30 Eylül 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Vaktiyle kör bir dilenci varmış. Adamın birisi takîb etmiş bunu. İyi para topluyor, a'mâ olmak münâsebetiyle. Takîb etmiş peşinden. Kabristana gidiyor, elleriyle yokluyor, bir kabir buluyor, kabrin taşını kaldırıyor içine giriyor. Cenâze çömlekleri vardı burada, bilmem zât-ı âlîniz bilir misiniz? Biz meslek îcâbâtı biliyoruz. Böyle saplı, onunla ölülerin üzerine su dökerler, yıkarlardı. Toprak. Sonra onu kırarlar. Sonradan helâlara filan koyarlardı bazıları da, taharetlenmede kullansınlar filan diye. Efendime söyleyeyim, onu bazıları kırarlar. Cenâzede kullanıldığı için uğursuz sayarlar filan. Öyle çömlekler almış a'mâ. Paraları topluyor böyle, ikilik, çeyrek, mecidiye, lira hep ayırıyor, çömleklere koyuyor. Kabrin içi en sağlam yer. Herkes korkar oraya girmeye. Ondan sağlam yer yok. Adam takîb etmiş bakmış a'mâ paraları koyuyor. A'mâ gitmiş, o aşağı inmiş, hepsini almış paraların. Niyeti de, kendisi yemek için değil, a'mâya yedirecek. Elbise alacak a'mâya, ev tutacak filan. Çünkü o para kalacak orada o.
Bir kadın getirdiler, kocakarı, bana, "Efendi bunu buraya koy" filan. "Yâhu çok ihtiyar bu" filan dedim, "olmaz burada" dediysem de mahalleli hepsi benim üzerime hücûm etdi, hepsi merhametli olduğunu söylediler., benim kanadım altına vermeye kalkdılar. Ben dedim ki, "Mâdem bu kadar merhametlisiniz, niye evinize almıyorsunuz, bana yüklüyorsunuz bunu?" filan dedim. Aman azîz dostum, yanımda bir çocuk var benim Erol diye, banka müdürü şimdi, yirmi bankada parası varmış kadının. Sen tanıyacaksın, o Süpürgeci Han'ın önünde böyle oturuyordu, dileniyordu akşam üstü böyle. Kediler etrâfında dolanıyor filan. Hep gidip bankalarda kavga ediyormuş o vakit, "Niye bana ikrâmiye çıkmıyor?". Ama paranın para zamanından bahsediyorum, bu paradan değil. Bir yerde üç yüz bin, bir yerde sekiz yüz bin, bir yerde bir milyon filan böyle.
İşte o a'mâ da öyle, bırakacak. Öldü mü kalıyor. Mezarlıkda kalır öyle. Onun vazîfesi o. Karınca gibidir onlar. Karınca toplar, yemeden gider, ölür. Bir sene yaşar karınca, ömrü bir senedir. Toplar, ölür. Bu adam demiş, "Kalmasın, şu a'mâya yedireyim bunları ben". A'mâ gelmiş, paraları getirmiş gene, mezara girmiş, bakmış, boş. Oturmuş herif, üzüntüden ağlamış. Küfürler savurmuş, içi rahatlasın diye. Kim aldıysa, ana avrat, dîn îmân, mezheb nikah. Rahatlamak için. Rahatlamış.
Adamı küfür bazen rahatlatır. Sabredersen rahatlayamazsın, patlarsın ortandan. Veriştireceksin pislik içeride kalmasın, dışarı çıksın. Rahat edersin. Adamın çıbanı olur, çıban patlamazsa insanı rahatsız eder. Bir küpün içerisinde ne varsa, küp çatladı mı, içinden o çıkar. Meselâ bal var değil mi, çatladı, bal çıkar. Pislik varsa, çatlarsa, pislik çıkar. Adamın kızdıkdan sonra efâline bakacaksın, ne çıkıyor içinden. Zâhirine bakma sen böyle güzel olduğuna filan. Küfürler başladı mı anla ki içerisi pis, çömlek felâket, içerisi felâket.
Neyse, a'mâ çıkmış, gelmiş oturmuş. Gelmiş bu, "Baba, ne yapıyorsun?". "Evlâdım, Allah rızâsı için sadaka" demiş. "Buyur" demiş. Kendi parasını veriyor, bir parça. "Karnın aç mı?". "Evet aç" demiş, "fukarâ adam yemek yiyebilir mi, yiyemez". "Haydi gel seni götüreyim lokantaya da yemek yiyelim" demiş. Almış a'mâyı, koluna girmiş, götürmüş lokantaya. Getirmişler listeyi, okumuşlar, "At Suyu". Et suyunu at suyu okumuş. Etle at eski yazıyla aynı yazılır çünkü. İşte efendim, Hindi Fırında, Kuzu Fırında derken, a'mâ demiş ki "Anlaşıldı aç kalacağız biz" demiş, "bir makarna getir bari, onu yiyelim". O da fırında. "At suyu içelim" demiş, "o fırına gitmemiş yalnız". "O demek değil yâhu, istediğini ye. Fırında pişmiş, burada var". "Haaa peki öyleyse" demiş a'mâ, bir lokma almış ağzına koymuş, boğazına oturmuş, yutamamış. Hemen yakalamış, "Paraları çıkar" demiş, "paramı sen aldın" demiş. "Çıkar paramı! Hırsız bu! Benim paramı aldı, çaldı!" filan. "Ulan ben senin paranı çalmadım, sana yemek yedirmek için aldım". "Oğlum" demiş, "o parayı ben yiyemiyorum, sen benim paramı bana yedirmeye kalkdın ama, yeseydim ben kendim yerdim" demiş. "Ondan bildim" demiş, "buradan içeri gitmiyor" demiş. "Kimbilir ben kimin için topluyorum onu oraya, kendim için değil". Toplaya toplaya toplar, sonra toplanır gider o, yiyecek olan kimse o gelip yiyecek. Demiş, "Ben yiyemiyordum ondan bildim, çünkü gırtlağımdan içeri gitmiyor" demiş. "Peki babacım, al paranı", parasını vermiş. "Hah şimdi ben sayarım onu" demiş. "وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۙ * اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُۙ veylün li külli hümezetin lümeze, ellezi ceme'a mâlen ve addedeh". Malı cem edip saymak. En râhatı o, en güzel!
Demişler ki herife, Trabzon'da, Trabzon'da demişler ki adama, "Topladığın paraları..."
Hiç yemezmiş herif böyle. Biri vardır kendi yer, kimseye yedirmez. Bu kelb amellidir. Bir vardır ne yer yedirir. Altdan alır üstüne koyar. Bu hoca amelli. Sarıklı, hoca amelli. Hocalar biraz sıkı olur elleri, veremezler. Zengin de olsa veremez.
Beni bir hoca çağırdı vaktiyle, çocukluğumda, kurban kesdi, et verdi bana. Bu kadar. (Efendi Hazretleri mübârek elleriyle etin ne kadar küçük olduğunu gösterdiler). "fe men ya'mel miskâle zerretin hayran yerah". Bu kadar et. Dedim, "Hocaefendi, bu et burada dursun, ben geleceğim" dedim. Gitdim, et buldum biraz, getirdim hocaya verdim. "Ne oldu?". "Ben sana vereyim sen ye, benimki daha çok". Ulan pezevenk, nesini yiyeceğim onun, ateşe yazık ulan. Körolmayasıca! Bir şey veriyorsun mâdem, alan adam yesin bâri, hiç olmazsa ağzı et yesin, çenesi yorulsun, midesi hazmetmesin, zevki onun öyle çıkar, üzerine karbonat yutsun, maden suyu içsin üzerine. Otuz lira bir maden suyu, en ucuzu o. (Birisi, "Kırk" deyince), "Kırka mı çıkdı? Ben otuzdan aldım bugün. Bakkalın haberi yok öyleyse. Gideyim parayı götürüp vereyim herife. Valla otuz verdim.
Sonra, adam toplamış paraları. Buna rüyâda demişler ki, "Topladığın parayı yiyemeyeceksin, onu İskenderiye'de Hacı Mehmed nâmında birisi yiyecek" demişler adama rüyâsında. Kalkmış adam, "Hah hah! Hacı Mehmed eşeğin ayağını yesin" demiş. "Ona paramı yedireceğim hâ! Ne o ne ben!". Bu da hâsid şimdi. Taşın için oydurmuş, altını içine doldurmuş, dolma gibi, üstüne horasan çekdirmiş, kaldırmış denize atmış. "Alsın Hacı Mehmed eşeğin ayağını" demiş. "Yiyecekmiş! Ben yemediğimi ona nasıl yediririm" demiş, "Ne ona ne bana, balıklara".
Bir müddet sonra bir işi düşmüş o tarafa doğru, olur ya işte, devlet tarafından filan herifi sürgüne göndermişler İskenderiye'ye. "Ulan buraya gelmişken, Hacı Mehmed'i bulayım, bakayım kimmiş bu bizim parayı yiyecek olan adam". Bulmuş Hacı Mehmed'i. Kalaycı adamcağız, oturmuş kalay yapıyor. Aaaaa! Trabzon'dan atmış olduğu taş, kalaycı Hacı Mehmed'in kepenginde dayalı duruyor. Öyle olduğu gibi para içinde duruyor. Nasıl gelmiş oraya? İşin tuhafı orada işte. Sonra çağırmış kalaycı Hacı Mehmed'i, insâfa gelmiş. Şaşırmış adam, Trabzon'dan atmış, İskenderiye'den çıkmış taş. Demiş ki, "Sen bu taşı nereden buldun getirdin buraya?" demiş, "nereden geldi bu taş buraya?". Demiş ki, "Ben deniz kenarında buldum bunu. Gemiciler yelken basmışlardı taşla, taşı karaya atdılar, bırakdılar burada, safra olarak. Ben de aldım getirdim, hoşuma gitdi taşın şekli şemâili filan. Buraya koydum". "Kır onu" demiş. "Niye kırayım? Güzel bir şey, niye kırayım yâhu?". "Kır yâhu! Allah Allah. Kırsana. Sen kır beni dinle" demiş. Kırmış, şarrr altın. Şaşırmış Hacı Mehmed. "Nereden biliyorsun sen bunu?". Meseleyi anlatmış. "Sen yemeyesin diye, ben denize atdım bunu, senin kısmetin bu, Allah senin ayağına gönderdi bunu" demiş.
Sütçü hacca giderken...O vakit gemilerin seren direklerine yelkenleri çeksin diye, maymun beslerlermiş bizim gemiciler. Binlerce on binlerce maymun varmış İstanbul'da. Sonra bir Vâiz Hüseyin Efendi diye bir zât-ı muhterem zuhûr etmiş, "Bu maymunlar" demiş, "insana benzer, bazı ahlâksız adamlar başka şey için kullanır bunları" filan demiş, hepsini asdırmış maymunların, seren direklerine başdan aşağı. O Vâiz Hüseyin Efendi Hazretleri! Asdırmış işte velhâsıl. İşte maymunun birisi hacca giderken herifin kapdığı gibi belinden kemerini, hacının, çıkmış direğin tepesine. Kimse çıkamıyor, direğin en tepesine. Sütçü feryâd ediyor, "Aman Allah! Para gitdi!". Maymun kemeri açıp altınlara bakıyor, birini hacıya atıyor, birini denize. Hacı bağırıyor, "Aaaaa denize gitdi!" Gene alıyor birini hacıya, birini denize filan böyle. Sonra ârif bir adam gelmiş, "Baba" demiş, "sen ne iş yapıyordun?". "Sütçüydüm". "Merak etme, helâlini sana veriyor, harâmını suya. Sütden aldığın altını sana atıyor" demiş, "sudan aldığını suya, denize atıyor".
Emlâkin kâffesi insanların sırtına yüklenecek, âyetle sarîhdir, sarâhati vardır. "Nasıl olacak?" diye hiç sorma. "Nasıl olur bu, nasıl taşır?" diye sorma. Taşıtıyor. Bir sivrisinek bir kartalı yere çarpıyor. Bir sinek bir kartalı yere çarpar. Bir fâre bir fili yere yıkar. Bir karınca kendinden kaç misli şey kaldırır, götürür.
Dört Laz oturmuşlar. Darılmasın Karadenizli varsa içinizde. Ev yıkıyorlarmış. Dört Laz. Eski ev yıkıyorlarmış. Yıkarlarken, öğle yemeğine oturmuşlar. Yemek yerken konuşuyorlar, "Ha bu evi yıkarken, bir tefîne çıksa, nasıl taksîm ederuz?" dedi lazın birisi. Öteki dedi ki, "Ben taksîm edeceğum oni" dedi, "hiç itiraz kabûl etmem" dedi. "Meselâ ne olsun?". "On bin altun çıkdı içerisinden". "Hah temam" dedi, "uç bin ben alırum, üç bin de saa verirum, etdi altı, üç bin de oa, dokuz bin, saa bin vereceğum" dedi. Öteki laz kalkdı, "Niye baa bin vereysun?" dedi, "ben insan değilmuyum! Mâdem ki on bin çıkdu, iki bin peş yuz, iki bin peş yuz, öyle taksîm etmek lâzım gelir. Ama sen uç bin aliysun, oa uc bin, oa uc bin, baa bin veriysun. Ben hakkımu yedirmem" dedi. "Ulan ben sana hakkini vereceğum şimdi, kaldırup başımı belâya sokma benim". "Yok ben hakkimi isterum, hakkimi verecesun, hakkimi isterum!". Dedi, "Ulan sen uc binlik adam misun, sen binlik adamsin". "Baa mi diysun sen oni!". Dan! Güm! Herifi oraya uzatmışlar. Hemen polis koşarak gelmiş. "Ulan ne yapdınız?". "Tefîne bulduk" dedi. "Nerede defîne?" filan. "Farazâ" dedi. "Taksîm edemeduk oni" dedi. Gitdi, Allah îmân selâmeti versin. Öldürdüler, gitdi bedâva yere. Ortalıkda ne defîne var, ne para var filan.
www.muzafferozak.com