5 Ocak 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Daha önce de arz etdiğimiz gibi, Sûre-i Fâtiha, Kur`ân-ı Kerîm'in özü mâhiyetinde olduğundan her namazda okunması farz kılınmışdır. Farzıyla, sünnetiyle, vâcibiyle günde kırk rekat namaz olduğuna göre, beş vakit namaz kılan bir mü'min, her gün en az kırk defa bu sûre-i celîleyi okumak zorundadır. Acaba Cenâb-ı Hakk'ın Fâtiha'yı bizlere bu kadar çok tekrâr ettirmesinin hikmeti nedir? Bu suâlin cevâbını, sûre-i celîlenin âyetlerine tek tek göz atarak vermeye çalışalım :
Eûzü-besmele çekdik ve "اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ Elhamdü lillahi rabbi'l-âlemîn" dedik. Bu âyetden ne anlayacağız? Görünen-görünmeyen, bilinen-bilinmeyen bütün âlemlerin, yegâne hâlıkının ve koruyucusunun Allah olduğunu anlayacağız. Bunu iyi anlarsak, mahlûkata kem nazarla bakabilir miyiz? Kimseye kötü muamele edebilir miyiz? Kimseyi hakîr görebilir miyiz? Allah'ın yalnız müslümanların Rabbi olmadığını hattâ yalnız insanların Rabbi olmadığını öğrenince bütün mahlûkata karşı şefkatli ve merhametli olmayı, yaradılanı yaradandan ötürü sevmeyi, hepsine hürmet göstermeyi, hepsinin hakkına hukûkuna riâyet etmeyi de öğrenmiş oluruz.
Başka ne anlayacağız? Bütün hamd ü senânın yani yüceliğin, kuvvetin, kudretin, inâyetin, ihsânın ancak Allah'a âid olduğunu bileceğiz. Evet, zâhirde bütün nimetler bize kullar eliyle ya da mahlûkât vâsıtasıyla gelir. Ama aslında o nimetleri bize bahşeden Allah'dır. Nimetin nereden geldiğini bilen insan, teşekkürünü de ona göre yapar, değil mi? Meselâ bir dostumuz bize bir hediye gönderse, hediyeyi de bize kargo ile yollamış olsa, hediyeyi bize getiren kargocuya mı medyûn-i şükrân oluruz yoksa hediyeyi gönderen arkadaşımıza mı? Gerçi bu işe vâsıta olana da teşekkür etmek insanlık gereğidir ama asıl teşekkürümüzü hediyeyi gönderen arkadaşımıza yaparız değil mi?
"اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ Errahmânirrahîm". Bu âyet-i celîleden, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz merhamet sâhibi olduğunu anlarız. Üstelik hem bu âlemde, hem öteki âlemde, hem maddî, hem manevî, her bakımdan böyledir. Cenâb-ı Hakk'ın sofrası öyle genişdir ki, mü'mini müşriki, âlimi câhili, âbidi fâsıkı bütün herkes o sofradan istifâde eder. Allah kendisine isyân edenlerin hattâ kendisini inkâr edenlerin dahi rızkını kesmez. Seriyyeden süreyyâya kadar bütün mahlûkât onun nimetleri içinde yüzmekdedir. Hiç şübhe yok ki âhiretde de bu böyle olacakdır. Şu farkla ki, orada bu rahmet, belli bir zümreye tahsîs edilmiş olacakdır. Rahmetin diğer bir ifâdesi muhabbetdir. Allah mahlûkâtını sever. Sevdiği için onlara dâimâ merhametle, şefkatle muamele eder, lutfunu, keremini esirgemez. Öyleyse bizde O'nu sevmeliyiz. O'nun bu sevgisine lâyık olmaya çalışmalıyız.
Bu âyetden başka ne anlayacağız? Cenâb-ı Hakk'ın merhametinin sonsuzluğunu bilen kişi aslâ ümidsizliğe düşmez. Ne kendi için ne başkaları için. Dâimâ ümidvâr olur. Allah şirkden gayrı bütün günahları affeder. Kişinin günâhı denizdeki kum tâneleri kadar da olsa, tövbe edip Allah'a rücû ederse, Allah'ın affına mağfiretine nâil olur. Seksen sene küfür ve dalâlet vâdîlerinde dolaşan bir kimse, bir kere Allah dese, Allah onu da affeder, onu da kabûl eder. Bu rahmete kimlerin nâil olacağını bilemeyiz. Bu yüzden herkese hürmet göstermemiz gerekir, kendimizi herkesden dûn görmemiz îcâb eder, bunu da yine bu âyet-i kerîmeden anlarız.
"مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ Mâliki yevmi'd-dîn" âyet-i kerîmesi, bize, kıyâmeti, âhireti, mahkeme-i kübrâyı ve cehennemi bildirir. Bu kısa dünyâ hayâtında yapdıklarımızın hesâbının tek tek sorulacağını gösterir. Bunu bilince, Allah'ın emirlerine karşı gelmekden korkarız, yasaklarından kaçarız, hiç kimsenin hakkını çiğneyemeyiz, kimseye bir kötülük yapamayız, mahlûkâtdan hiç birini incitemeyiz, yeşil bir yaprağı dahi koparamayız.
"اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ İyyâke na'büdü ve iyyâke neste'în" âyetine gelince. Bu âyetden anlarız ki, ibâdete lâyık ancak Allah'dır. Yardım da ancak O'ndan istenir. Bunu bilirsek, paraya tapmayız, makâma-mevkîye perestiş etmeyiz, bir takım insanları ilâh edinmeyiz, yalnız Allah'a taabbüd ederiz. Beytullah-ı hakîkî olan kalbimizi mâsivâ putlarından temizleriz, kalbimizi muhabbetullah ile doldururuz. Hakk'dan gayrı kimseden meded ummayız. Ne isteyeceksek yalnız Allah'dan isteriz.
Başka ne anlayacağız? İbâdeti zâhirde biz yapıyoruz ama bize o ibâdeti yapma irâdesini ve kuvvetini kim verdi? Allah değil mi? Bunu iyi bilirsek ibâdetleri kendimize izâfe etme küstahlığından vazgeçer, aczimizi ifâde eder, fakr yolunu tutar, ucubdan, benlikden, enâniyyetden kurtuluruz.
"اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ihdine's-sırâta'l-müstakîm". Buraya kadar iyi güzel geldik. Allah'a îmânı, ibâdeti, ihlâsı, muhabbeti, tevekkülü öğrendik, bunlardan nasîbimizi aldık. Peki ama bunları elimizde tutabilecek miyiz acaba? Bundan aslâ emîn olamayız değil mi? Öyleyse Allah'a yalvarıp, bizi dâimâ doğru yol üzerinde tutmasını, bizi hidâyetden ayırmaması için duâ etmemiz lâzımdır.
Başka ne anlayacağız? Sırât-ı müstakîm, bir yol olduğuna göre bu yolun bir başı, bir ortası bir de sonu vardır. Bu âyeti okumakla, Allah'dan bu yolda ilerlemeyi istemiş oluruz. Mâdem ki, rızâya, rıdvâna, cemâle hep bu yoldan gidilir, öyleyse bunlara nâil olmak için hep bu duâyı tekrarlamak îcâb eder.
"صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ sırâta'llezzîne en'amte 'aleyhim gayri'l-mağdûbi 'aleyhim vele'd-dâllîn". Bu âyetden, gitmek istediğimiz yolun, nebîlerin, velîlerin, sâlihlerin yolu olduğunu, âsîlerin, fâsıkların, kâfirlerin yolu olmadığını anlar, Allah'dan bunu isteriz. Bunu iyi anlarsak, nebîlerin âhlâkını, velîlerin sîretini, sâlihlerin ahvâlini öğrenir, kendimiz onlara uydurmaya çalışır, onların yapdığı gibi yapar, onların yaşadığı gibi yaşarız. Dâimâ sâlihlerle berâber olmaya çalışırız. Böyle yaparsak, bu âlemde onlarla berâber olduğumuz gibi âhiretde de onlarla berâber oluruz.
Malûm ya, İslâm, üç esas üzerine kuruludur : Îmân, ibâdet ve ahlâk. Kur`ân-ı Kerîm, bu üç esâsın beyânı ve îzâhı için inzâl olunmuşdur. Sûre-i Fâtiha, Kur`ân'ın özü olması hasebiyle, bu üç esâsı da ihtivâ eder. Her gün Kur`ân-ı Kerîm'in tamâmını okumamız mümkün değildir ama Fâtiha'yı günde kırk defa elli defa okuyabiliriz. Eğer bu şuurla okursak, Kur`ân'ı başdan sona okumuş gibi oluruz.
Tabii bizim burada anlattıklarımız deryâdan bir katre misâlidir. Sûre-i Fâtiha ise sâhilsiz bir ummândır. Siz gerek tefsîrlere mürâcaat ederek, gerek ehlullahın eserlerinden istifâde ederek, bu sûre-i celîlenin hakîkatlerinden daha nicelerine âşinâ olabilirsiniz.