Gönülleri, nûr-ı îmân ile münevver olan, alınları ve yüzleri Rahmân olan Allah'a secde ederek sürûrlanan, kıyâmet gününe inanan, Cenâb-ı Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, Allau Zü'l-Celâl Hazretleri, ahkâmı eskimeyecek olan mektûb-ı rabbânîsinde, kitâb-ı kerîminde, yüz suhufun, üç kitâbın cem olduğu Kelâmullah'da, ki Kur`ân-ı Kerîm'dir, Allah'ın kelâmıdır, Allah'ın kitâbıdır, bizim de kitâbımızdır, Allah'ın bir ismi mü'mindir, Allah kendi ismini bizlere vermiş, bizleri kendi ismiyle isimlendirmiş, "yâ eyyüllezîne âmenû" hitâbıyla bizlere hitâb etmişdir. İşte bu Kitâb-ı Kerîm'de ve Sûre-i Haşır'da, bizlere şöyle hitâb ediyor : "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ".
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, rahmeten-lil-alemîn Efendimiz Hazretleri de bir hadîs-i şerîflerinde bu âyet-i kerîmeyi tefsîrinde, "Re'sü'l-hikmeti mehâfetullah, hikmetin başı Allah korkusudur" buyurmuşlardır.
Bir kimse iki şeyi unutursa, o adamdan ne dünyâda ne âhiretde hayır gelir. Bunun birisi Allah'ı unutmak, ikincisi ölümü unutmakdır. Bir kimse ölümü ve Hakk'ı unutdu mu, o kimse, "ülâike ke'l-enâmi belhüm edall", yemede ve içmede ve yaşamada insanlar gibi olsa da hakîkatde hayvanlardan daha ednâ ve eşnâdır buyruluyor. Onun için insanların en kerîmi, en yücesini gene Allah tayîn ediyor. "اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ inne ekremeküm indallahi etkâküm", Allah indinde en kerîminiz, en yüceniz, en yükseğiniz, en yüksek mevkîyi ihrâz eden, zât cennetine gidenler, Allah'dan korkanlardır buyuruyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri.
Her husûsâtında Allah seni hesâba çekmeden sen kendini hesâba çekerek kıyâmet gününe hazırlan. O hâlde dur ki, yola gideceği günü bilmeyen fakat her ân, yola gitmeye hâzır olan bir kimse, ne durumdaysa o durumda bulun. Çünkü bir kerre dön emri verildi mi, ne te'hîr olunur ne ta'cîl. Yani ne evvele alınır ne âhire, ne sona bırakılır, hemen derhal yolcu olursun. Ve kimin ne olacağı, ne vakit olacağı, nerede olacağı, nerede öleceği, nerede olacağı meçhûl, Allah'ça ma'lûmdur. Meğer ki Hakk Teâlâ kullarından sevdiklerine ölümünün vaktini bildire. Bilenler var. Tabii gaybı Allah'dan başka kimse bilmez. Allah bazı kullarına bazı esrârı fâş etmiş, açmışdır. Bilen söylemez, söyleyen bilmez.
