'minleredir. Receb Ayının birinci gününden itibâren feth u küşâd edilmişdir, tövbekârlara, tövbe edenlere ve Hakk'ın mağfiretine koşanlara.

Cennet-i efâl var, cennet-i sıfat var, cennet-i zât vardır. Herkesin istidâdına göre Hakk'a kurbiyyetine göre bu makâmlar kendilerine verilir. Öyle makâmlar görürsün ki cennât-ı âliyâtda, buradan bakdığımız vakitde semâdaki yıldızları nasıl görüyorsak, bazı âşıkânın makâmı öyle yücedir. Bunlar aşk ehlidir, Allah'ı sevenlerdir ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi sevenlerdir ve Resûlullah'ın muhabbetine müstehak olanlardır. 

Bu nimeti kaçıracak mısın yani, beş kuruşluk dünyâ metâı için? Halbuki bırakıyorsun burada, gözünle de görüyorsun. Hani bizden evvel gelenler? Hani dünyâya sâhib ve mâlik olanlar? Hani Nemrudlar? Hani Firavunlar? Hani Hitler? Hani Musolini? Hani, şu, hani bu? Senin işitdiklerini de söyleyeyim, ben sana sayayım. Bir zaman gelecek biz de gideceğiz, isimlerimiz dünyâ yüzünde belki de unutulacak. Süratle gitmekdeyiz, Huzûr-i İzzet'e doğru. 

Bu şarâb-ı ilâhîyi burada içmeyecek misin yani? Sekirlenemeyecek misin? Allah'ın aşkıyla bîhûş olmayacak mısın? Haramdan kaçınmayacak mısın? Helâla koşmayacak mısın? İnsanlığını bilmeyecek misin? Sana insan sıfatı verilmiş, sıfat-ı insâniyye. "وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ ve lekad kerremnâ benî adem", benî âdem mükerrem kılınmış sıfat bakımından. Bizden daha güzel bir mahlûk var mı kâinâtda? Semâvât senin için, ard senin için, güneş senin için, yağmur senin için, rüzgar senin için, ilkbahar-yaz senin için, gece-gündüz senin için, cennet senin için. Senin için hazırlanmış bunların hepsi başdan aşağı. Sana iki yol gösterilmiş, görmüyor musun?

Cenâb-ı Hakk'ın bazı seyyar melekleri vardır, bunlar kâinâtı dolaşırlar, nerede bir zikir meclisi görürlerse, o meclisde toplanırlar. Ve birbirlerini çağırırlar, "helümmû, helümmû, geliniz geliniz buraya" diye. 

O âşıklarla Hakk'ın arasındaki bulunan muhabbetullahı görürler ama o aşk, o bir sırdır, kimse tarafından keşf olunmaz, Hakk ile kul bilir onu. Allah bilir dervîşlerin hâlini, Allah bilir âşıkların hâlini, Allah bilir sâlihlerin hâlini, Allah bilir sâdıkların hâlini. Hâllendin mi?

Evet, sonra melekler yerlerine dönerler, makâmlarına dönerler. Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri sorar meleklere, "Neredeydiniz meleklerim?". "Yâ Rabbi, sana ardda, dünyâda ve semâda gizli bir şey yokdur, nerede olduğumuzu biliyorsun". Cenâb-ı Hakk buyurur ki, "Ey meleklerim, biliyorum ama konuşalım ki kullarım işitsinler". "Zikir meclisindeydik, Kur`ân meclisindeydik, sâlihler, âşıklar meclisindeydik". "Ne yapıyorlardı sâlihler?". "Yâ Rabbi seni zikrediyorlardı".

Dedim ya az evvel, Hakk'ı zikreden âşıkların vücûdu diken diken olur, gözleri yaşarır, kalbi sürûra erer, kalbi mesrûr olur. Çünkü zikrullah her derde şifâdır, her derde devâdır. 

"Peki bu zikri niçin yapıyorlarmış?". "Yâ Rabbi sana âşıklarmış". 

