Tarîkat ve Siyâset

2 Ağustos 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

İrşad
"Tarîkat" ve "Siyâset" kelimelerini yan yana yazmak bile doğru değil ancak önemli bir meseleye dikkat çekmek için buna mecbûr kaldım...Önce yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için her iki kavramdan ne kasdettiğimizi açık açık yazalım...


TARÎKAT

"Tarîkat"den kasdettiğimiz ehlullahın "Şerî'at" üzerine binâ ettikleri nefs terbiyesi yoluyla "Hakîkat"e ulaşma yoludur...Kendisini tarîkat gibi gösteren birçok topluluklar var, biz bunları kasdetmiyoruz...Halkımızın büyük bir kısmı her gördüğü topluluğu tarîkat diye adlandırıyor. Biz bu cemaatleri de kasdetmiyoruz...Yüzlerce yıllık tarihi ve ve geleneği olan köklü bir müesseseden bahsediyoruz biz...


SİYÂSET

"Siyâset"den kasdımız da parti, seçim, makam, mevki yoluyla düşüncelerini hayâta geçirme yoludur...Belli bir ideoloji doğrultusunda siyâsî platformlarda mücâdele ederek iktidâra gelmeyi hedefleyen ve iktidâra gelince de hedeflediği ekonomik, sosyal, kültürel, idârî düzenlemeleri yapan kurumlardan bahsediyoruz...Devlet siyâsetinden ve devlet kurumlarından bahsetmiyoruz...

Bu tarifler ışığında bakacak olursak, ehlullah hazerâtı her zaman siyâsete ve siyâetçilere karşı mesâfeli olmuşlardır...Büyük mürşidler, tarîkat-ı aliyyeye intisâb edenlerin yani Allah yolunda nefsi ile mücâhede, tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalb ederek seyr-i sulûk etmek isteyenlerin siyâsetle uğraşmalarına aslâ cevâz ve izin vermemişlerdir...Tarîkat-ı aliyyede siyâsetin şiddetle men' edilmesinin birçok hikmetleri vardır...Onların tamamını burada zikretmek mümkün olmasa bile birkaçına işâret edelim :

1. Siyâset ihtilaf doğurur...Tarîkat ise tevhîd ve birlik yoludur...Bu sebeble bu ikisi bir arada olamaz...

2. Siyâset, riyâset arzusu doğurur...Tarîkat ise "hubb-i câh" denilen makam ve mevki sevgisini yok etmeye çalışır...

3. Siyâset, dünyâya nizâmât vermek için yapılır...Tarîkat nefse nizâmât vermek için dünyâyı ve ehl-i dünyâyı terketme yoludur...

4. Siyâset, benlik doğurur...Tarîkat benlikden sıyrılma yoludur...

5. Siyâset, hased, riyâ, kibir, buğz, kin, gadab gibi nefs-i emmâre sıfatlarını besler...Tarîkat ise bunlardan kurtulmak için vaz' edilmişdir...

6. Siyâset, dünyâya nizâm verirken ister istemez bazılarını sevindirir bazılarını üzer...Tarîkat hiç kimseyi incitmemek üzerine kuruludur...

Saydığımız ve sayamadığımız birçok hikmetlere binâen, cümle evliyâullah, hem kendilerini hem de kendilerine bağlananları siyâsetden ve siyâsetle uğraşanlardan uzak tutmuşlardır...

Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Dervîş gönülsüz gerek
Sen dervîş olamazsın

Şimdi size bir de şaşmaz bir ölçü vereceğim...

Kim olursa olsun, hangi tekkede, hangi postda oturursa otursun, hangi kıyâfeti giyerse giysin, hangi ağdalı lafları ederse etsin, bağlıları ne kadar çok olursa olsun, isterse havada uçsun, siyâsetçilerden meded uman, açık açık bir siyâsî partiyi destekleyen, bağlılarını herhangi bir partiyi ya da lideri desteklemek için teşvîk eden kişi aslâ gerçek bir mürşid olamaz!..Bu gibiler mürşid-i kâmil ve mürşid-i hakîkî olmadıkları için kendilerine bağlananları da Hakk'a ve hakîkate götüremez!...Bunların bir kısmı sahte mürşidler ve müteşeyyihlerdir...Diğer bir kısmı tarîkat-ı aliyyenin özünden haberdâr olmayan gâfiller ve nâdânlardır...Diğer bir kısmı da tarîkat-ı aliyyeye hizmet ediyormuş gibi görünerek hâinlik yapan ve dünyâya tapan müfsidler ve münâfıklardır...Bunlardan uzak duran Allah'a yaklaşır, bunlara yakın olan Allah'dan uzaklaşır vesselâm...