Şimdi, korkular üç kısımdır. Birisi, bir suç işlediğimiz vakitde, Allah bize cezâyı hemen bu âlemde verir. Mümkün müdür? Mümkündür. Dilerse öyle yapar. Meselâ musîbetler üç kısımdır. Enbiyâya ve ehlullaha isâbet eden musîbetlerde onların derecâtı âlî olur ve gâfillere Allah onları gösterir, "Bak, bana hâs olan kullar nasıl musîbetime tahammül ediyor" diye. Ve yine Allah'a mabûdum diyen, Allah'ı sevdim diyen, Allah'dan korkdum diyen kimseye de kendi ittikâsının, kendi muhabbetinin mikdârını gösterir. İmtihân budur. Hani diğer bir âyet-i kerîmede de, bismillahirrahmânirrahîm, "وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ ve leneblüvenneküm bi şey'in mine'l-havfi ve'l-cûi ve naksin mine'l-emvâli ve'l-enfüsi ve 's-semerât, ve beşşiri's-sâbirîn". Allah sizi herhâlde malınızla, evlâdınızla, sizi imtihân edecekdir. "ve leneblüvenneküm bi şey'in mine'l-havfi", korkuyla. "ve naksin mine'l-emvâli", elinizden malınızı almakla, sıhhatinizi gidermekle. Allah imtihan ediyor, kulunun ne yapacağını bilemdiğinden değil, kuluna öğretmek için. Kulunun kendi mikdârını kendine bildirmek yâhud gâfillere ârifleri göstermek içindir. Onun için enbiyâullaha ve Hakk velîlerine isâbet eden musîbetler, onların derecâtını âlî kılar. Sulehâ-yı ümmet ve îmânlı olan mü'minlete teveccüh etdiği vakitde musîbetler, mesâib, onların günahlarına kefâret olur, seyyiâtına kefâret olur. Sabretdikleri takdirde. Üçüncü bir musÎbet isâbet eder ki, bunlar kâfirlere, Firavun gibi, Ebû Cehil gibi, Şeddâd gibi ve onlara vâris olan kimselere isâbet eder. Bunlarına zâbları ta'cîl olunur.
Bir kısım insanlar Allah'dan korkar, korkar ki dünyâ âleminde başlarına musîbet gelmeye, belâ gelmeye, bir kazâya, azâba uğramaya. Bizden evvel geçen ümmetler gibi. Yâhud bizim ümmetimiz gibi.
Dünyâda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin zuhûrundan sonra gelen insanlar hepsi Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın, Resûl-i Ekrem'in, Resûl-i Efham'in, rahmeten-lil-âlemîn olan Peygamberimizin ümmetidir. Hıristiyan, müslim, gayr-i müslim. Fakat ümmet iki kısımdır. Bir kısım ümmet vardır bu ümmet, ümmet-i davetdir. Gayr-i müslüm olanlar. Bunlar dâimâ davete müheyyâ olan zümredir . Bunlar da ümmet-i Muhammed'dir fakat davet ediliyor. Biz ise, yani "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen bizler, lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk etdiğimiz vakitde, ümmet-i icâbet oluruz Peygamber'e. Peygamber'in icâbetli ümmeti yani. Diğerleri, ümmet-i davet.
Şimdi, Cenâb-ı Allah ümmet-i davete hitâb ediyor, "Semâdaki sizi yere yutturmasın". Yani buradaki manâ Allahu Teâlâ'nın kahr u galebesine. Ve o devirde âyet-i kerîme nâzil olduğu vakitde, küffâr-ı hâkisârın bazıları Allah'ı gökde biliyorlar. Bilmiyorlar ki Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerinin kahr u galebesi, insanların aklının mâverâsında, fakat Cenâb-ı Hakk'ın bilimi ve insanlara yakınlığı, "وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ ve nahnü akrebü ileyhi min habli'l-verîd", bize Allah can damarımızdan daha yakındır. Bu yakınlık seninle benim aramdaki yakınlık gibi değil. Bu, lisânla ifâde olunmaz, kelimât ile ifâde edilmez. Yirmi sekiz harf bunu söylemeye kâfî değildir. Yirmi sekiz milyon harf olsa, gene bunu katiyyen ve kâtıbeten ifâde edemeyiz, bu sözü, "وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ ve nahnü akrebü ileyhi min habli'l-verîd". Bize Allah bizden yakındır. Bazıları O'nu gökde zanneder. Bazıları Allah diye nefsine tapar. Bazısı kasaya, bazısı keseye, bazısı karıya, bazısı nefs-i emmâresinin arzularına tapar. Geçiyoruz.