Efendim kul Hakk'a âşık olabilir mi?. Kul bir katre menîden halkolunmuşdur, su parçası. Allahu Teâlâ araz değildir, cisim değildir, nasıl olur da kul Hakk'a âşık olur? Bu aşk meselesi, çok ince konuşdum, sordum size soruyu. Cevâb vermeden geçmeyelim. Evvelâ Allah kula tâlib olur, kulu severse huzûruna alır. Zâhir kısmında insan câmiye gitdi, namaz kıldı, zikretdi, şu, bu, bu zâhir kısmı, kulun görüşüdür bu. Ma'nâ âleminde, Allah kulu sevmeyince, kulu huzûruna almaz.

Efendi! Kazandığın para, helâlden mi kazandın, haramdan mı, nasıl bileceksin? Sana bir miyâr vereceğim. Kazandığın para helâl mı, haram mı? Sarfetdiğin yere bakacaksın, nereye sarfediyorsun parayı. Parayı sefahate sarfediyorsan bil ki haramdan kazandın parayı. Hayra sarfediyorsan bil ki helâldan kazandın parayı.

Cuma günü câmiye geldin, namaz kıldın. Bu Cuma namazım benim kabûl oldu mu, olmadı mı? Bunu nerden bileceksin? Câmiye geldin, namazı kıldın, dışarı çıkdığın vakitde, bir sürûra erdinse, bir safâya vâsıl oldunsa, bil ki Cuman kabûl oldu.

"Allah beni seviyor mu?" İyi dinle! Kulağını benden yana ver! "Allah beni seviyor mu, Resûlullah'ın bana muhabbeti var mı?" dersen, yapdığın ef'âl ü harekâta bak. Ondan bileceksin. Eğer sâlihlerle berâbersen, "وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ ve men yut'iullâhe ve'r-resûle fe ülâike en'amallahu 'aleyhim mine'n-nebiyyîne ve's-sıddîkîne ve'ş-şühedâi ve's-sâlihîn ve hasüne ülâike refîkâ". Yapdığın ef'âl ü harekât, sulehâ ef'âli ise eğer, bil ki Resûlullah seviyor seni. Sen fâsıklarla berâbersen, evâmir-i ilâhîyi sen ayak altı ediyorsan, Allah'ın verdiği emirlere kıymet vermiyorsan, bil ki sevilmiyorsun. Çünkü sevilmenin şartları var. Bak Cenâb-ı Hakk söylüyor, "Habîbim Muhammed söyle onlara", sallallahu aleyhi vesellem, "قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰ kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebi'ûnî yuhbibkümüllah". Resûlullah'a tâbi olursan, O'nun gitdiği yoldan gidersen, Allah seni sever. Allah kâfirleri sevmez, fâsıkları sevmez. Onun için aklını başına al. Ömür gelip geçicidir, süratle gelip geçicidir. 

"Ey meleklerin ne bekliyorlarmış benden?". "Yâ Rabbi bir kısmı, mağfiretini istiyor senin, affını istiyor. Hatâ etmiş, ısyân etmiş, nefsine zulmeylemiş, sonra aklı başına gelmiş, yapdığına nâdim olmuş, tövbe ediyor, af bekliyor senden". 

Her gece münâdî nidâ ediyor, duyduğun var mı? "Tövbe eden yok mu tövbesini kabûl edelim", "Bizden isteyen yok mu verelim" diyor Allah. Receb Ayındasıni Şabân ayındasın. Receb, Şabân, Ramazân bunlar birbiri üzerine gelmiş, rahmet aylarıdır. Her akşam bağırılıyor bu. "Tövbe eden yok mu tövbesini kabûl edelim", "Bizden isteyen yok mu verelim". "Cennet isteyen yok mu, cennet bahşedelim".