ÇOK ÖNEMLİ BİR NOT : 
Tarîkat-ı aliyye ile hiç alâkası olmayıp da siyâsetle uğraşanlara hiç sözümüz yok, sakın onlar üzerlerine alınıp da bize gücenmesin...Yazdıklarımız sâdece ve sâdece kendilerini bir tarîka nisbet edip de siyâsetle uğraşanlaradır!..


Bu meselenin bir yönünü pek güzel beyân eden şu kıssayı da dikkatle okumanızı/dinlemenizi tavsiye ederim...

Büyük bir velînin manevî tesirinde kalan vaktin pâdişâhı o veliyyullahın dergâhına devâm etmeye başlamış...Defalarca gidip-geldiği halde Şeyh Efendi'nin ondan hiçbir istekde bulunmaması pâdişâhı hayrete düşürmüş ve birgün sormuş :

"Şeyhim! Benden istediğiniz hiçbir şey yok mu? Tekkenin, dervîşlerin hiçbir ihtiyâcı yok mu? Size ne gibi bir ikrâmda ve ihsânda bulunabilirim?..."

Şeyh Efendi, "Pâdişâhım! Ben de sizden bunu bekliyordum, utanıyordum size söylemeye..." deyince pâdişâh, "Nedir, hemen söyleyin, derhal yerine getireyim" der demez Şeyh Efendi, "Siz bir daha buraya gelmeyin" demesin mi!

Pâdişâh, Şeyh Efendi'nin bu isteğine akıl erdirememiş ve "Benim buraya gelmemin size ne zararı var ki?..." diye hayretini ifâde edince Şeyh Efendi şöyle cevap vermiş :

"Siz gelirseniz bizim dervîşler, acabâ pâdişâh ne ihsânda bulunacak diye gösteriş için Allah diyorlar, halbuki siz burada yokken Allah için Allah diyorlar!..."


İşin gücün siyâset
Ona buna hakâret 

Binbir türlü rezâlet
Sen dervîş olamazsın
"Allah'ın ipine hep berâber sımsıkı sarılın, aslâ tefrîkaya düşmeyin..."
Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 103
Muzaffer Efendi Hazretlerinin siyâsete ve siyâsetçilere karşı tutumu hakkında da şunları belirtmeliyim...

Gerek kuvvetli hitâbeti gerek yaygın şöhreti sebebiyle Efendi Hazretlerine de siyâsete girmesi hattâ milletvekîli adayı olması için defalarca teklifler gelmişdir...Efendi Hazretleri bu tekliflerin hiçbirini kabûl etmemişlerdir...Neden? Çünkü O'nun düstûr edindiği tevhîd yani birlik umdesi ile bir partiye mensûbiyyet aslâ bağdaşmaz...Böyle bir mürşid veyâ bir hocaefendi bir partiye mensûb olsa, onu dinleyerek feyz almaya çalışan cemaatin içinde farklı bir partiye mensûb olanların hissiyâtı ne olur?...İnsâf ile düşünülürse kabûl edilecekdir ki bu gibi şeyler tefrîkaya sebebdir...

Herkese vaaz u nasîhat eden bir hocaefendi ve tâliblerine tezkiye-i nefs ettiren bir mürşid olarak bulunduğu mevki ve taşıdığı misyon sebebiyle politikadan hep uzak duran Efendi Hazretleri, politikacılarla da çok mesâfeli idi...Her ne kadar akıl almak, rüyâ tabir ettirmek, duâ istemek, sohbet dinlemek gibi sebeblerle siyâsetçilerden O'nun meclisine gelenler olduysa da Efendi Hazretlerinin, bu politikacılardan hiçbir beklentisi olmadı, bir ricâda veyâ talebde bulunmadı...Sâdece Alah rızâsını gözeterek yani hiçbir karşılık beklemeksizin, nasîhatlerde bulundu, rüyâlarını tabir etti ve duâ etti...

