Takvâ - Hutbe - 26 Aralık 1980

29 Aralık 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İman

HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Yâ eyyühellezîne âmenü't-tekullâhe vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin vettekullah, innallâhe habîrun bimâ ta'melûn.
Sadakallahu'l-Azîm.
Ve kâle'n-nebiyyü sallallahu te'âlâ 'aleyhi vesellem : Re'sü'l-hikmeti mehâfetullah.
Sadaka resûlullah ve nataka habîbullah.

Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, Allah'ı birleyen, gönülleriyle Allah'ın birliğine, vahdâniyyetine inanan, peygamberlerin seyyidi ve serdârı, sebeb-i hilkat-i âlem, nûru evvel ba'sı sonra olan, Habîb-i Hudâ'yı her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Allah indinde, en yüce mertebe takvâ mertebesidir. Yani Allah'dan korkmak.

Diz çöküp oturmak kudretine mâlik olmayanlar, bağdaş kursunlar, dünyâ kelâmı konuşmasınlar. Ayakların rahatsız olursa, alışmadınsa, hutbeyi dinleyemezsin. Rahat otur, ama ayağını kıbleye uzatma. Konuşma da. Cuma namazında hutbe esnâsında konuşmazsan iki rekat namaz sevâbı verilir. 

Sen ve ben iki rekat namazın ne olduğunu bilmeyiz, sevâbının ne olduğunu. Yakın bir zamanda iki rekat namazın sevâbının ne olduğunu anlayacağız. Bizim gözümüze pek küçük görünür, "ne olacakmış" denir ama öyle değil. Bazı ibâdetler vardır ki Allah'ın mîzânını doldurur. Namaz en yüce ibâdet ve zikr-i ekberdir, en büyük zikirdir. Cümle enbiyânın ve cümle melâikenin ibâdetlerinin cem olduğu bir ibâdetdir ve Resûlullah'ın gözü nûrudur, Dîn-i İslâm'ın direğidir. Onun için, iki rekat namazın ne demek olduğunu yakın bir zamanda amel sandığı olan kabre girdiğin vakitde anlayacaksın. Çok hayıflanacağız, ibâdet ve tâ'atda yaptığımız tenbelliklere.

Lisânını zikrullahdan hâlî koyma. Dünyâ kelâmı konuşursan bu sevâb kaldırılır. Dinlersen, hutbeyi dinlediğin için iki rekat namaz sevâbı verilir. Geçiyoruz. 

Bundan evvelki hutbelerimizde gene söyledik. Bu hafta bu âyet üzerine dördüncü haftadır. Dördüncü hutbemizdir yani. Söylemişdik, Allah katında en yüce makâm, takvâ makâmıdır. Hakk'dan korkmak. 

Bir kimsenin kalbinde Allah korkusu olursa, o kims ekimseden korkmaz. Çünkü Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Kitâb-ı Kerîminde böyle tavsîf etmiş. Müttakîler, "وَلَمْ يَخْشَ إِلاَّ اللّهَ ve lem yahşe illallah"dır, Allah'dan korkarlar, başka kimseden korkmazlar. Çünkü Hakk'ın murâdı olmayınca bir yaprak yerinden oynamaz. Hiç kimse kimseye bir şey yapamaz. Hayrın ve şerrin takdîri Allah'a mahsûsdur. 

Gene Cenâb-ı Hakk ahkâmı eskimeyecek olan dâimâ genç ve dinç bulunan Kitâb-ı Kerîminde şöyle ilân etmiş, "inne ekremeküm indallahi etkâküm". "Sizin en kerîminiz, benim yanımda en mukaddesiniz, kudsî olanınız, en mükerreminiz, en a'lânız, benden korkandır".

Çünkü bir kalbde ya Allah korkusu vardır ya yokdur. Allah korkusu kalbden zâil oldu mu, kalbde Şeytan oturur. Kalb dediğimiz vakitde de bu sol memenin altında çam kozalağı gibi bir et parçası vardır. Bu maddî kalb. Bir de manâ kalbi vardır. Yedi tavır üzeredir, yedi tavrı vardır. Yedi sıfatı vardır, yedi tavrı vardır. 

Bir kalbde Hakk korkusu olursa, bütün mahlûkât, o kimseye itâat ve hürmet eder. Allah'dan korkandan bütün mahlûkat korkar. Hani şöyle anlatayım size bir kıssa ile ki, insanın aklına, zihnine daha güzel yerleşir. Yani bazı manâlar kıssa ile komprime edilmişdir. 

