Süleymâniye Hayrânı Meşhûr Amerikalı Mimar

12 Ekim 2014 tarihinde yayınlanmıştır.

Muzaffer Efendi

SÜLEYMÂNİYE HAYRÂNI MEŞHÛR AMERİKALI MİMAR*

Yine birgün Süleymâniye câmi-i şerîfine va'zetmeğe gitmiştim. Bir zâtın, sırt üstü yatarak kubbeyi büyük bir hayranlık ve şaşkınlıkla seyrettiğini gördüm, ben de hayrete düştüm. Başımda sarık ve sırtımda cübbe bulunduğundan ve kendisiyle ilgilenmemden cesaret almış olacak ki, kısa zamanda anlaştık ve kendisini evime davet ettim. İki kadın arkadaşıyla ve ellerinde bir çiçek buketi bulunduğu halde ziyaretime geldiler. Yemekte, kendilerine teklifte bulundum : 

- "Biz, içki kullanmayız. Bu sebeple evimizde de içki bulunmaz. Ama, siz alışıksınız. Arzu ederseniz aldırayım" dedim. 

- "Hayır!" dediler. "Gerçi biz içki içeriz ama burada olmaz. Bu ev, bir Muhammedî'nin evidir ve siz bir din adamısınız. Bir Müslümanın evinde ve bahusus bir din adamının huzurunda içki içmeğe utanırız"

- "Bizim dinimizde içki gerçekten şiddetle yasaklanmıştır ve biz asla içmeyiz. Ancak, siz misafirimsiniz ve size ikram etmek vazifemdir" deyince şu cevabı verdiler : 

- "Biz de sizin bu misafirperverliğinizi asla sû-i isti'mâl edemeyiz"

Yemekten sonra sohbete koyulduk. Bana dediler ki : 

- "Doğrusunu söylemek gerekirse, Türk milletinin haline şaşıyoruz. Şanlı ve şerefli bir tarihiniz var, dört kıtada asırlarca hükümran olmuşsunuz. Hal böyle iken, neden dedelerinizi inkar ediyorsunuz? Bakın bize, kendimize bir tarih uydurabilmek için Kızılderilileri atalarımız olarak gösterrneğe çalışıyoruz"

Cevap verdim : 

- "Dedelerini hor gören, onları tahkir ve tezyif eden biz Türkler değiliz. İçte ve dışta sayısız düşmanlarımız var. Milli birlik ve beraberliğimizi bozmak, bizi şanlı tarihimizden koparıp ayırmak gayesi ile milyonlarca lira harcayanlar var. Bu dış düşmanlar, maalesef içte de aslında bizden olmayan ve ne yazık ki bizden gibi görünen bir takım sütü bozukları para ile elde etmişler, kendi gaye ve maksatları uğrunda çalıştırıyorlar. Dışarıdan silah zoruyla elde edemediklerini, içeriden gaflet, dalalet ve ihanet içinde bulunan kanı bozuklara yaptırıyorlar ve bizi bölrneğe ve parçalamağa çalışıyorlar. Bütün mes'ele bundan ibarettir" dedim. 



The Süleymaniye Mosque


Bu yabancılarla daha bir çok konularda sohbet ettik ki, hepsini bu risaleye sığdırmağa imkan ve ihtimal yoktur. Bu zat, New York'ta mimar olduğunu söylemişti. Kendisine sordum : 

- "Sizin ilim ve teknik anlayışınıza göre, bugün ziyaret ettiğiniz Süleymâniye câmi-i şerîfi gibi bir ma'bed yapmak mümkün müdür?" 

- "Evet!" dedi, mümkündür ve ilave etti : 

- "Ancak, Kânûnî Sultan Süleymân Han gibi bir hâkân, Barbaros Hayreddin Paşa gibi bir amiral, Sokullu Mehmed Paşa gibi bir vezir, Ebussuud Efendi gibi bir şeyhülislam, Bâkî ve Fuzûlî gibi iki şair, Sinân gibi bir koca mimar, Ahmed Karahisârî gibi bir hattat, sarhoş Süleyman Usta gibi bir müzehhib, her taşına alın terini döken ustalar ve işçiler, o günün müslümanları gibi kâmil mü'minler, Allah için cihâd eden ve gözünü budaktan sakınmayan semenderler, Hak rızası için ateşe atılan cengaverler, ülkeye böyle bir ma'bed kazandırabilmek için içleri yanan aşıklar ve sadıklar bulabilirseniz ve Süleymâniye câmi-i şerîfinin kubbesini ters çevirip içini altun ve gümüşle doldurabilirseniz, böyle bir eser daha meydana getirmek belki mümkün olur"

Evden birlikte çıktık, Kânûnî Sultan Süleymân Han'ın ve Mimar Koca Sinân'ın kabr-i şerîflerini ziyaret ettik. Ben, fâtihâ okurken, Amerikalı mimar rica etti : 

- "Sizin gibi duâ etmesini bilemem. İstirham ederim, her ikisine benim için de dua ediniz" dedi. 

Onlar da beni misafir kaldıkları Park Otel'e davet ettiler. Yanıma tercümanlık eden ihvanımdan bir zâtı alarak gittim. Eşimi neden getirmediğimi sordular : 

- "Bizim ailelerimiz böyle yerlere gelmezler" dedim.