Şimdi, bu âyet-i kerîme küffâr-ı hâkisârın itikâdı üzerine nâzil olmuş. Veyâhud mü'minler için Cenâb-ı Hakk'ın kahr u galebesinden nasıl kaçınabilirsin, semâdan sana taş yağdırırsa ne yapacaksın? Çünkü su yerine Allah ateş yağdırabilir. Allah kumu un, unu kum yapabilir, kâdirdir. Görmüyor musun, ateş sudan çıkıyor, elektrik. İşte sana haber veriyoruz. Yağmur yerine Allah ateş yağdırabilir. Dolu yerine Allah taş yağdırabilir. Şimdi bu bir korkudur insanlar için. Bu makbûl bir korku değildir. Güzel bir korku fakat makbûl bir korku değildir. İkincisi, bu âlemden sonraki akabeler. Ölümün şiddeti.
Eeeeey aklım başımda diyen! Ölüm senin ensende dolaşmakda. Sen zannediyorsun ki ben bunu böyle yapdım, şöyle yapacağım, şöyle yapdım. Bilmiyorsun ki Azrâil'in kılıcı ensende dolaşmakdadır. Az evvel bir söz söyledim. Yola gidecek kimse, ama gideceği vakti bilmeyen, ne durumdaysa, sen o durumdasın. Eşyânı hazırla. Her akşam vasiyetini yaz, alacağını, vereceğini. Hele cebinde para olup da borcunu ödemeyenler zâlimdirler. hemen ver. Hemen zekâtını öde. Hemen sadakâtını ver. Her kıldığın namazı son namazım diye kıl. Bilmiyoruz. Sözüm size hikâye gelmesin mü'minler, hak ve hakîkat söylüyoruz. Ona var bana yok zannetme.
Gidenleri görüyorsun ya, iki türlü bağırıyor tabutun içindeki olanlar. Sen duymuyorsun, duyanlar duyuyor. "Bir kısmı beni nereye götürüyorsunuz!" diye bağırıyor. Vasiyet etmeyenler, Rabb'e ibâdet etmeyenler, Allah Resûlü'nün sünnetini tutmayanlar. "Bizi nereye götürüyorsunuz, götürmeyin!" diyor. Bir kısmı, "Bizi hemen yerimize tevdi ediniz, takdîm ediniz Rabbimize. O günü bekliyorduk biz". Çünkü ölüm bâbında vuslat-ı cemâl var. Ölüm bâbında Hazret-i Muhammed'in kucağına düşmek var. Mü'minler için, sâlihler için, sâdıklar için, âbidler için, âşıklar için, muhibler için.
İkinci korku, ölümün şiddeti, kabrin vahşeti, mahşerin dehşeti. Hak, gerçek ama "Lâilâheillallah" diyen, Muhammedü'r-Resûlullah" diyen, Allah rızâsı için başını secdeye koyan, korku yok! İlân etmiş, "elâ inne evliyâallah", Ey Allah'ın dostları! Ey Allah'ı sevenler! Ey Allah'ın sevdikleri! Sizin için korku ve mahzûniyet yokdur. Ne bırakdığına üzüleceksin, ne gitdiğinden yerden korkacaksın. Çünkü sana âgûş-ı Muhammedî açılacak, cennetin kapıları feth ü küşâd olup seni beklemekde zâten. Onun için görmüyor musun Cenâb-ı Mevlânâ'yı? Ölüm gecesi için, şeb-i arûs diyor. Güvey gecesi, güvey girme gecesi diyor. Şeb-i arûsun manâsı o.