Şarkda kutbü'l-aktâbın başı Hazret-i Abdülkâdir Geylânî'dir. Türbe-i Saâdetleri Bağdad'dadır. Muhabbetleri âşıkların gönlündedir. Garbda da Ebu'l-Medyen Magribî'dir. Yani İbn Arabî'nin mürşid-i âlîleridir. Bir zâhid zât Hazret'i ziyârete gitmiş, Ebu'l-Medyen Magribî'yi. O akşam misâfir olarak orada kalmış. Akşam namazında Hazret'e iktidâ etmiş tabii. O devirde Kur`ân-ı Kerîm lahn ile okunsun mu okunmasın mı yani makâm ile okunsun mu okunmasın mı ihtilaf varmış ulemâ arasında. Oraya giden zât-ı muhterem de Kur`ân-ı Kerîm'in lahn ile okunmasının aleyhindeymiş. O fikre zâhib olmuş. 

Her iki taraf da ecir alırlar, Allah için oldukdan sonra. İki mü'min, bir hak üzerinde mücâdele ederse, ikisinin de niyeti hak olursa, Allah ikisine de ecir verir. Allah için oldukdan sonra. İsâbet eden iki sevâb alır, hatâ eden bir sevâb alır. Mahrûm bırakmaz Allah. Çünkü hüsn-i niyete bağlıdır.

Cenâb-ı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir kelâm söylemişdir, yüz dört kitâbın ma'nâsıdır. "İnneme'l-a'mâlü binniyât". Şu hadîs-i şerîfin üzerinde dur, düşün, tefekkür et. Yüz suhuf, dört kitâbın ma'nâsıdır. Bir hadîs-i şerîf. Bütün işler niyetledir, niyete bağlıdır.

Onun için mü'minler arasındaki mücâdeleler, münâzaralar, münâkaşalar, bâhusûs ilmî mübâheseler, hakkın izhârı için olmalıdır. "Muhâtabımı mağlûb edeyim, onu rezîl edeyim, sefîl edeyim" dersen harâm olur mücâdele, münâzara Dîn-i İslâm'da. 

O zât bu efkârdaymış, bu ictihada uymuş. Hazret-i Şeyh de lahn ile Kur`ân okuyor. Namaza durmuş, "Eyvâh! Ben bunu bir velî diye işittim geldim buraya ama..."

İyi dinle! Sana takvânın bir misâlini hikâye ile anlatmak istiyorum da onun için söylüyorum bunu. Aklında kalacak. Bu kalacak, öteki kalmaz, o kayar geçer. Kalanın kalır, kalmayanın kalmaz. Bundan öğrenirsin. 

"Eyvâh! Ben bir velî diye bu zâta geldim ama bu Kur`ân'da lahn ediyor" demiş. İçinden, kalbinden. 

Bazı zevâta Cenâb-ı Hakk kerâmet ihsân u inâyet buyurmuşdur. Hele bâhusûs îmânı gür olanlara, îmânının nûru. Sünnî itikâdında îmân ziyâdeleşmez, noksanlaşmaz, îmânın nûru ziyâde ve noksanlaşır. Îmânın nûru gür olan mü'minler, Resûlullah onlar hakkında, "ittekû firâsete'l-mü'mini fe innehû yenzuru bi nûrillah" buyurmuşlar. Yani, "Mü'minin nazarından korkunuz, zîrâ ferâsetli bir nazardır, Hakk nazarıdır, bakdığı vakitde görür" diyor.  Kerâmetin ibtidâsı, keşf-i kubûrdur, insan kabirlere vâkıf olur, kabrirler esrârına, nihâyeti, keşf-i kulûbdur. Ama hiç bir zaman "Ben kerâmet sâhibi olacağım" diye Allah'a ibâdet ve tâatda bulunmamalıdır. Bu bir hatâdır. Allah bizden kerâmet istemez, Allah bizden istikâmet ister, kulluk ister, abdiyyet ister. Kim ki Allah'a kul olur, müstakîm olur, Allah der, îmânında durur, Allah o kimsenin başına kerâmet tacını koyar. Yoksa ne cennet için ne cehennem için Allah'a ibâdet, ne cenneti ümîd ederek ne nârdan korkarak. Hakk'dan kork. Hakk rızâsına tâlib ol. Evvelâ sen Allah'dan râzı ol, sonra Allah rızâsını bekle. Hâlinden şikâyetçiysen Allah'dan râzı değilsin. Evvelâ Allah'dan râzı ol, sonra Allah rızâsını iste, Allah senden râzı oldukdan sonra, sekiz cennetin derecâtını, cennetin yüz derecâtı vardır, yüz derecâtı sana ikrâm u ihsân u inâyet buyurur.

