4 Ağustos 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI
Sûretâ sugrâ vücûdun cümle ekvân sendedir
Bir imâretgâh-ı Hakk'sın sırr-ı insân sendedir
İnsan, zâhirde pek küçük bâtında ise pek büyükdür zîrâ kâinâtda ne varsa insanda vardır. İnsanın büyüklüğünün sebebi insanda gizli bulunan sırrullahdır. İnsan, bu sırrullah ile bütün mahlûkât-ı ilâhiyyeden üstün olmuşdur.
Süllem-i 'irfân gerekdir ma'rifet ma'rûfuna
Enfüs içre merâtib kenz-i pinhân sendedir
İnsanın kendisinde gizli olan bu sırrı bulması pek kolay değildir. Bu sırrı öğrenmek uzun bir yolculuğu gerektirir. Sôfiyye lisânında bu derûnî yolculuğa seyr u sülûk veya mi'râc-ı ma'nevî denir. "Men arefe nefseh fe kada arefe rabbeh/Nefsini bilen rabbini bilir" sözüyle kasdedilen de budur.
Perde-i imkân-ı mahviyyetde mânend-i hilâl
Seyr-i seyrân et derûnu şems-i tâbân sendedir
Bu dünyâda bu yolculuğu tamamlaya muvaffak olanlar hakîkat nûruna erişirler. Bunun da yolu nefsi yok etmekden geçer. Ay nasıl ki her gün küçüle küçüle hilâl hâline gelip ayın son günü gözden nihân olduğu gibi insan da nefsi ile mücâhede ede ede, bir gün gelir nefsini bilküliyye mahveder ve Hakk'da yok olur. Hakk'da yok olan, gerçek hayâtı bulur.
Akrebiyyet sırrıdır tevhîd-i zâtın lem'ası
Kıl musaffâ kalbini mir'ât-ı Rahmân sendedir
Tevhîdin sırrı kulun Hakk'a kurbiyyetindedir. Bu sırra âşina olmak için kalbi tasfiye ederek parlak bir ayna hâline getirmek lâzımdır. Böyle bir kalb Hakk'a mir'ât olur, Hakk'ın cümle sıfatları o kalbden zâhir olur.
Secde-i ifnâ-yı nâsût kurbet-i Hakk 'umdesi
Derd-i 'aşk dermân-ı Hakk'dır derde dermân sendedir
Hakk'a vâsıl olmak için benlikden geçmek lâzımdır. Bunun remzi secdedir. Hakkıyla secde edenler Hakk'd fânî olanlardır. Bunun da yolu aşk-ı ilâhî ateşi ile yanmak ve mahvolmakdır. Aşk, zâhirde büyük bir derd gibi görünür halbuki tam aksine firkatde kalan insanın dermânı aşkdır zîrâ aşk insanı Hakk'a götürür.
Dâm-ı mekr-i dü cihâna düşme "illâ Hû"yu bul
Per açıp zâhirle bâtın sırla tayrân sendedir
Hakk'a vâsıl olmak isteyen iki cihân endîşelerinden de kurtulmalıdır. Ne dünyâya ne ukbâya rağbet etmeli, bu ikisinin ağırlıklarından da kurtularak kanatlanıp uçmalıdır.
Zulmet-i tende hayât-ı mâ-yı kudse tâlib ol
Şem'-i cem'-i cezb-i şevk ile firûzân sendedir
İnsan, beden ve rûhun birleşmesinden meydana gelir. Beden dünyâya rûh Allah'a dönükdür. Bedenî arzularından geçmeyen rûhunu hürriyete kavuşturamaz. İnsanın mi'râcı rûhunu nefsine hâkim kılmasıyla olur.
Bî-nişânın sânı zâhir vâkıfa her zerreden
Nûr-i 'irfân dîde-i Hakk-bîn-i burhân sendedir
Kalb gözü açık olanlar her neye baksalar Hakk'ı müşâhede ederler zîrâ Cenâb-ı Hakk her şeyde tecellî etmekdedir. Hakk'ı görenler ma'rifet nûruyla bakanlardır. Bu nûrdan mahrûm olanlar kördür.
Hâmil-i kübrâ emânet âdemiyyet şânıdır
Nezd-i Hakk'da sırr-ı "kerremnâ" ile şân sendedir
İnsanın kıymeti taşıdığı ilâhî emânet yüzündendir. Nitekim Cenâb-ı Hakk "Ve le kad kerremnâ benî âdem/Biz muhakkak insanı mükerrem kıldık" buyurmuşdur.
Mevc-i âmâl vuslat-ı zâta hicâb ender hicâb
Keşf-i cânâne nikâb-ı gaflet-i cân sendedir
Kul ile Allah arasında bir çok perde vardır. Bu perdelerin en kalını da insanın kendisidir. Nefsinin arzularından geçmeyen insan gafletden kurtulamaz.
Bil teeddüb fasl ile asla takarrubdur sebeb
'lyd-i vasla tuhfe-i cânâne kurbân sendedir
Hakk'a vuslat yolu edeb yoludur, Hakk'a kurbiyyetin şartı edebdir. Vuslat bayramı cânını cânâna kurbân etmekle olur.
Rûh-i kudsü çâh-ı hüsrâna düşürme Sâmiyâ
Mekr-i şeytân zulmet-i cehl ile nâdân sendedir
Şeytâna ve nefsine uyan insan karanlık bir kuyuya düşmüş gibidir. Bu gaflet kuyusuna düşenler, hak ve hakîkati göremezler ve ebediyyen husrânda kalırlar. Kudsî ve ulvî olan rûh, bu hâlden bîzâr olur, azâb çeker. Aklı olan insan, rûhunu hapsederek kendi kendisine azâb çektirmez. Ya ne yapar? Rûhunu hürriyete kavuşturarak ebedî se'âdete erer.
Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî