26 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.
Bir şeyhe bîât etmek, bir mürşide bağlanmak ve onun eliyle yapılan 'ahd ü mîsâkdan maksad, âlem-i ervâhda bezm-i elestde Cenâb-ı Hakk'ın "e lestü bi rabbiküm" hitâbına karşılık "belâ" diyerek kulluk ahdinde bulunan kişinin, ahdini tâzelemesinden ibâretdir. Bunu bilmeyenler, "İslâmda tasavvufun yeri yok", "Şeyhe ne lüzûm var", "Allah'la kul arasına kimse giremez" gibi bir takım boş laflarla tarîkati ve tasavvufu inkâr ediyorlar. Halbuki tarîkatin ve tasavvufun gâyesi, insana vaktiyle ahd u peymân ederek ikrâr eylediği ama daha sonra dünyâya geldiğinde gaflete düşerek unutduğu kulluk ahdini hatırlatmak, o ahdi yenilemek ve ölünceye kadar o ahdi bozmadan yaşamasını temin etmekdir. Bu itibarla, tasavvuf ve tarîkat, başdan sona kulluğu, abdiyyeti tahakkuk etdirmekden ibâretdir diyebiliriz. Öyleyse tasavvufu ve tarîkati anlamak için kulluğun, abdiyyetin ne olduğunu bilmek lâzımdır. Kul kimdir, abd kime denir, kulluk nedir, kul ile rabbi arasındaki irtibat nedir, kul ile Allah arasındaki münâsebet nasıl olmalıdır, ancak bunları bilirsek tasavvufun ne olduğunu, tarîkatin ne olduğunu anlayabiliriz. Yoksa, her şey havada kalır, laf kalabalığı ile ömrümüzü tüketmiş, vaktimizi boşa harcamış olur, kendimizi kandırmış oluruz. "Nefsini bilen rabbini bilir" sözünün bir manâsı da budur. Biz kimiz, mevkiimiz nedir, kâbiliyyetlerimiz nelerdir, vazîfemiz ve mesûliyyetlerimiz nelerdir, önce bunları bileceğiz, bunları öğreneceğiz.