Geçiyoruz. Biz kıssamızı anlatalım, uzatmayalım.

"Eyvâh! Biz bu zâtın arkasında namaza durduk ama bu namazda lahn ediyor" demiş içinden, kalbinden. Tabii namaz bitdikden sonra bir şey söylememiş, misâfir geldiği için oraya. Gece Hazret teheccüd namazına kalkmış. 

Ki her müslümanın boynunun borcudur bu. Kim ki Resûlullah'ın şefâatine nâil olmak ister, mahşer gününde Resûlullah'ın civârında iskân olmak ister, her kim ki yüzü nûrlu, gönlü sürûrlu, fuâdı nûrlu olmak ister, gece kalkıp teheccüd namâzını kılmalıdır. Allah ile başbaşa kalmak, Allah ile sevişmek, Allah ile buluşmak, Allah ile koklaşmak  zamânıdır gece. Çok gece nefsine uyarak uykunu terketdin, bazı akşamlar da Allah'a uyarak uykunu terkeyle. İhmâl etme! Bir çok veliyullah öyle demişler, "Gece kıldığımız iki rekat namazdan dolayı affolduk" demişler. Bazı kitâblarda gördük böyle. Büyük velîler yani. Onun için bu namazı ihmâl etmemelidir müslümanlar. 

Antre parantez söylemeden geçemeyeceğim, Seyyidinâ Ömer ibn Hattâb zamânı idi, bir kaleyi kuşatdı müslüman askerleri, ordu, islâm ordusu. Bir türlü fütûhât olmuyor. Hazret-i Ömer geldi oraya. Hatırımdan çıkdı hangi kale olduğu. Geldi oraya, "Niçin kale fetholunmuyor?" dedi, sordu askere. "Efendim kâfir metîn şöyle dayanıyor, böyle dayanıyor" dediler. Sordu Hazret-i Ömer, "İçinizde gece teheccüde kalkmayan var mı?" dedi. Birisi dedi, "Yâ Emîre'l-mü'minîn, ben kalkmıyorum". "Kalk teheccüde, kale fetholunur" dedi. Ve kalkdı o akşam, ertesi gün kale fetholundu. Kerâmet-i Ömer'den, Seyyidinâ Ömer'den. 

Teheccüd bu kadar mü'minleri refaha, saâdete, felâha götüren bir ibâdetdir. Allah ile buluşmadır, Allah ile sevişmedir. Allah bize tattırsın bunun lezzetini, zevkini.

"Bırak sen Efendi teheccüdü biz beş vakit namâzı kılmıyoruz" dersen eğer, çok hatâdasın. Allah'a kasem ederim ki, çok hatâdasın. Yarın yevm-i kıyâmetde ilk hesâb sana namazdan ve bana namazdan olacakdır. Hem namazı kıldığın vakitde de böyle yani ehemmiyyet vermeyerek değil, namazı ehemmiyyet vererek kıl. Senin mi'râcındır. Allah Resûlü, mâverâ-yı semâ, mâşâallah, Allah'ın dilediği yerde mi'râc etmiş Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem, bize namaz bahş olunmuşdur, mi'râc olarak. Namazın kadr u kıymetini bilelim. 

Bak, bak, iyi dinle! Bir nimet ki onun şükrü edâ edilmez, ister maddî ister manevî, Allah o nimeti, kulun elinden alır. O kadar söylüyorum. Sen benim bu sözümü tefekkür et, tefekkür et, düşün ne demek istediğimi. Îmânın kıymetini bilmezsen îmân elinden gider. Salâtın kıymetini bilmezsen dînin elinden gider.Bil kıymetini, dînine ve îmânına sıkı sarıl. Sana necât, kurtuluş, ebedî saadet Hazret-i Allah'a îmân, yakîn bir îmân, sâhib-i ihsân olman ve Resûlullah Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın Hakk tarafından getirdiği bu Dîn-i Ahmed'e ittibâ etmen, bu yola baş koymandır. Sana felah budur, saadet budur. Yüz tane fakülte bitirsen, yüz tane fakültenin diplomaları kabrin hâricinde kalır, sana hiç bir menfaati olmaz âhiret tarafında. Bitdi iş, o kadar. Geçiyoruz.

