Tecellî-i Zât ve Sûre-i Duhâ

2 Aralık 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Resulullah
Tecelliyât-ı ilâhînin iki ayrı vechesinden bahsettiğimiz "Cemâl-i Mutlak ve Cemâl-i Mukayyed" başlıklı yazımızda, Resûl-i Ekrem Efendimize vâki' olan tecellî-i zâta işâret eden âyet-i kerîmelerin "فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى / fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ" ve "وَالضُّحَى * وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى / Ved duhâ * Vel leyli izâ secâ" âyet-i kerîmeleri olduğunu söylemiş idik. Bu âyet-i kerîmelerden ilki mi'râc hakkında olup, ona bir başka yazımızda temâs etmek istiyoruz. Diğeri ise Sûre-i Duhâ'nın baş tarafındadır. 

Sûre-i Celîlenin başında Cenâb-ı Hakk'ın yemîn ile andığı "duhâ" güneşin en parlak olduğu vaktin adıdır. Hemen bunun ardından gelen "leyli izâ secâ" tabiri ise gecenin en sâkin ve karanlık zamânı demekdir. Cenâb-ı Hakk'ın bu iki vakte yemîn etmesi bunların zâhirî ma'nâlarından öte bir takım derûnî ma'nâları olduğunu gösterir. Bu yüzden de müfessirler bunlara bir çok latîf ma'nâlar vermişlerdir. Şimdi o ma'nâlar üzerinde durmayıp, yalnızca tecellî-i zât ile alâkalı olan ma'nâdan bahsetmek istiyoruz.

"Duhâ", yani güneşin parlayıp yükselmeye başladığı kuşluk vakti, tecellî-i zât vaktine işâretdir. Allah bir kuluna zâtıyla tecellî ederse, o kul, Hakk'ın nûruyla pür-nûr olur. Bu tecellî öyle kuvvetlidir ki kulun bütün varlığını isti'lâ eder, bütün beşerî sıfatlarını mahv eder ve o kula ilâhî sıfatlar bahşolunur yani bu tecellîye mazhar olan insan, Hakk'da fânî olup, bekâbillah mertebesine erer. "Vel leyli izâ secâ" yani gecenin en sâkin ve karanlık zamânından maksad da bu tecellînin vâki' olmasıyla insadaki beşerî sıfatların kaybolması, fenâ bulması demekdir. Sôfiyye lisânında buna cem' makâmı denir. Bu makâm tevhîdin "lâ mevcûde illallah" mertebesidir, yani vahdet makâmıdır. Bu makâmda ikilik kalmaz. 

Bu âyetlerin sûre-i celîlenin sebeb-i nüzûlü ile irtibâtı da böylece ortaya çıkmış olur. Bilindiği üzere bu sûre-i celîle, vahyin kısa bir müddet inkıtâ'ı sebebiyle bazı edebsiz müşriklerin, bunu fırsat bilerek, "Muhammed'in rabbi ona darıldı, onu terketti" diyerek Efendimiz aleyhisselâm ile alay edip şamata yapmaları üzerine nâzil olmuşdur. Cenâb-ı Hakk, bu âyetlerle, vahyin kesilmesinin, Habîb-i Edîb'ine dargınlığından ya da hâşâ O'nun bir hatâsı sebbebiyle değil tam tersine Resûl-i Ekrem Efendimizin kimsenin mazhar olmadığı tecellî-i zâta mazhar olarak makâm-ı cem'e yükselmesi sebebiyle vâki' olduğunu beyân etmişdir. Zîrâ cem' makâmı, vahyin nüzûlüne mâni'dir. Makâm-ı cem, "lâ mevcûde illallah" makâmı olduğuna göre, bu makâmda ne vahiyden, ne Peygamber'den, ne de Cebrâil'den bahsetmek mümkün olur.

Bu âyetlerin, bu sûre-i celîleden bir önce nâzil olan Sûre-i Fecr'in son âyetleri ile de pek latîf bir irtibatı vardır. Ona da inşâalah başka bir yazımızda temâs ederiz.


Cemâl-i Hazret'in şems-i duhâdır yâ Resûlallah
Kemâl-i vahdetin nûr-i Hudâ'dır yâ Resûlallah
Listeye geri dön