28 Ekim 2017 tarihinde yayınlanmıştır.
Resûlullah da istiğfâr eder, sen de ben de ederiz. Kelimeleri aynıdır ama ma'nâları farklıdır.Diğer bir yazımızda da Resûl-i Ekrem Efendimizin istiğfârı hakkındaki hikmetleri ve gayn mes'elesini îzâha gayret etmişdik. "Hasenatü'l-ebrâr seyyiâtü'l-mukarrabîn" sözünü îzâh edereken de bu mes'eleye değinmişdik.
Seni günâh işlemeye kâbiliyyeti olmayacak şekilde yani ma'sûm olarak yarattım. Sen, nübüvvetini izhâr etmeden önce de günâhsızdın, nübüvvetini izhar ettikten sonra da günâh işlemen mümkün değil. Sen her türlü günâhdan ve hatâdan mahfûzsun. Kendine lâyık görmediğin için istiğfâr ettiğin hâller, günâh ve kusur değildir. Sana hiç kimseye vermediğim büyük ni'metleri vereceğim. Sana sırât-ı nübüvvetde öyle büyük bir nusret ve feth vereceğim ki senden önce hiç bir nebî senin nâil olacağın bu nimetlere nâil olmadı, senin erişeceğin makâma da erişmedi.
Ehlullahın bildirdiğine göre feth üç türlüdür. Şöyle ki :
Birincisi "feth-i karîb"dir ki, mak'am-ı kalbde, feth-i melekût-i ef'aldir. Bu makâmda nefsin hicâb-ı hissi zâil olup, ef'âli, ef'âl-i Hakk'da fânî olur ki tevhîd-i ef'âl mertebesidir. Sûre-i Saff'daki نَصْرٌ مِّنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ âyeti buna işâret eder. âyet-i kerîmedeki "karîb/yakın" lafzı bu mertebenin ik mertebe olduğuna, "nasrun minallah/Allah'dan yardım" lafzı da Hakk'ın yardımı olmadan sadece cehd ederek bu makâma erilemeyeceğine işâretdir.
İkincisi "feth-i mübîn"dir ki, makâm-ı rûhda, feth-i ceberût-i sıfatdır. Bu makâmda nefsin hicâb-ı hayâli zâil olup, sıfâtı sıfat-ı Hakk'da fenâ bulur ki tevhîd-i sıfat mertebesidir. Sûre-i Feth'deki إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا âyeti buna işâret eder. "İnnâ/Biz" lafzı bir önceki mertebeye de işâret eder.
Üçüncüsü "feth-i mutlak"dır ki, makâm-ı sırrda feth-i lâhut-i zâtdır. Bu makâmda nefsin hicâb-ı vehmi zâil olup, zâtı zât-ı Hakk'da fenâ bulur ki tevhîd-i zât mertebesidir. Sûre-i Nasr'ın başındaki إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ âyeti buna işâret eder. "Feth"in harf-i ta'rîf ile gelmesi ve ilk âyetdeki "nasrun minallah" yerine "nasrallah" denilmesinde de latîf ma'nâlar vardır.
Hülâsâ-i kelâm, anlaşılıyor ki, Resûl-i Ekrem Efendimizin istiğfârı, bir suç veyâ günâh için değil, bir mertebe yukarıya 'urûc ettiklerinde bir aşağıdaki mertebeye nazaran yaptıkları istiğfârdır. Zîrâ ef'âl, sıfata, sıfat da zâta perdedir. Diğer bir ifâde ile kalb, rûha, rûh da sırra perdedir. İşte Efendimizin istiğfarı bu hicâblar içindir. Cenâb-ı Hakk'ın mağfireti de O'nu bütün bu perdelerden kurtarıp zâtına mir'ât edinmesidir.