Ve nısfu'l-leyl oldu, bizim efendi namaza kalkdı, hocaefendi yani giden hocaefendi, o zâhid, namaza kalkdı, teheccüde kalkdı. 

Tabii evvelâ mü'minlerde, şatru'l-îmân nedir, îmânın yarısı tahâretdir. Mü'minler zâhiren ve bâtınen temiz olmaları lâzımdır. Öyle kokulu mü'min olmaz, ağzı kokuyor, ayağı kokuyor, eli kokuyor filan. Hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Resûl-i Ekrem, melceimiz, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, bir hadîs-i şerîflerinde, "من أكل الثوم والبصل والْكُرَّاثَ فلا يقربن مسجدنا؛ Men ekele's-sûme ve'l-basara ve'l-kürrâse felâ yakrebenne mescidenâ, içinizde birisi soğan, sarımsak, pırasa yerse, ağzı kokulu, ibâdullahı incitir, mescidimize gelmesin", öyle buyurmuşlar. Bundan manâ ne? Ya ayağı kokarsa, ya başka pis kokular varsa üzerinde. Îmânın nısfı, şatru'l-îmân, zâhir ve bâtında nezâfet ve tahâretdir.

Câmiye gelirken, pantolunun ütüsü bozulacak diye, iş pantolunuyla geliyor. Yoksa gel, bir şey dediğimiz yok ama varsa niçin câmiye gelirken pantolonuna kıyamıyorsun. Sana o pantolonu veren Allah'dır. O pantolonu giymek için kıçı da veren Allah'dır. İster misin pantolonu versin elinden kıçı alsın, giymeye yer bulamayasın. Parayı verir, aklını alıverirse, seni hacir altına alırlar, seni götürüp tımarhâneye koyarlar, paranı başkaları yer sonra. Kork Allah'dan yani velhâsıl. Daha misâller vermeyelim bunun üzerine. Aklı başında olanlara kâfî gelir. 

Gece kalkdı hazret teheccüd namazına. O devir hep kalkarlarmış böyle, babalarımız, annelerimiz, dedelerimiz. Gene zamânımızda âşıklar, Allah'ın velîleri kafalarına bayrak asmazlar, nice Allah'ın âşıkları var, bu kubbe altı boş değildir, Allah'ın dostlarıyla doludur. Aramak bulmak lâzımdır. Sakın bilmediğin bir mü'minin kalbini kırmaya kalkma! Bakarsın Hakk'ın dostu olur, sonra Hakk sana gücenir, dostumu kırdı diye. Geçiyoruz. 

Teheccüde kalkdı, abdest almaya çıkdı, dışarıya gitdi. Gidince dışarıda iki aslan peydâ oldu, biri dişi, biri erkek, o zâhid hocaefendiye, âlime saldırdılar. Saldırınca hazret başladı bağırmaya, "Can kurtaran yok mu!" diye. Parçalayacaklar. Hazret-i Şeyh somadan çıkdı bağırdı aslanlara, "Utanmıyor musunuz!" dedi, "Benim misâfirime karşı nedir bu küstahlığınız sizin! Ayıp değil mi!" deyince o koca şecâat sembolü olan aslanlar kedi gibi oldular, yüzlerini yere sürüp ve çıkıp gitdiler. Sonra, "Gel hocam gel" dedi, "Biz Kur`ân'da lahn etdik, sen îmânda lahn etdin" dedi. Asıl davâ burada. "Biz Kur`ân'da lahn etdik, sen îmânda lahn etdin. Eğer Hakk'dan hakkıyla korksaydın, îmânın kâmil olsaydı eğer, bu mahlûklar senden korkacaklardı, kaçacaklardı. Halbuki sen onlardan korkdun" dedi. 

Onun için kalbde ittikâ ile îmân varsa herkes ondan korkar, herkes ona hürmet eder. Çünkü Allah bir kulu sevdiği vakitde, Cebrâil aleyhisselâma emir verir. 

Cebrâil aleyhisselâm ilm-i ledünn bilmez, sırası gelmişken söyleyivereyim, Allah ilm-i ledünnü, benîâdeme talîm buyurmuşdur. Cebrâil aleyhisselâm yüce bir melekdir ve meleklerin peygamberidir, ilm-i ledünnden bî-haberdir. İnsanoğullarına vermiş, ne varsa insanoğlunda var, insanoğlunda! Ka'be senin için, Sidretü'l-Müntehâ senin için, Beytü'l-Ma'mûr senin için, cennet senin için, cehennem senin için, ard senin için, semâ senin için, her şey senin için olmuş. Senin kursağına bir lokma ekmek girsin diye, güneş üç yüz altmış beş matla' değiştiriyor, yer değiştiriyor yani. Yağmurlar, güneşli günler, güzler, yazlar, bir tek senin kursağına bir lokma ekmek girmesi için. Kıymetin çok büyük! Büyük de bir defîneye mâliksin fakat haberin yok. Büyük bir defîneye mâliksin. Bir dağsın, içinde defîne var fakat defînenden haberin yok. Çünkü neden? Benîâdemsin. Benîâdemsin de yalnız Âdem'e intisâbın yok, Âdem'in nûr babası olan Hazret-i Muhammed'e intisâbın var. Bundan yüce bir şey olmaz, sallallahu aleyhi vesellemden. En büyük, en büyük nimet-i uzmâ, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma ümmet olmak. 

Haftada iki akşam a'mâlin Peygamber'e arz olunuyor. Bir, Cuma sabahı bu sabah yani, bir de Pazartesi sabahı yâhud akşamı Peygamber'e arz olunur. Diyor ki "Âbid ve zâhid olanlar için duâ ederim, aşkları, ibâdetleri ziyâde olsun diye. Ümmetimden günâhkârlar için de tövbe ederim, onlar için istiğfâr ederim" diyor Peygamberimiz. Bu hangi ümmete verilmiş, bu!

"Gel hocam gel" dedi, "Biz Kur`ân'da lahn etdik, sen îmânda lahn etdin". Ve hocaefendiyi irşâd buyurdular.

Bir şey yapacağın vakitde, "Allah'ın bu işde rızâsı var mıdır yok mudur?", bunu düşünebiliyorsan eğer mutlu ve kutlu kişisin. Önce düşün, düşündükden sonra, Hakk rızâsı varsa onu işle, Hakk rızâsı yoksa onu terkeyle. 

Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk radıyallahu anh Efendimiz Hazretleri ağzında ekseriya taş taşırlardı, mübârek ağızlarında. Bir söz geldiği vakitde, o sözü söyleyeceği vakitde yani, düşünürdü ki "Bu söz Hakk'ın katında, Allah katında mergûb mudur yoksa Allah'ın gadabına mı uğrarım". Sonra söylerlerdi Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk. Ashâb-ı kirâm böyleydi. 

Birisi bir kitâbda yazmış, ashâb-ı kirâmın kerâmeti yokmuş. Ashâb-ı kirâm, hidâyet yıldızı hepsi. Güneş çıkınca yıldızlar kaybolur. Resûlullah zamânında onların kerâmeti görünmez tabii. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem âlem-i cemâle gidince hepsinin kerâmeti zâhir oldu. Hepsi ayrı ayrı. Îsâ Peygamber'in velîlerinin kerâmetleri var da Hazret-i Muhammed'in velîlerinin kerâmeti olmaz mı hiç! Îsâ Peygamber aleyhisselâm, yâhud Mûsâ Peygamber, bir kavim peygamberidir. Resûlullah cinnilere ve insanlara, bütün insanlara, bütün cinnilere ba'as olunmuş. Cümle pegamberlerin peygamberidir Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Sen peygamberini iyi bil! Bilemezsin! Hakkıyla Resûlullah'ı bilemezsin. Allah bilir, Hakk Teâlâ bilir peygamberini. Yani hakâik-i Muhamediyyeyi bilen Allah'dır. Kullara verilmemişdir bu. Sen gördüğün kadar bilirsin, işittiğin kadar bilirsin. Senin görüşüne göredir o. 

Şunu da sana haber vereyim. "Acaba Peygamberim beni seviyor mu?" diye düşünürsen, senin kalbinde Peygamber'e ne kadar muhabbet varsa, Resûl'ün da sana karşı muhabbeti o kadardır. Îmânının kemâlini istiyorsan, sallallahu aleyhi vesellemi her şeyinden ziyâde sevmen lâzımdır. E peki, bir adam bir adamı zorla sevemez, bir kimse bir kimseyi zorla sevemez. Çünkü sevgi, muhabbet, irâde-i cüziyyede değildir. Yani temâyülât-ı kalbiyye ef'âl-i ihtiyâriyyeden değildir. Kalbin meyli, insanın irâdesinde değildir. Ne olacak? Resûlullah'ın en ufak sünnetinden en büyük sünnetine varasıya kadar icrâ etmeye çalış. Hem ferdî sünnetlerini, hem ictimâî sünnetlerini. 

