Tarîkat-ı Aliyye Âdâbında Zikrullah ve Devrân

5 Mayıs 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah
Devrân, dervîşlerin halakalar teşkîl ederek muayyen şekillerde dönmek sûretiyle zikretmelerine verilen isimdir. Kâdiriyye, Rıfâiyye ve Halvetiyye başda olmak üzere hemen hemen bütün tarîkatlarda vardır. Devrân yani döne döne zikretmek, hem feleklerin, yıldızların, seyyârelerin dönüşüne, hem Sûre-i Zümer'in son âyetinde sarahaten zikredilen meleklerin arş etrâfındaki tavâfına, hem de hacıların Ka'be-i Muazzama etrâfındaki tavâfına remzdir. İşte ehl-i tarîkin topluca yaptıkları zikirlerde devrâna çokça rağbet etmesinin hikmeti budur.

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, Ziynetü'l-Kulûb nâmındaki eserlerinde tarîkat-ı aliyyeye mahsûs olan devrân ile zikrin menşeini ve remzlerini şöyle beyân buyurmuşlardır : 
Tarîkat-i aliyyenin ale'l-umûm cehriyyesinde, yani cehren demek âşikâre zikreden demekdir, bâhusûs Tarîkat-i Halvetiyye'de zikrullah ile edilen devrânın rumûz ve işâretine ve esrârına binâen, pîrân-ı izâmın ileri gelen kerâmâtı zâhir, kemâli bâhir, ilm-i ilâhîde yektâ ve müştehir olan zevâtın ictihâdı ile devrân ve erkân ittihâz olunmuşdur. Âşıkânın yapdıkları devrânın delîl-i şer'îsine burhan olan âyet-i celîle :
وَتَرَى الْمَلَائِكَةَ حَافِّينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَقُضِيَ بَيْنَهُم بِالْحَقِّ وَقِيلَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
ve tera'l-melâikete hâffîne min havlil 'arşi yüsebbihûne bi hamdi rabbihim ve kudiye beynehüm bil hakkı ve kıylel hamdü lillahi Rabbil âlemîn.
Melekleri de, arşın etrâfını kuşatarak, Rableri celle şâneye hamd ile tesbîh ettiklerini görürsün. Halk arasında hak ile hükm olunur ve mü'minlere melekler tarafından "Rabbi'l-âlemîn'e hamd olsun" denir.
Sûre-i Zümer, 75

Bu âyet- i celîledeki "Hâffîne" kelimesini, müfessirîn-i kirâm "Ey dâirîne'z-zâkirîn" ile tefsîr etmişlerdir. Bundan da anlaşılıyor ki. melâike-i kirâm 'arş-ı a'lânın etrâfını tesbihlerle ve zikirlerle dâire şeklinde devrân etdikleri cihetle, farz, vâcib veya sünnet olarak kıldığımız namazlar meleklerin ibâdetlerini câmi' olduğu gibi, sôfiyyenin ictihâd etdiği DEVRÂN-I ŞERÎF de 'arş-ı a'lâ meleklerinin ibâdetini câmi' olduğundan bu şekilde devrân ederek Hakk'ı zikretmesini ictihâd etmişlerdir.


Devrânın ve bu şekilde zikir ve devrân etmenin câiz olduğuna dâir mu'teber fetvâ kitaplarında da fetvâlar verilmiş ve ezcümle FETAVÂ-YI ÖMERiYYE'de böylece mukayyeddir. Netekim, hac farîzasını îfâ eden mü'minler de, Kabe-i Muazzama'nın etrâfında duâlar okuyarak yedi defa tavâf etmekdedirler. Huccâc-ı müslimînin, Kabe-i Muazzama'nın etrafında duâlar okuyarak, tevhîd ederek ALLAHUEKBER diyerek yedi defa tavâfla devrân etmeleri gibi, tarîkat-i aliyyenin cehrî olan kolları ve ezcümle Tarîkat-i Halvetiyye ashâbı da ism-i celâl olan YÂ ALLAH, HÛ, HAYYÜ'L-KAYYUM, VÂHİD, EHAD, SAMED esmâ-i şerîfleri ile devrân ederler ve her esmâ-i ilâhîden en az yedişer defa okuyarak devrâna devâm eylerler.

