"Türkler Dünyâya Nasıl Hâkim Oldu" başlıklı yazımızda ecdâdımızın üç güzel hasletinden bahsetmiş ve bu üç hasletden birinin, evliyâullaha kıymet vermek ve hürmet etmek olduğunu söylemiş idik. Târih kitaplarına bakacak olursanız, başda sultânlar olmak üzere, ecdâdımızın evliyâullahı hep baş tâcı ettiklerini ve onlara çok kıymet verdiklerini görürsünüz. Nitekim Orhan Gâzî'nin Bağdad'dan gelen büyük mürşid Seyyid Kâsım Hazretlerine gösterdiği alâkayı bunun bir misâl olarak zikretmişdik. Yıldırım Bayezid zamânında Buhâra'dan gelen sâdât-ı kirâmdan Emîr Sultân Hazretleri de ecdâdımızın büyük değer verdiği, kendisine çokça hürmet ettiği ve irşâdından istifâde ettiği velîlerdendir. Kendisine yetişen üç pâdişâh, yani hem Yıldırım Bayezid, hem Çelebi Mehmed, hem de II. Murad, bu büyük velîye çok hürmetkâr olmuşlar, O'nun mübârek eliyle kılıç kuşanmışlar, seferlere giderken O'nun duâsını almışlar, müşkül durumda kaldıklarında O'ndan tavsiyeler almışlardır. Sonraki pâdişâhlar da Emîr Sultân Hazretlerine son derece hürmet göstermişler, Bursa'ya geldiklerine muhakkak türbesini ziyâret etmişlerdir. Hattâ Yavuz Sultân Selim ve II. Bayezid'in O'nun sanduka örtüsünün altına girip, uzun uzun duâ ettikleri de bilinmekdedir. Pâdişâhların bile bu derece hürmetkâr olduğu bir zât-ı akdese halkın ne derece itibâr ve teveccüh etmiş olacağını tahmîn edebilirsiniz. Emîr Sultân Hazretlerinin şöhreti kısa zamanda dört bir tarafa yayılmış ve gerek Bursa'dan gerek Bursa hâricinden sayısız insan kendsine bende olmuş ve feyzinden istifâde etmişdir. Emîr Sultân Hazretlerini mürşid olarak benimseyen Yıldırım Bayezid, O'na daha yakın olabilmek ve akrabâlık şerefini de elde edebilmek için O'na kızını vermişdir. Yıldırım Bayezid'i bazı yanlış kararlarından döndüren ve içkiye tövbe ettiren de Emîr Sultân Hazretleri olmuşdur. Pâdişâh Niğbolu zaferinin şükrânesi olarak yaptırdığı Bursa'daki Ulu Caminin inşâsı bittiğinde, câmiyi Emîr Sultân Hazretleri ile berâber gezdikden sonra gururlu bir edâ ile, "Câmi iyi olmuş mu sultânım, sizce bir eksiği var mıdır?" diye sorunca Emîr Sultân Hazretleri, "Evet, her kapısına bir meyhâne lâzım, onlar eksik" diye cevap vermiş, pâdişah "Aman Efendim, bu nasıl söz, hiç Allah'ın evine bitişik meyhane yapılır mı?" deyince, Emîr Sultân Hazretleri, "Burası beytullah-ı izâfîdir, beytullah-ı hakîkî ise insandır, sen beytullah-ı hakîkîyi meyhâneye çevirmekde bir mahzûr görmüyorsun da beytullah-ı izâfîyi mi derd ediyorsun" diyerek pâdişâhı irşâd etmiş ve içkiye mübtelâ olan pâdişâh, Hazret'in bu îkâzı ile içkiye tövbe etmişdir.
Medîne'den bir er uçdu
Uçdu da Bursa'ya düşdü
Cümle âlem buna şaşdı
Benim Pîrim Emîr Sultân
Emîr Sultân Hazretlerine gösterilen hürmet o derecedir ki yabancıların bile dikkatini çekmişdir. Sultân II. Murad 1422 senesinde İstanbul'u muhasara ettiğinde Emîr Sultân Hazretleri de dervîşleri ile birlikte bu gazâya iştirâk etmişdi. Bu muhâsaraya şâhid olan Bizanslı târihçi Ioannes Kananos, bu muhâsarayı anlatırken sözü Emîr Sultân Hazretlerine getirerek şöyle der :
Emîr Seyyid olarak yâd edilen bu mübârek zât Bursa'da oturuyordu ve evliyâdan idi. Türkler Muhammed'in soyuna nisbeti sebebiyle bu zâtı tebcîl ediyor ve kendisine peygamber saygısı gösteriyorlardı.
Kaleye hücûm için Emîr Sultân Hazretlerinin beklendiğini ve hücûmun bizzat bu büyük velînin işâreti ile başladığını belirten Bizanslı tarihçi Emîr Sultân Hazretlerinin harb meydânına gelişini de şöyle tasvîr etmişdir :
Türk dünyâsının velîsi çıkıp gelmişdi. Bir katır üzerinde idi. Yanında beş yüz kadar da dervîşi vardı. Gâyet ciddî ve pek azametli bir duruşu vardı. Müslüman askerler, onu görünce sanki gökden bir melek inmiş gibi, ona doğru koşuşdular ve kendisini o kadar büyük bir sevinçle karşıladılar ki, yalnız ellerini, ayaklarını öpmekle kalmayıp, aynı zamanda katırını da kucakladılar ve ayaklarını da öptüler. Türk hükümdârı da aynı şeyi yaptı, bir köle mevkiine düşerek, o da O'nun elini ve ayağını öptü.
İşte ecdâdımızın sâdât-ı kirâma ve evliyâullaha hürmetleri böyle idi. Zîrâ onlar Sûre-i Şûrâ'daki "قُل لَّا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى kul lâ eselüküm 'aleyhi ecran illel meveddete fil kurbâ" âyet-i kerîmesini doğru anlamışlar ve îcâbını da yerine getirmişlerdir. Böyle yaptıkları için de Allah'ın ve Resûlünün rızâsını kazanmışlar, böylece hem dünyâ hem de ukbâ devletine ve saâdetine nâil olmuşlardır.
Ey 'âlem-i velâyete sultân olan Emîr
V'ey mülk-i Rûm'a rahmet-i Rahmân olan Emîr NAĞME-İ AŞK