Son olarak ehemmiyetine binâen, şunu da altını çizerek belirtmeliyim ki, Muzaffer Efendi Hazretleri, ne kalabalık cemaatinden bir ferde ne de kendisine bende olanlardan birine, şu ya da bu partiye oy vermesini katiyyen söylemedi, telkîn de etmedi, tavsiye de etmedi...

İşte bu tutum, tam da âyet-i kerîmedeki "Allah'ın ipine hep berâber sımsıkı sarılın ve aslâ fırkalara ayrılıp tefrîkaya düşmeyin" emrine birebir denk düşmekdedir...


ÖNEMLİ AÇIKLAMA

Bazı müzevvirler, bu yazımızı bir polemik konusu yapmak ve ehl-i tarîk arasında fitne çıkarmak için kullandılar...Okuduğunu anlamayan, son derece mutassıb bir güruh da bu fitneye âlet olarak birçok iftirâ ve ithamlarda bulundular...Söylediklerimizin aksini isbât etmeleri mümkün olmadığı için tek çâreyi fakîre ta'n ve ifitrâ etmekde buldular ve "Bunlar Efendi Hz.nin fikirleri olamaz, sen kendi fikirlerini söylüyorsun" diyerek hem câhilliklerini ve hem ahmaklıklarını ortaya koydular...

Osmanlı târihinden verdikleri örneklerle bizi ilzâm etmeye çalışanların cehâletine de acıyorum...Pâdişahların siyâsî bir fraksiyonu değil bizzat devleti temsîl ettiğini ilkokul talebeleri bile bilir...Bu gâfiller bilmezler ki, sultanlara münâsebeti olan Hacı Bayram Velî, Akşemseddin, Azîz Mahmûd Hüdâyi gibi büyük velîler onlardan bir menfaat bekledikleri için veya dünyevi fikirlerini onlara empoze etmek için değil, sâdece irşad maksadıyla onlarla görüşmüşlerdir...Efendi Hazretlerinin menkıbesini lutfettiği zât da yine böyle büyük bir mürşid olan Şeyh Şücâeddin Hazretleridir...

Ehlullahın bütün eserleri ortada dururken onları okumayıp, ortalıkda fink atan sahte mürşidlerin sözlerine inananlar, tarîkat-ı aliyyenin aslını esâsını öğrenemez...Aklı olan çoğu latin harflerine de çevrilmiş olan bu eserleri okur ve dersini kaynağından alır...Daha önce de yazdık : Su varken teyemmüm etmek câiz değildir!...

Bu yazıyı yazarken, ne hikmetse Allah, karşıma bir ilâhiyat profesörümüzün bu hususda yazdığı şu metni 
çıkardı. Hilmi Demir adındaki bu hocamız şöyle yazmış :

Tekke ve tarîkatlar devletle ilişkilerinde hep ölçülü olmuşlar ve devlet içine sızmamaya özen göstermişlerdir. Şimdi size Nakşîliğin Hâlîdî kolunun Şeyhi Hâlid-i Bağdâdî'nin vekillerine bu konudaki öğütlerini aktaracağım. Mevlânâ Hâlid, İstanbul’da görev yapacak halîfesine yedi şart koşar : (bunlardan şu üçü konumuzla ilgili ):

1. İrşâd görevini üstlenecek kimse, devlet ricâli ve vezirlerin yanına gidip gelmeyecek

2. Tekke ve zâviyesi için devlet adamlarından maaş veya bağış talebinde bulunmayacak

3. Dünyâ ehli ve idârecilerin yaptıkları gibi dünyâ malı toplamaya dalmayacak

Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin diğer emir ve nasîhatları da şunlar :

* İdârecilerden ve onların yardımcılarından hiç kimseyi tarîkata almayın!

* Halîfelikden dolayı şöhret ve para kazananları görüp, şöhret ve para kazanmak için halîfelik sevdâsına tutulanları da tarîkata almayın!

* Dünyaya dalmış tüccarları, şöhret düşkünü ilim talebelerini ve boş gezen işsizleri de tarîkata almayın!

Şimdi sen kime inanırsan inan!...
Listeye geri dön