7 Nisan 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Hem âdil hem de bilgili bir pâdişâh varmış. Pâdişâhın emri altında kimisi kalem ehli, kimisi kılıç ehli olan nice kudretli idâreciler, nice bilgili me'mûrlar, nice hünerli kullar ve köleler varmış. Pâdişâhın bunca bilgili, hünerli ve kudretli adamları arasında bir de zayıf ve âciz bir kulu varmış ki pek bir bilgisi ve hüneri olmadığı halde ne hikmetse pâdişâh en çok onu sever ve onu herkesden üstün tutarmış. O kul, pâdişâha herkesden daha yakınmış. Pâdişâh bütün sırlarını ona söylermiş. Tabii bu hâl diğerlerinin hasedini celbeder ve ileri geri konuşmalarına sebeb olurmuş. "Padişâh, bunun hangi hünerini beğeniyor da bu kadar üstün tutuyor, bizde bunca hünerler varken bize pek iltifat etmiyor" diyorlarmış. Pâdişâh bu dedikodulardan haberdârmış ama ne hikmetse hiç sesini çıkarmıyormuş. Bir gün vezîrlerden birinin sabrı taşmış ve keyifli bir ânına dek getirip, pâdişâha sitemde bulunmuş, "Ey âlemin pâdişâhı! Biliyorsun ki, bizim senin rızâna uymayan hiç bir işimiz yokdur. Hattâ biz senin uğrunda cânlarımızı bile fedâ etmekden çekinmeyen kullarınız ama sen bize hiç yüz vermiyorsun da işe yaramaz bir kula iltifat ediyor, sırlarını onunla paylaşıyorsun. Bizim günâhımız nedir? Onun ne gibi bir fazîleti var ki onu bizden bu kadar üstün tutuyorsun?" demiş. Pâdişâh, "Mâdem bu kadar merâk ettiniz öyleyse onu niçin bu kadar çok sevdiğimi size göstereceğim, biraz bekleyin" demiş ve yakın adamlarından birini çağırıp kulağına şunları fısıldamış : "Git, sarayda ne kadar davul, dümbelek varsa hepsini toplayıp çatıya çıkar, sonra hepsini birden çatıdan aşağı at". Bir müddet sonra, pâdişâhın emrettiği gibi, bütün davullar, dümbelekler sarayın damından aşağı atılınca büyük bir gümbürtü kopmuş. Pâdişâhın huzûrunda bulunan ne kadar bey ve vezîr varsa hepsi sesin geldiği tarafa dönmüşler, ne oluyor diye telâşa düşmüşler. O hengâmede pâdişâhdan yüzünü çevirmeyen tek bir kişi varmış, o da pâdişâhın çok sevdiği ve sırdaş edindiği kuluymuş. Pâdişâh, adamlarına o kulunu niçin hepsinden üstün tuttuğunu böylece göstermiş ve onları mahcûb etmiş.Hazret-i Mevlânâ bu hikâyeyi naklettikden sonra buyuruyorlar ki :
Azîzim! Bu hikâye pâdişâhı anlatmıyor, maksad o değil. Beylerden maksad da beyler değil. Pâdişâhdan maksad, Hakk Teâlâ'dır. Beylerden maksad da, meleklerdir. O melekler ki, Allah'ın emrinden hiç dışarı çıkmazlar, hep kendilerine emrolunanı yaparlar, Allah onlara yeryüzünde Âdem'i halîfe kılacağım dediği vakit, "Orada bozgunculuk edecek, kan dökecek birini mi yaratacaksın. Biz sana hamd ederek seni tesbîh ediyoruz ya" demişlerdi. Allah Celle Şânuhû buyurdu ki, "Âdemoğlundan öyle bir hizmet meydana gelecek, onlar öyle bir kullukda bulunacaklar ki siz ona muvaffak olamazsınız". Melekler, "Acabâ o hizmet nedir ki hiç günâh işlemeyen ma'sûm melekler ona muvaffak olamazlar da günâhlara bulanmış Âdemoğlu ona muvaffak olur" dediler. Nebîlerin serdârı, ins ü cin peygamberi, Muhammed Mustafâ, aleyhissalâtüvesselâm, Mi'râc gecesi, göklerin melekûtu kendisine gösterilince, arş ve kürsî ona arzedilince, hiç birine dönüp bakmadı, gözünü Allah'ın cemâlinden ayırmadı da Allah O'nun hakkında "مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى mâ zâgal basaru vemâ tagâ" yani "Gözü ne kaydı, ne de haddini aşdı" buyurdu.