Evvela, oturarak dâire şeklinde bir halka teşkîl olunur ve zikrullaha başlanır. Zîrâ aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde : "Ey benim ashâbım, cennet bahçelerine uğrarsanız, o bahçenin meyvelerinden yiyiniz ve telezzüz ediniz" buyurduklarında, hazır bulunan ashâb-ı kirâm efendilerimiz, " Cennet bahçeleri nedir ya Resûlallah?" diye sormuşlar ve "Halka-i zikirdir" cevâbını almışlardır.

Binâenaleyh, Fahr-ı Âlem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin bu îkâz ve irşâdlarından mülhem olarak, zikrullaha halka şeklinde oturularak başlanılır ve böylelikle tebşîrât-ı nebeviyyeye imtisâlen cennet bahçesine teşbîh olunur. Zikirde dört köşe şeklinde oturulmayarak dâire şeklinde oturulması sünnet-i seniyyeye muvâfıkdır. Zîrâ tevhîd-i şerîf, tevhîdin asıl şekli olan dâire şeklinde oturularak îfâ edilmiş olur.

Halka şeklinde oturularak başlanılan tevhîdde ve zikirde, rumûzu vahdet-i zâtiyye, mihver-i ehadiyyetdedir. Vahdet-i zâtiyyenin sıfat-ı zâhirîsi olan ehadiyyet-i sıfatiyyeye ta'alluk eden feyz-i akdesin feyz-i mukaddese tecellîsinin sûretini mürşid, "Fa'lem ennehû lâ ilâhe illallah" diyerek gösterir. Hazır bulunan âşıkân da, ikinci tevhîdde mürşidle beraber tevhîde başlarlar. Zîrâ ilk tevhîd mürşide âid olup ikinci tevhîdde dervîşlerin de mürşidleri ile zikretmeleri
lâzımdır. Kırkıncı tevhîde kadar, ne halka-i zikirde olan halkadan dışarı çıkabilir, ne de halkadan hâriç olan halka-i zikre girebilir. Bu gibi hareketler çok tehlikeli olup, buna cür'et eden sâlike manevî bir zarar erişebilir ki, erbâb-ı müşâhede böylece beyân buyurmuşlardır.

Tevhîde, mürşidle beraber cehren devâm edilir. Dervîşlerin bu vech üzere tevhîd etmeleri, vahdet-i zâtiyye ile ehadiyyet feyzinin ilm-i malûmla mutâbakatını îmâ etmiş ve anlayabilene tevhîdde olan esrârı anlatmış ve tevhîdin işâret ve remzini meydana koymuş olur. 

Kelime-i tevhîd sâlikânı o meclisde makâm-ı fenâfillaha götürünceye kadar zikrolunur. Sonra zikr-i kalbiyyeye tahvîl olunur. Zikr-i kalbîde, harf mahrec mahv olup harfsiz ve mahrecsiz yalnız hılkî olarak darb-ı zikre başlanır ki, zâhir bâtınla müstenid, bâtın zahirle müte'ayyin olduğuna bu şekilde zikrullah ile remz ve işâret edilmişdir.

Sonra, zikrullah fenâfillahda tamam olunca zikir kesilir, herkes medhûş kalır. İlâhi veya durak okunmaya başlanır. Bu şekilde ilâhi veya durak okumak, âlem-i ervâhda "Elestü bi rabbiküm" hitâb-ı izzetinin nidâsiyle ervâhın telezzüz ve zevkyâb olmasının remzidir. Okunan Kur'ân-ı Kerîm, durak veya ilâhinin bu sûretle dinlenmesi lazımdır. 
Durak veya ilâhi tamamlanınca, rûhun tevhîdle urûcunu ve i'tilâsını ve rûhun "Elestü bi rabbiküm" hitâbı ile cezbini ve fenâfillaha erişen rûhların esmâ-i ilâhîdeki seyrini, merâtib-i esmâ-i ilâhîde rûhun kesb etdiği esmâda seyr Lâ ilâhe illallah kelime-i tayyibesine seyr-i ilallahdan sonra seyr-i fillahı göstermek için cisim de rûhun hâline tâbi olarak yükselir ve bu yükselişi göstermek ve remzi işâret etmek için devrâna kalkılır.