Bu milletin başına gelen felâketlerin bir tânesi de, Ümmet-i Muhammed'in başına gelen felâketlerin bir tânesi de, Peygamberimizin ictimâî sünnetlerini tutmamışlardır. Peygamber'in ictimâî sünnetlerini. Ufak sünnetleri tutmuşlar, ferdî sünnetleri fakat ictimâî sünnetleri tutmamışlardır.

Gene bu Ümmet-i Muhammed'in başına gelen felâketlerden bir tânesi de, takvâdan dönmeleridir. 

Diyor ki Âşık Paşa târihinde, "Bu Âl-i Osman ki" diyor. Bak söylüyorum, târihin ismini de söylüyorum. "Bu Âl-i Osman ki bunların hasleti..." Dikkat buyur konuşduğum söze. Çok mühim bir şey konuşuyorum. Kıymetini sonra bilirsin fakat iş işden geçer. "Bu Âl-i Osman ki bunların hasleti takvâ idi. Allah bunlara şarkı ve garbı müyesser kıldı. Şimdi işi bunlar fetvâya dökdüler. Yıkılır bu devlet" diyor. Âşık Paşa Târihinde. 

Nasıl olur diye bana sor, söyleyeyim sana, anlatayım. Bir kıssa. Demişler ki Fâtih Hân'a, o devrin râhibleri, "Nasıl bu kaleyi fethetdiniz?". 

Yirmi altı sefer müslümanlar burayı kuşatdılar, küçük kuvvetle, büyük kuvvetlerle filan. Allah bu kavme nasîb kıldı. Çünkü Cenâb-ı Peygamber bu kavim için, "ve le ni'me'l-emîr ve le ni'me'l-ceyş" buyurmuşdur. Hem askerini hem kumandanını medh etmişdir Peygamberimiz. Allah ve Resûlünden korkan, Allah ve Resûlüne muhabbet eden, Allah ve Resûlüne itâat eden kumandanı ve askeri Peygamberimiz medhetmişdir, sallallahu aleyhi vesellem. 

"Nasıl bu kaleyi fethetdiniz?" demişler pâdişaha. O vakit daha asker şehrin içine alınmamış, çadırlarda duruyorlar, hava da geceleri biraz soğuk oluyor, Mayıs gecesi. Gece çayır soğukları filan yapar. "Birkaç güzel kız bulun" demiş, "askerin arasına ufak tefek satıyoruz diye gönderin, islâm askerinin arasına. Onlardan ne muâmele görecekler, gelsin haber versinler, size nasıl fethetdiğimi anlatayım İstanbul'u" demiş. Gâyetle güzel kızlar bulmuşlar, Rum kızları, işveli, cilveli böyle, birkaç tâne göndermişler islâm askerinin arasına. Ve gece orada kalmış kızlar. Karanlık olmuş, kalmışlar. Demişler ki, "Ey gâzîler, siz gâzîsiniz, bizim iffetimizi, ırzımızı koruyun". Asker almış. Bir tânesi bir yaşlı adamın çadırına düşmüş. O yaşlı asker başından sarığını çıkarmış, ikiye ayırmış böyle, çadırın ortasından perde yapmış, demiş, "Evlâdım, orada sen yat" demiş, kendisi namaza durmuş. Namaz kılmış, yatmış uyumuş filan filan. Şimdi kız bakıyor, ne olacak diye. Çünkü vazîfeli gitmişler oraya. İkinci, bir genç askerin çadırına düşmüş. Tüvânâ, aslan gibi böyle, yani nefs-i emmâresi ejderhâ gibi olanlardan filan. Çocuk ateş yakmış getirmiş ortaya, ikide birde ateşe elini sokuyor ve çekiyor elini. Elini ateşe sokuyor ve çekiyor. Elini ateşe sokuyor ve çekiyor. Sabaha kadar böyle elini yakmış ateşde. Sonra sabahleyin kız gitmiş. "Ne oldu?" demişler. Biri demiş ki, "Bir yaşlı askerin yanına ben düşdüm". 

"Efendim yaşlı asker olur mu?". O devirde var yaşlı askerler. Dervîşler var. Yeniçeri Ocağında ihtiyarlamış, gazâda beli bükülmüş, saçı ağarmış gâzîler var. Her harbden dönüldüğünde ağlıyorlar, "Niye bize rütbe-i şehâdet nasîb olmadı" diye. Dönüşlerinde ağlıyorlarmış. Annelerimiz de öylemiş. "Oğlum büyüsün, kâfirle gazâ etsin, şehîd olsun, ben şehîd annesi olayım" diye ninnisini çağırırmış. 

Demiş, "Bir ihtiyar askerin yanında kaldım, çadırında. Yani dinç bir adam, ihtiyar derken, kendini toplayamaz değil. Orta yaşlı dinç bir adam. O namaz kıldı. Sarığını bozdu başından, kavuğunu, onu ortaya gerdi. Namaz filan kıldı, ibâdet etdi. Sonra yatdı. Ben de öbür tarafa yatdım. Sabaha kadar bakdım, bana ne el sürdü ne yan bakdı, arkasını döndü yatdı" demiş kız. Ve bu ifâde sultânın huzûrunda oluyor. Genç askere gelince, "O nefer, genç adam" diyor, "ikide birde ateşe elini sokuyor. Nazımını kıldı sonra oturdu ateşin başına, ikide birde elini sokuyor, gene elini sokuyor. Yatıyor yatağa, kalkıyor, gene elini ateşe sokuyor. Ve sabahı böyle yapdık". "Sizi ellemediler mi?". Dediler, "Hiç böyle el sürmek değil, bakmadılar bile bizim yüzümüze". Fâtih döndü, "İşte bu askerle aldım İstanbul'u" dedi. "Bu askerle alındı" dedi. 

Neden? Hepsinin kalbine Allah korkusundan bir atom koymuşlar âbâ u ecdâdının. Sebeb-i illeti bu. Bu atom, "ittekullah" atomu var ya, o kalbe girdi mi, takvâ atomu, Allah korkusu, muhabbet de oradan neşet eder, Allah'a kurbiyyet de oradan neşet eder. Allah bir kula tecellî ederse, onu evvelâ müttakîler zümresine alır. "Allah beni seviyor mu sevmiyor mu?" diye düşünecek olursan yapdığın işe bak. Yapdığın işe bak. "Vettekullah". O olmazsa titreyeceksin. Bugüne kadar geçirdiğin günlere bak, defter-i a'mâlini karıştır bakalım, manevî defterlerini, bugüne kadar Allah'a ne yararlı iş yapdın? Dîne ne hizmet etdin? İnsanlığa ne hizmetin var? Beşeriyyete ne menfaat gösterdin? Ne gibi zararlar yapdın? Bir var ki kullar senin günâhına vâkıf oldular. Onda birine, yüzde birine, binde birine. Allah hepsine vâkıf. O görüyor, O biliyor. Çünkü Habîr O, Basîr O, Muhît O. Sana senden yakın, bana benden yakın O. Kim o? Allah Celle Celâluhû Hazretleri. O bizi vâr etdi, yok edecek. Sonra yeniden diriltecek. Sonra gene öldürecek. Sonra gene diriltecek, huzûruna alacak. Bu kısa hayatın hesâbını bizden soracak. "حَاسِبُوا أَنْفُسَكُمْ قَبْلَ أَنْ تُحَاسَبُوا hâsibû enfüseküm kable en tuhâsebû". Allah seni muhâsebe etmeden sen kendini muhâsebe et. Titreyeceksin o vakit, defterlerini karıştırıver böyle. 

Vakit dar olduğu için kesiyorum dersi.

Yâ Rabbi, biz nefsimize zebûn olduk. Senin tevfîkin refîk olmazsa hiç bir kimse nefsine galebe çalamaz yâ Rab, tevfîkini refîk et. Nigâh-ı iltifât-ı Muhammediyyene nâil kıl. Peygamberimizin rahmet ve şefkat ve sevgisini bizleri lâyık kıl. Memleketimize selâmet, sulh u sükûn ihsân u inâyet buyur. Şekâvetlerimizi, habîbin Muhammed hürmetine, saâdete kalbeyle. Ahlâk-ı zemîmelerimizi ahlâk-ı Kur`âniyyeye tahvîl ü tebdil eyle. 

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 26 Aralık 1980 (18 Safer 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön