4 Eylül 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, Amerika'daki bir radyo programında sunucunun, "Biz gerçi daha yolun başındayız ama bize bu yolun nihâyetinden bahseder misiniz?" diye sorması üzerine buyurdular ki :
Yolun başlangıcı Allah, ortası Allah, nihâyeti gene Allah. Zîrâ Allah'dan geldik, Allah'a gideceğiz. Ne mutlu bunu düşünene, bu âlemde bunu hissedene!
Sunucu, "Sôfîlerde sevgiliden ayrı düşmenin verdiği büyük bir acı ve ıztırâb vardır, değil mi?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Ayrılık yaklaşmayı, yaklaşmak ayrılığı iktizâ etdirir. Toplandık, dağılacağız. Zîrâ toplanan dağılır, yapılanlar yıkılır. Ne mutlu o kişiye ki, ayrılıkda vuslatı bulmuş, vuslat meyini nûş etmişdir.
Az evvel tevhîdden bahsetmişdik. Tevhid, nefy ve isbâtdır. "Lâ" ile başlıyoruz, "yok", sonra "illallah", "ancak Allah var" diyoruz. Bunun üzerine bir kıssa anlatmak, nakletmek istiyorum, Amerikan halkına hediyem olsun.
Vaktiyle ârif-i billah yani Allah'ı bilen, ârif-i billah Allah'ı bilen demek, ârif-i billah, vâsıl-ı ilallah bir zât, zâhirde harâb görünüyor, hakîkatde bir defîneye mâlik. Fakat insanlar bunun farkında değildi. Bir dervîşi vardı, böyle bir zâtdı. Bu zât, Bâb-ı Meşîhat'a yani şeyhleri tekkelere tayîn eden dâireye mürâcaat edip, kendisine bir tekke istedi. Bakdılar hâline bu zâtın, harâb vaziyetde giyimi kuşamı. İçindeki defîneyi göremediler. Fakat şöyle kararlaşdırdılar. Bir metrûk tekke, harâb ve metrûk, buraya bunu tayîn edelim, bu zât orasını tamîr eder, orada oturur dediler. O zât o tekkeye gitdi, tekkenin hem zâhirini, hem bâtını mamûr eyledi ve günden güne başına cemaat toplandı. Arıların bala üşüşdüğü gibi. Günden güne tekke şereflendi. Çünkü mekânın şerefi içinde oturanladır. Kuşsuz kafesin kıymeti olmadığı gibi, mekânda oturan kişi yok mâhiyetinde ise, o mekânın kıymeti kalmaz. Susuz çeşme gibi.
Bunu gören Bâb-ı Meşîhat bu zâtı davet etdi ve dedi ki, "O tekke harâb ve metrûk idi, sen orasını tamîr etdin, mamûr etdin, senin başına halk çoğaldı. Senin ilmî kudretini biz bilmiyoruz, binâenalâzâlik seni imtihan edeceğiz. Çünkü sen makâm-ı irşâda lâyık mısın, değil misin, bunu bilmemiz için, muhakkak sûretde seni imtihan etmemiz lâzımdır" dedi. "Peki" dedi "Buyrun imtihan edin beni" dedi. Dediler ki, "Dervîşlerin ilk dersi Lâilâheillallah'dır, bize bunun manâsını söyle". O zât dedi ki, "Bu Lâilâheillallah'ın manâsını sizin bildiğiniz gibi mi söyleyeyim, ben kendi bildiğim gibi mi size haber vereyim?". Dediler ki, "Bizim bildiğimiz bize, sen kendi bildiğin gibi söyle". Bunun üzerine dedi ki, "Mâdem ki ben bildiğim gibi söyleyeceğim, tek başıma söylemem ben bunu, dervîşlerimden bir dervîş Mehmed var, onu alacağım, beraber söyleyeceğiz" dedi. Ve dervîşini aldı, meşâyihin huzûrunda oturdu ve tevhîde başladı. "Lâilâhe" diyor, gözden kayboluyordu, "İllallah"da gene mevcûd oluyordu. Gene "Lâilâhe" diyordu, yok oluyor, "İllallah"da gene mevcûd oluyordu. Üçüncü sefer gene kezâ, "Lâilâhe"de yok oldu, "İllallah" dedi vâr oldu. Dördüncü seferinde, "Lâilâhe" dediği vakitde, şeyhler de meşâyih de hepsi yok oldular ve "İllallah"da mevcûd oldular. O fakîrin, zâhirde fakîr görünen, abası eski fakîrin ne gibi bir defîneye mâlik olduğunu o vakit anladılar, elini öpdüler, duâsını alıp, kendisinin hatırını hoş etdiler ve irşâda lâyıksın dediler.
Nefy ü isbâtı böyle göstermişdi. Tevhîdin nûru böyle tecellî etmişdi. Zîrâ Hakk'da yok olan ebedî vâr olur. Varlığına nihâyet olmaz. "Mak'ad-ı sıdk"a erişir. Sâdıklar makâmına erişir. Hakk ile koklaşır, cümbüş eder, sevişir. Allah'da yok olanlara, Hakk ile vâr olanlara selâm olsun.
www.muzafferozak.com