Devrâna kalkılırken vecde niyyet olunur. Mürşid, "Neveytü'l-vecd" der ve bu âyet, kıraat eder : " "لَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ellezîne yezkürûnallâhe kıyâmen ve ku'ûden ve 'alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard, rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ, subhâneke fekınâ azâben nâr".

Kıyâmda okunan ilâhi ile rûhun yükselmesinde, Hakk Teâlâ'ya taalluk-ı tâmm vardır. Hakk'la Hakk olmak taalluk ve taayyünden tamâmiyle tecerrüd ve istiğrâk hâlinde olan cezbenin sûretidir.

Halvetiyye-i Cerrâhiyye devrânında, el ele tutunup sola doğru sol ayakla devrâna başlanılır. Hem de zikrullahdan Hû esmâsını zikrederek devrana devâm edilir. Devrân esnâsında, başın sağa ve sola döndürülmesinin ma'nâsı, makâm-ı vâhidiyyet-i sıfatiyyenin sûretine işâretdir. Sağa ve sola darb-ı zikir ise, vâhidiyyetin ehadiyyete, vahdet-i zâtiyyenin taallukuna işâretdir.

Bu sûretle devrâna devâm olunurken, eller omuza atılır. Zîrâ merâtib-i vâhidiyyet-i sıfatiyyenin tamâm-ı tecellîsini göstermek için bu hâl bir remz ve işaretdir. Sağ el, devrân eden arkadaşının arkadan omuzuna, sol el ile de sol tarafda devrân eden arkadaşının beline sarılmak, zuhûrun sıfatla olmasına işaretdir.

Devrânda Hû esmâsının bir kerre içeriye ve bir kerre dışarıya verilmesi lâzımdır. Devrânda, el ele tutmak hüviyyetin taallukuna, kol kola olmak hüviyyetin zuhûruna işâret olduğu gibi, tevhîd-i zâta da işâretdir.

Sonra Hayy esmâsına başlanılır. Hayy ebced hesâbıyla on sekiz adedi câmidir. Bu on sekiz adedi câmi olan Hayy esmâ-i şerîfi ki merâtib-i esmâ olan, yani esmâü'l-hüsnâ bin adeddir, bu bin aded ile darp edilince on sekiz bin âlemi seyrân eden sırr-ı hayât ile hayy olup nur-ı sübûtî ile dâim ve kâim olmakla sırr-ı seyriyyâtın sûretini âşikâr devrân ile bu sırrı işâret etdiği gibi, Hayy Allah, Kayyûm Allah, ism-i şerîfleri ile Vefâ Devrine başlanılır ki, mahviyyetden sonra taayyünün aynına, hayâtın zılliyyetine mukâbil, hakîkat-i hayât hakîkat-i i kayyûmiyyetin zuhûruna işâret olarak bu esmâlarla on sekiz kerre devrân edilir. On sekiz "Hayy Hayy Hû" esmâsı zikrolunur. On sekiz kerre "Allah Vâhid Ehad Samed" esmâsından sonra, tekrar Hû esmâsına başlanılır. Süratle Hû esmâsına devâm edilir ve devrân tamâm olur.

Devrânda salikler kemâli ile huzûr ve tecerrüd ve istiğrakla devrân etmelidirler.

Ey tâlib-i cemâl-i ilâhî ve ey râgıb-ı rızâ-yı rahmânî! Sırr-ı devrândan bir mikdar beyân eyledik. Fazlasını yazmağa kalemim müsâid olmadığından, bu kadarı ile iktifâ etdik. Allahu Teâlâ, sana ve bana rahmet eylesin, aşkından seni ve beni âgâh buyursun ve bu zevki sana ve bana tatmak nasîb eylesin.






Listeye geri dön