17 Nisan 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Bir gün Hoca'nın kapısı çalınmış. Hoca kapıyı açmış, bakmış bir köylü, elinde de bir tavşan var. Köylü "Hocam, bu tavşanı size getirdim" demiş. Hoca'nın pek hoşuna gitmiş ve tavşanı bir güzel pişirip yemiş. Aradan birkaç gün geçdikden sonra yine kapı çalınmış. Hoca kapıyı açmış bakmış, karşısında hiç tanımadığı bir adam görünce ne istediğini sormuş. Adam, "Geçen hafta size bir köylü tavşan getirmişdi ya, işte ben o adamın komşusuyum, Tanrı misâfiri olarak geldim" demiş. Hoca, adamı içeri almış, bir çorba ikrâm edip göndermiş. Bir hafta sonra yine kapı çalınmış. Hoca kapıyı açınca yine hiç tanımadığı bir adamla karşılaşmış. Adam, "Siz beni tanımazsınız, ben size kendimi tanıtayım, hani iki hafta evvel size bir köylü bir tavşan getirmişdi ya, işte ben o adamın komşusunun komşusuyum" demiş. Hoca fenâ halde bozulmuş ama sinirlendiğini hiç belli etmeden bu adamı da içeriye buyur edip ona da bir çorba ikrâm edip göndermiş. Bir hafta kadar sonra tekrar kapı çalınmış. Bu sefer gelen adam da kendisini Hoca'ya şöyle takdîm etmiş, "Ben size tavşan getiren köylünün komşusunun komşusunun komşusuyum" demiş. Hoca adamı içeri almış ve önüne bir kâse su ile bir de kaşık koymuş. Adam kâsede sudan başka bir şey olmadığını anlamış ve Hoca'ya "Bu su da ne?" diye sitem edince Hoca, adama hiç unutulmayacak bir cevâb vermiş : "Ne olacak, bu su, işte o tavşanın suyunun suyunun suyu".Bu hikâyede nice nükteler vardır ama biz bunları tek tek yazmak yerine sizin iz'ânınıza ve irfânınıza bırakıyoruz.