İkinci zümre, mahşer gününün şiddetinden, kabrin vahşetinden, ölümün şiddetinden, cehennemin nârından korkarlar. Bu da güzel bir şeydir ama bunun daha fevki vardır. Nedir o? "Rabbim bana kulum demezse, Resûl-i Ekrem benden yüzünü çevirirse". Hattâ cennete girsem ne olacak yani. Sâhib-i cennetin seninle arası iyi değil. Yüzünü senden döndürmüş. Bir var, "Ümmetim gel bana" diyor. "Çokdan beri ben seninle beraberdim. Çünkü her namazda, "esselâmü aleyke eyyühennebiyy" diyorsun. İçinizde Arapça bilenler var. "esselâmü aleyke" muhâtabdır. Yani karşındakine söylersin, "esselâmü aleyke". Uzağa olursa "he" ile ifâde edilir. "esselâmü aleyke eyyühennebiyy". Resûlullah'ın nûrâniyyeti ve rûhâniyyeti senin karşında, "ve aleyküm selâm yâ ümmetî" diyor. Duyana! Görene! Köre ne!
İşte buna verâ diyorlar, verâ. Verâ kısmı takvânın en yüksek mevkii. "Rabbim bana kulum demezse". "Rabbim bana kulum demezse. Ben o ölüm ânında hitâb-ı İzzet'i almazsam". Hattâ bırak ölüm ânını, eğer düşüncen ve kalbin âşinâ ise bu âlemde dahi ircı'î emrini duymalısın, daha ölmeden evvel ölmelisin. Allah seni hesâba çekmeden sen nefsini hesâba çekmelisin. Ki iki cihân serveri, "Hâsibû kable en tuhâsibû" buyuruyor. "Allah sizi hesâba çekmeden siz kendinizi hesâba çekiniz".
Hani biliyorsun ya, güzel bir kıssa anlatalım öyle geçelim. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, kelîmullah...
Hazret-i Îsâ rûhullah, Hazret-i İsmâil zebîhullah, Hazret-i Yûsuf cemâlullah, Hazret-i Nûh neciyyullah, İbrâhim halîlullah, Âdem safiyyullah, Muhammed Mustafâ habîbullah. Habîble halîlin manâsını biliyor musun? Habîble halîlin manâsını? Halîl isteyerek Allah'dan alan. İstediğini Allah'a kabûl etdirip alana halîl derler. Habîbe ise istemeden Allah veriyor, ona habîb diyorlar.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi herşeyinden ziyâde sevmedikçe bu neşe senin kalbine girmez. Çünkü îmân kemâle ermez. Resûl Ekrem buyuruyor ki, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız".
Ey mü'minler! Ey müslimler! Ey muvahhidler! Ey âşık-ı sâdıklar! Birbirinizi sevmedikçe mü'min olamazsınız. Îmân etmiş olamazsınız Allah'a. Resûl-i Ekrem'i herşeyinizden ziyâde sevmedikçe îmân kemâle ermez. Eğer îmân kemâle ererse neler göreceksin. Bu âlemde neler göreceksin. Bu âlemde ne safâlar süreceksin. Allah cümlemizi îmânı kemâle erenlerden eylesin, kâmil ve mükemmel insanlardan eylesin.
Mûsâ kelîmullah giderken bir zât görmüş Hazret-i Mûsâ'yı, demiş ki.
Keseceğim fazla uzatmayacağım, yormayacağım. Ama burada terleyen kıyâmet gününde terlemez. Burada ağlayan kıyâmet gününde ağlamaz. Burada çok gülen orada çok ağlar. Suç yaparken gülenler, o suçun hesâbını verirken çok ağlarlar. Fazla gülme. Güldürürlerse gül. Hakk güldürürse seni gül.
Dedi, "Ey kelîm! Ey Allah'ın kelîmi! Tûr'a gidiyorsun, Rabbinle binbir kelâma. Cenâb-ı Hakk'a sor, ben cennetlik miyim cehennemlik miyim?".
Senin Tûr'un nedir biliyor musun? Hazret-i Mûsâ'nın Tûr'u, Tûr-i Sînâ'ya çıkar, orada Hakk'a hitâb eder, Hakk'la, Allah'la görüşürdü. Senin Tûr'un neresidir? Sana soruyorum. Senin Tûr'un, senin kalbinin merkezi olan fuâdındır, nısfu'l-leyldir. Gece namazındadır Tûr'un.