Ama biz duymuyoruz, kulaklarımız sağır bizim. Gaflet pamuğunu kulağımıza tıkamışlar, duymuyoruz bu kelâmları, kulak vermiyoruz. Aldırdığımız yokdur. Biz aldanmışız, beş kuruşun peşine düşmüşüz. Değersiz şeylerin peşinden koşuyoruz. Pazara çıkmışız, ne bulduysak çuvala dolduruyoruz. Yakında o çuval bizim sırtımıza yüklenecek ve bizi amel sandığına götürecekler. Amel sandığı ne biliyor musun, neresi olduğunu? Başbaşa kalacaksın. Kabir, kabir! Orada amelinle başbaşa kalacaksın. O vakit çuvala ne doldurduğunu göreceksin. Yılan mı, çıyan mı doldurdun, yoksa cevâhirler mi doldurdun. Buradan alınıyor bunlar, âhiretde yok burada var. Cennetin miftahı burada, cehennemin azâbı da buradan alınır, ateşi de buradan alınır. 

"Onlar cennetimi görmüşler mi?". "Görmemişler yâ Rabbi". "E peki, nereden cennetimi istiyorlar benim?". "Muhbir-i sâdık olan Sultân-ı enbiyâ, rahmeten-lil-âlemîn, Muhammed aleyhissalâtü vesselâm haber vermiş onlara. Bir kısmı da seni istiyorlar". 

Çünkü herkes merâtibine göre, sofulara cennet, âşıklara dîdâr var. Kimi Cenâb-ı Hakk'ın cemâlini istiyor, kimi cennet, kimi mağfiret, kimi rızâ-yı Rahmân bekliyor. 

"Yâ Rabbi, bazısı da sana âşık olmuş, seni istiyorlar". "Onlar beni görmüşler mi?". "Görmemişler Yâ Rabbi". "Görmedikleri hâlde, beni zikrederek tüyleri diken diken oluyor, gözleri yaş döküyor, kalbleri benim aşkımla yanıyor. Ya beni görselerdi? Ki onlara cemâlimi sakladım". 

Malûm ya, mi'râcda Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi veselleme Allah, keyfiyyeti bizce mechûl Allah'ca ma'lûm olarak, altı cihetden münezzeh olarak, cemâl-i bâ-kemâlini Hazret-i Muhammed'e göstermişdir. Ki Cenâb-ı Peygamber, onu istedi, "Yâ Rabbi cemâlini bana gösterdiğin gibi benim ümmetime de istiyorum" dedi. Onu da kabûl etdi Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri.

"Ya neden korkuyorlarmış?". "Senin azâbından yâ Rabbi, celâlinden". "Onlar benim cehennemimi, celâlimi, azâbımı, kahrımı görmüşler mi?". "Görmemişler yâ Rabbi". "Kim söylemiş, kim haber vermiş?". "Gene muhbir-i sâdık olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm". "Ya görselerdi ne yapacaklardı acaba?". 

"Yâ Rabbi o zikir meclislerinde seni zikredenlerle beraber başkaları da oturuyordu ama zikre iştirak etmiyorlardı onlar, seyrediyorlardı zâkirleri. Onlar hakkında muamelen nedir?". "O benden korkanları, nârımdan çekinenleri, benim kahrımdan korkarak ağlayanları affetdiğim gibi onları da onlara bağışladım".

Bak görüyorsun ya, zâhidlerle, mü'minlerle, muhsinlerle berâber olursan onlarla berâber muamele görürsün. Ne gibi? Bu âlemde de öyledir. Esrarkeş kahvesine git, esrar da içmezsen polis gelse seni de götürür berâberinde. Ama iyiler arasına gir, otur, sana aynı iyi muamelesi yaparlar. Âhiret âlemi de böyledir. Dünyâ yüzünde kendilerinize iyi ahbâblar seçiniz. Kötü arkadaşları kendinize yük etmeyin, boşuna ölü taşımayın kâinâtda. Sizi Allah'a götüren, birr ü takvâya çağıran, aşka davet eden, cennet yollarını gösterenlerin peşinden gidiniz. Nefislerine kul-kurban olmuş, nefsinin eşeği, şehvetinin uşağı olmuş, öyle kimselere tâbi olmayınız.

İşte "hüvellezî", o Allah ki, kâdir u kayyûm, semâvâtı bi-gayrı 'amedin, direksiz halk etdi, ardı altımıza döşedi, milyonlarca yıldızları direksiz ve dayanaksız semâda çevirdi, döndürdü, yağmurlar yağdırdı, bize türlü türlü nimetler ihsân u inâyet buyurdu. Görmüyor musun, bir tencerenin içerisinde yemek pişerse, aynı yemek aynı lezzeti verir. Bir bahçeyi tencere farz eyle, içindeki bulunan mezrûâtı bir gör, üzümün tadından parmakların yapışıyor, biberin acısından dudakların yanıyor. Nasıl oluyor bu? Bak bunları rengârenk, lezzetleri ayrı ayrı, tatları ayrı ayrı ihsân u inâyet buyurdu. Senin için verildi bunlar. Ama kulluğunu bilmezsen bunun hesâbı sorulacak. 

Bırak sen, âhiret âlemindeki hesâba gitmeden evvel, şükrü edâ edilmeyen nimetler insanların elinden alınır. Hürriyyetinin kadr u kıymetini bilmiyorsan, Allah hürriyyetini elinden alır. Servetinin kadr u kıymetini bilmiyorsan, Allah servetini elinden alır. Îmân ve islâmının kadr u kıymetini bilmiyorsan, îmân ve islâm elinden gider. Evet, en büyük felâket de budur. Evvelâ Allah seni belâlara mübtelâ kılar, böyle yapanları yani. Amellerini tebdîl eder. Sûretâ insan olur, hakîkatde hayvân olur. Kimi maymun, kimi domuz, kimi akrep, kimi yılan olur. Zâhirde insan görünür. En büyük belâ da, putlara tapdırır, abede-i tâgût kılar en nihâyetinde, sonunda. Sonra îmânını alır, çenesi îmânsız kapanarak, nâra sevk olunur. 

Allah, her şeye kâdir u kayyûmdur, rabbimizdir. O'nu zikredeni, O zikreder. "فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ fezkürûnî ezkürküm". O'na yürüyerek gidene, O koşarak gelir. O'ndan isteyeni, O mahrûm etmez. O, semâvâta ve arda sığmamışdır, fakat mü'minin kalbine sığmışdır. Sana senden yakındır, sen O'na uzaksın, yaklaşmaya çalış. "فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ fe kâne kâbe kavseyn" sırrına ermeğe uğraş. Ömrünü hebâya verme. Yani ömrünü boşa verme. Ömür ki zümrüdlerin kaybolsa eline geçmek ihtimâli vardır, bir dakîkalık kaybetdiğin ömrünü, milyonları versen bir daha eline geçmenin ihtimâli yokdur. Allah'a kasem ederim ki, gene Kitâbullah'ın beyânı üzere, Melekü'l-mevt geldiği vakitde yanımıza ki, yakın bir zamanda sana ve bana gelecekdir bu, bir dakîkalık kendisinden mühlet isteyeceğiz. "Bırak beni bir dakîka, bir parça, bir kere daha Allah diyeyim". Müsâade edilmeyecekdir. Ama âşık ve sâdıklara, Allah'ın sevgili kullarına, onlara edeben gelecek, Hakk'ın selâmını getirecekdir, Melekü'l-mevt, Azrâil aleyhisselâm yani. "Ey âşık-ı sâdık, Hakk'ın sana selâmı var, ne istiyorsun, sana ne muâmele göreyim?" diye. O kul diyecek ki, "Ben Hakk'a âşıkım, hemen gel işini gör. Bu dağdağlı dünyâyı geriye atalım artık. Sıkıntılar geride kalsın, kederler. Beni sevdiğim rabbime vuslat etdir". İşte "Âşıklar için ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır" dedikleri budur. Hakk'a mülâkât vardır. Kâfire mühlet yokdur. "فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ fe izâ câe ecelühüm lâ yeste'hirûne sâ'aten velâ yestakdimûn"