Kalabalığa karışmayacağımızı sanarak, bu defa bizi Yeşilköy'de Çınar Otel'ine davet ettiler. Oraya gittiğimizde, Çınar Otel'inin koca bir salonunu bizim için kapattıklarını gördüm. Bir ev mahremiyyetinde yine başbaşa yemek yedik ve ben kendilerine : 

- "Dilerseniz içki içebilirsiniz" diye teklifte bulununca : 

- "Hayır!" dediler. "Biz, bir Müslüman din adamının karşısında içki içmekten hayâ ederiz" 

Söz arasında, kendisinin yedi dil bildiğini ve bir dahaki ziyaretine kadar Türkçeyi de öğrenmek kararında olduğunu söyledi ve bana da İngilizce öğrenmemi ve müteakip ziyaretinde aramızda vasıta ve tercüman olmadan sohbet edebilmemizi temenni ettiğini bildirdi. Amerika'daki bazı Türk ve İslam düşmanlarının: "Sakın Türkiye'ye gitmeyiniz. Zîrâ, Türk müslümanlar hristiyanlara karşı çok kaba ve haşin davranıyorlar" diye aleyhimizde şikayet ve propagandalar yaptıklarını uzun uzun anlattı. Kendisine, bunun aslı olmadığını söyledim ve Türkiye'de bütün gayr-i müslimlerin iyi yaşadıklarını ve Fener Rum Patrikhanesini misal olarak gösterdim ve beş yüz küsur yıldır İstanbul Türklerin elinde bulunduğu halde, hristiyanların hiçbir haksızlığa maruz kalmadıklarını, vatandaş ve hatta hemşeri muamelesi gördüklerini, azınlıkların biz Türklerden daha büyük bir refah ve saadet içinde bulunduklarını da önemle belirttim. Nezaketen açıkça ifade edememekle beraber, "müslümanların hristiyanlığın amansız düşmanı olduklarını ve çok kan döktüklerini" îmâ etmesi üzerine de, bunun tamamen asılsız bir iftiradan ibaret olduğunu, Osmanlı idaresinde ve Türklerin elinde bulunan Yugoslavya, Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan, Romanya, Macaristan' da kurulan bugünkü idarelerin bu görüşü doğruladığını ve eğer Türk müslümanlar buralarda oturan hristiyanları kırmış geçirmiş olsaydı, bu ülkelerde hiçbir hristiyan kalmamış olması gerekeceğini uzun uzun anlattım ve ilave ettim: 

- "Bizim dinimizde gazâ ve cihâd vardır. Şu kadar ki, müslümanlar savaş alanında kendilerine silah kullananlara silahla mukabele ederler. Yaşlılara, çocukluk çağında bulunanlara, harp esirlerine karşı hiçbir müslüman silah ve zor kullanmamış ve hattâ zaptettikleri ülkelerde ağaçları, ekilmiş tarlaları, kilise ve manastırları, kendilerini Allah'a adamış râhipleri dâimâ korumuş ve kollamışlardır. Esirlere eziyyet etmek dahî İslamda men' edilmiştir. Fakat, İslam düşmanlarıyla, ülkemizde gözü olanlar ve bizim istiklal ve hürriyetimizi elimizden almağa çalışanlar, asırlardan beri aleyhimizde bu ve buna benzer menfi propagandalar yapagelmekte ve bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmamaktadırlar. İnsaf sahibi hiç bir batılı bunun aksini iddia ve hele isbat edemez" dedim. 

- O halde neden bu gerçekleri açıklayacak kitaplar, broşürler yazdırmıyor ve meşru hakkınızı savunmada basın ve propaganda yollarına baş vurmuyorsunuz?" diye sorunca : 

- "İnşallah yakında o da olur" cevabıyla yetindim. 

Bir aralık, Amerikalı mimar ile eşi dışarı çıktılar. Yanımızda kalan diğer kadın arkadaşları bize, sır tevdi eder gibi fısıldayarak: 

- "Bu zât, Amerika'yı idâre edenlerden birisidir" dedi. Türkiye'yi ve Türk halkını yakından görmek ve incelemek için gayr-i resmî bir ziyaret yapıyor. Sorularına çok güzel cevaplar verdiniz ve ben sizin hesabınıza çok memnun oldum" 

Dînime, milletime ve vatanıma bu kadarcık bir hizmette bulunabilmek fırsatını bana bahş ettiği için Rabbime hamd ü senâ ettim. 

Muzaffer Ozak
Envârü'l Kulûb 1.Cilt, sayfa 220-224 

* Efendi Hazretlerinin bendegânından Shems Friedlander'ın "Kış Hasadı" isimli eserinde verdiği bilgiye göre bu mimar, meşhur Frank Lloyd Wright imiş. Bu zât modern mimarlık tarihinin en önemli kişiliklerinden birisi olarak kabul edilmektedir...

Muzaffer Efendi Hazretleri bir sohbetlerinde yine bu mimardan bahsederken, O'nun 1953 senesinde geldiğini ve Süleymâniye Cami-i Şerifi hakkında sohbet ederken şu sözleri sarfettiğini beyân ediyor :

"Bu câmiyi yapanlar burada oturmaz, burada oturanlar da bu câmiyi yapamaz!"

"Devler ülkesinde karıncalar yaşıyor!"



Listeye geri dön