Ey mü'min! Uyuma! Konuşduğum söze dikkat et! Gece namazıdır, Tûr'un senin o. Mûsâ aleyhisselâm nasıl konuşduysa Cenâb-ı Hakk ile Tûr'da, senin Tûr'un gece namazıdır, gece. Gece insan sevdiğini aldığı vakit tenhâlara gider. Allah'ı seviyorsan tenhâlarda Allah ile konuş. Allah'ı zikret, Hakk seni zikredecek. "فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ fezkürûnî ezkürküm".
Sen gece kalkdığın vakitede herkes gaflet içinde uyuyor, sen Rabbü'l-âlemîn'e "Allahım" dediğin vakitde, "Lebbeyk kulum ne istiyorsun? İsteğini vereceğim" diyor. "Tövbe mi ediyorsun, tövbeni kabûl edeceğim. Maddî manevî isteğin mi var, yerine getirilecek. Kapanan kapının açılmasını mı istiyorsun, açacağım senin üzerine. Rahmetimi saçacağım. Habîbim Muhammedime seni bahşedeceğim, O'nun sofrasında oturtacağım, civârında iskân edeceğim. Firdevs-i a'lâma alacağım, cemâlimi göstereceğim" diyor. Allah'a âşık olanlar bu kelimeden zevk alırlar, benim konuşduğum bu sözden.
Geldi Tûr'a Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, binbir kelâmdan sonra Cenâb-ı Hakk hitâb etdi, dedi "Yâ Mûsâ, senin indinde benim bir emânetim var. Niçin emâneti söylemiyorsun?". "Yâ Rabbi, sen semâda ve ardda ne varsa hepsini bilici sensin. Herşeyi gören sensin. Sen semî'sin, sen basîrsin, sen habîrsin". "O kuluma git söyle, ne kadar ibâdet ederse etsin onu nâra koyacağım".
Bazen Allah kullarıyla şaka yapar. Laf aramızda. Unutma sakın hâ bunu! Nasıl bir kimse sevdiği çocuğun yanağını, kulağını çeker filan böyle onun canını acıtarak biraz onu sever, bazen Cenâb-ı Hakk sevdiği kullarına öyle yapar. Üzülme sakın hâ! Çok mühim!
"O kulumu nâra koyacağım" dedi. Eh, mâlike'l-mülk O, karışılmaz. İstediğini nârına, istediğini nûruna. İstediğini dalâlet gönderir, istediğini hidâyete erdirir. Karışılmaz. Hattâ bir adam a'mâl-i sâlihâtı icrâ eder eder eder de cennete girmeye bir şibr kalır, iş kitâba taalluk eder, nâra gider. Resûl söylüyor, sallallahu aleyhi vesellem. Gene bir adam, efâl-i kabîhayı, çirkin efâli icrâ eder eder de hattâ cehenneme bir karış kalır girmeye, iş kitâba taalluk eder, cennete gider. Karışılmaz. Mâlike'l-mülk O. Onun için dâimâ kafanı secdeye koy, "Yâ Rab, beni kulluğundan kovma de". Bunun için ağla. "İhdine's-sırâta'l-müstakîm"e devâm. İstiğfâra devam. Tevhîde devam. İsm-i celâle devam. Her nefesinde Allah'ı zikreyle. Kaybetmyeceksin, zarar etmeyeceksin.
Bu haberi aldı Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, müteessir oldu. Nasıl bu haberi verir. Resûl-i Ekrem de öyle söylüyor, "yessirû velâ tuassirû beşşirû velâ tüneffirû, sizler dîni kolaylaştırınız ibâdullaha, zorlaştırmayınız. Sevdirin, ikrâh getirmeyin". Dîni sevdiriniz, ikrâh getirmeyiniz. Kötü haberci olma. Hazret-i Mûsâ, mübârek kalb-i seniyyesi, üzüldü bu söze. Peygamber döndü geldi o zâta. "Ne haber Yâ Mûsâ?". "Rabbim dedi ki, o kuluma söyle". "Altını söyleme" dedi, "Allah bana kulum dedi mi, ister cennetine, ister cehennemine koysun, bana bu şeref kâfî" dedi. Mâdem ki kendisine muzâf kıldı.
Fettekullah mü'minler! Her işinizde, her kelâmınızda, yapacağınız işde söyleyeceğiniz sözler, Hakk indinde makbûl müdür, matrûd mudur yani kabûl edilir mi, redd mi olunur, bunu düşünerek her efâlini, işini böyle yap.
Seyyidinâ Ebâbekir-i Sıddîk radıyallahu anh, söylemeden geçmeyelim, Seyyidinâ Ebâbekir-i Sıddîk radıyallahu anh Hazretleri, ağzına taş koyarlardı. Bu bir delilik değil. Aklına gelmesin böyle bir şeyler. Estağfirullah. O sıddîkiyyeti yerin göğün sâhibi ona giydirmiş, sıddîk demişdi. Allah demişdi ona sıddîk diye, o ismi Allah vermişdi ona. Mübârek ağzına taş koyarlar, bir söz söyleyeceği vakitde düşünür, bu söz ind-i ilâhîde mergûb mudur matrûd mudur yani Allah bu sözden hoşnûd olur mu olmaz mı, redd mi eder, düşünür, ona göre söylerlerdi. Dikkat edersen gene, gırtlak dokuz boğum. Diş var, dudak var, irâde var. Mühim demek ki lisân. Onun için Resûl-i Ekrem buyuruyor ki, iki etden korkunuz, insanları helâke götürebilir. İki et insanı ya yüceltir, yükseltir, ya yerin dibine geçirir, esfel-i sâfîlîne. Nedir o? Biri dil, biri bacak arasındaki bulunan et parçası. Kadın olsun, erkek olsun. Geçiyoruz.
Ey mü'minler! Dâimâ her işinizde Allah korkusunu arayınız. Allah'dan korkanlar Allah indinde azîz olanlardır. Allah korkusunda reîs olan, imâm olan, cümle peygamberlerin seyyidi olan Muhammed Mustafâ'dır. O kerîmdir O. En çok korkan O. Allah'ı kim ne kadar çok bilirse, Allah'dan o kadar korkar. Ama korkular bu derecelerdedir, söylediğim gibi. Kimisi, "Rabbim bana kulum demezse" diye korkar. Kimisi ateşinden korkar. Kimi ölümün şiddetinden korkar. Kimi dünyâda başına gelecek musîbetden korkar. Sen öyle olma. Sen Allah'a Allah olduğu için ibâdet eyle. Çünkü Allah'ı bildinse Allah ile bildin.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Uzun bir ayrılıkdan sonra, tekrar Allah bizi sizlerle kavuşdurdu. Tabii bu ayrılışımızın sebebini biliyordunuz. Size onun da müjdesini vereyim. Bu gidişimde yirmi dokuz kişi islâm ile müşerref oldu. (Hey maşallah sesleri). Otuz kişiydi, bir kişi döndü, yirmi dokuz kişi islâm ile müşerref oldu, Ümmet-i Muhammed'e katıldı. İzhâr-ı îmân eylediler. (Allah râzı olsun sesleri). Allah cümlemizden râzı olsun. Allah cümlemizi hidâyetden ayırmasın.
Fezkürullah! Fezkürullah! Fezkürullah! İbâdallah! Yevme lâ yenfe'u mâlun velâ benûn illâ men etallâhe bi kalbin selîm. İnnallahe ye'muru bi'l-adli ve'l-ihsâni ve îtâi zi'l-kurbâ ve yenhâ 'ani'l-fahşâi ve'l-münkeri ve'l-bağy, yaizuküm le'alleküm tezekkerûn.
Efendi Hazretleri, bu hutbesini, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde tesbit edemediğimiz bir tarihde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.