Bir hükümdar geliyormuş. Söylemeden geçmeyeceğiz, belki siz de terlediniz ama ben de terledim. Zâlim bir hükümdar geliyormuş vaktiyle, önüne bir zât çıkmış, üstü başı eskice. Ona öyle görünmüş yani. "Dur" demiş. Hükümdar demiş, "Çekil önümden! Şimdi gadab ateşim seni yakmasın, helâk etmesin. Çekil önümden git!". "Yok yok, sen beni önünden çekmeye kâdir değilsin. Ordun da beni senin önünden çekemez. Yani benim elimden seni kurtaramaz". "Sen kimsin?". "Ben melekü'l-mevtim" deyince hükümdar titremeye başlamış. "Ne istiyorsun?". "Hakk'ın emri var, şimdi senin rûhunu kabz edeceğim". "Aman mühlet ver, sarayıma gideyim, vasiyetimi yapayım". "Olmaz!" dedi. "Bir kere Allah diyeyim yâhu". "Olmaz!" Rûhunu kabz etdi. O kadar. Düşdü atdan aşağı, "Öldü" dediler, götürdüler. 

Gene aynı Melekü'l-mevt, aynı gün bir pazar yerinde, Hakk'a kulluğunu etmiş, kulluğun kadr u kıymetini bilmiş, Hakk ile sevişmiş, buluşmuş bir zâtın yanına gitdi, omuzuna dokundu. "Kimsiniz buyrun" dedi, "Allah'ın sana selâmı var, Celle Celâluhû Hazretlerinin, ben O'nun melekü'l-mevtiyim yani Azrâil aleyhisselâmım. Hakk Teâlâ buyuruyor ki, o kuluma sor, istersen sana mühlet vereceğim, yani bırakacağım seni dünyâda, bir müddet daha kalacaksın". "Yok yok, hemen gel vazîfeni gör. Ben günlerden beri, senelerden beri, gece gündüz Hakk'a mülâkâtı istiyorum, benim arzum isteğim budur. Yalnız şu isteğim var senden. Mü'minin mi'râcı namazdır, ben namaza durayım, namazda benim rûhumu kabz eyle".

Bilmem anlatabiliyor muyum müslümanlar? 

Efendiler! Bu gelici gelecek. Mamûr evler harâba dönecekdir. Tahtlar, makâmlar elden alınacakdır. Yavrular yetîm kalacakdır. Bunu hiç hatırından çıkarma. Bunu çıkarmazsan, o vakit Allah'a yaklaşacaksın, ölüm korkusuyla. Ölüm, kâfiredir, hayvanadır. Âşıklar, ölmez. Âşıklar ebedî hayydırlar. Çünkü onlar ölmeden evvel ölmüşlerdir, ölmeden evvel ölenler, ölmezler, olurlar. Onlar için bâb-ı mevtde vuslat-ı cemâl vardır ve Âgûş-ı Muhammedî vardır, sallallahu aleyhi vesellem.

Aynı âyet üzerinde duracakdık fakat bu kadar nasîb oldu, kâfî.

Yâ Rabbi, biz buraya toplandık, sen davet etmesen biz buraya gelemezdik. Bizi hânene kabûl etmesen, biz senin hânene vâsıl olamazdık. Huzûruna almasan, senin huzûrunda bulunamazdık. Bizi buradan boş çevirme. Bâhusûs, ehl-i islâmı şâd eyle. Ehl-i islâmı tevhîd nûruyla pür-nûr eyle. Aramızdaki nefreti, adâveti, düşmanlığı gider. Düşünmeye lâyık tevfîkli akıl ver Yâ Rabbi, ne yapdığımızı bilelim Yâ Rabbi. Ne yapdığımızı bilmiyoruz, ne yapdığımızı bilelim Yâ Rabbi. Tevfîkli bir akıl ihsân et. Aramızdaki adâveti, kötülüğü kaldır. Biz "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen mü'minleriz, seni tevhîd ederiz, habîbin Muhammed'e gönül verdik. Bizi bu nûr ile münevver kıl. Hem dünyâmızı muattar, hem âhiretimizi tenvîr eyle Yâ Rabbi. 

Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtın müstakîm.

www.muzafferozak.com
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 13 Haziran 1980 (29 Receb 1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön