22 Haziran 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Şeyh Sa'dî-i Şirâzî, bir gün bir tüccarla karşılaşmış. Adamın yüz elli deve yükü malı, elli kadar da kölesi ve uşağı varmış. Tüccar, durmadan malından mülkünden bahsediyor ve "Türkistan'da şöyle anbarlarım var, Hindistan'da şöyle mallarım var" diyor, sonra bir takım kağıtlar göstererek, "Bak bunlar benim arazilerimin tapuları" diyormuş. Tüccar, hem daha önce gittiği seferlerden, hem de bundan sonra gitmeyi düşündüğü yerlerden bahsediyormuş. Bir ara havasının güzelliği sebebiyle İskenderiye'ye gitmek istediğinden dem vurmuş, bir müddet sonra mağrib denizi karışıkdır diyerek bu fikrinden vazgeçivermiş. En sonunda da, "Artık yoruldum, istiyorum ki son bir sefer daha yapayım ve sonra da ticâreti bırakıp bir köşeye çekileyim" demiş. Şeyh Sa'dî, "O hangi sefer?" diye sorunca tüccar şöyle cevap vermiş :
İran kükürdünü Çin'e götürmek istiyorum, duydum ki orada çok kıymetliymiş. Oradan da Çin kâseleri alıp Rûm diyârına getirmek istiyorum. Rûm diyârındaki ipekli kumaşları Hindistan'a, Hindistan'ın poladını Haleb'e, Haleb'in cam ma'mûllerini Yemen'e, Yemen'in kumaşlarını Fars illerine götürmek istiyorum. Ondan sonra da, ticâret için diyar diyar gezmeyi bırakıp bir dükkanda oturayım diyorum.
Tüccar daha bunlar gibi bir sürü hayâlinden bahsetmiş ve sonunda konuşmakdan yorulunca Şeyh Sa'dî'ye dönerek "Sen de gördüklerinden, duyduklarından bir şeyler söyle" demiş. Şeyh Sa'dî, bu tamahkâr tüccara bir tek şunu söylemiş :
Belki sen de duymuşsundur. Gûr çölünde bir kervan başı katırdan düşünce şöyle demiş : "Dünyâyı seven ve hep dünyânın peşinden koşan kişinin gözünü ancak toprak doyurur"
Ehl-i gaflet zanneder ki yığdığım eşyâ benim
Bilmez o mağlûb-i gaflet bir kuru kavgâ benim