Tecelliyyâta Dilde Nûr-i Tevhîdden Cilâ İster

9 Kasım 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI

Tecelliyyâta dilde nûr-i tevhîdden cilâ ister
Şühûd-i nûr-i vahdet pertev-i dâd-ı Hudâ ister

Kalbi günâh ile kararmış, kalb gözü nefs-i emmârenin sıfatları ile perdelenmiş olan insan hak ve hakîkati göremez, tecelliyât-ı ilâhiyyeye nâil olamaz. Halbuki Hakk'ın tecelliyâtı bir ân bile kesilmez. Tevhîdin nûru da her ân güneş gibi parlamakdadır. Bunları müşâhede edebilmek için kalb aynasını parlatmak, kalb gözüne perde olan sıfatlardan bir bir kurtulmak lâzımdır. Bu da ancak Kelime-i Tevhîd zikri ile mümkündür. Bu yüzden bütün tarîkatlerde sâliklere Kelime-i Tevhîd zikri verilir. Sâlik bu zikre devâm ederek kalbini temizler, cilâlar, parlatır. Temizlenen ve cilâlanan kalb, tıpkı cilâlı bir ayna gibi Hakk'ın tecelliyâtını aksettirir. Bu da ancak Cenâb-ı Hakk'ın kuluna bahşettiği ezelî isti'dâd ile mümkündür. 

Vücûd iklîmini seyr u temâşâ etmeğe bir bir
Tavâf-ı ka'be-i ma'nâ delîl ü rehnümâ ister

Varlık âlemini dolaşıp Hakk'ın âyetlerini bir bir temâşâ etmek ve bunların hakîkatlerine ermek için bir rehber lâzımdır. O rehber, kâmil bir mürşiddir. Sâlikin yapacağı manevî yolculukda rehber çok önemlidir.

Dili dîdâr içün dildâre hasr etmezse bir 'âşık
Saçılmaz vech-i pâkin nûru nûr-i ıstıfâ ister

'Âşık ma'şûkunu râzı edebilmek için kalbinde ondan başkasına yer vermemesi gerekir. Ma'şûk samîmî olmayan âşıka yüzünü göstermez. Hakk'a muhabbet de böyledir. Âşıka vuslat, kalbinde Hakk'dan gayrı ne varsa hepsini çıkarmasıyla mümkün olur.

Cânı kurbân ile buldu bulanlar kurbet-i Hakk'ı
İkilikden halâs olmak için bezl ü fedâ ister

Hakk'a kurbiyyet ve vuslat her şeyini Hakk yolunda fedâ etmekle mümkündür. Hem karnım doysun hem börek bütün kalsın olmaz. Vuslatın şartı vahdet, vahdetin şartı ikilikden kurtulmakdır. Hem kendinde varlık görüp hem de Hakk'a vuslat ümîd etmek ham bir hayâldir yani olmayacak bir işdir.

Salât-ı "semme vechullah"a ermek içün derûnunda
Olup mezkûrla kâim kâmet-i mahv u fenâ ister

"Her nereye dönerseniz dönün hep Allah'ın vechine dönersiniz" âyetinin sırrına ermek için zâkir ile mezkûrun bir olması yani kulun mahvolması, Hakk'da fenâ bulması lâzımdır.

Enâniyyet hicâbından geçirmek içün bu imkânı
Cihâd-ı ekber-i nefs ile takvâdan 'asâ ister

Fenâya ermek için önce enâniyyetden kurtulmak lâzımdır. Bunun da çâresi Resûl-i Ekrem Efendimizin "cihâd-ı ekber" diye tarif buyurdukları nefs ile mücâhededir. Nefs ile cihâdın başı da, Allah korkusu ile Hakk'ın yasaklarından kaçınmak ve emirlerine riâyet etmekdir. Bu da şerî'atın ta kendisidir.

'Aref sırrıyla ma'rûfa 'uruc etmek için rûhu
Merâtibden metâlibden hurûc u irtikâ ister

"Nefsini bilen rabbini bilir" hikmetince, marifetullaha erebilmek yani rûhu mi'râc ettirebilmek için de bir çok mertebelerden geçmek, kalbi tasfiye ederek mâsivâdan külliyen arındırmak gerekir. 

Hilâl olsa gönül şems-i tecelliyyâta ey Sâmî
Ne cân u ne cihân ister hemân vasl-ı likâ ister

Bu ma'nevî mi'râc ile Hakk'ın esmâ, sıfat ve zât tecelliyâtına mazhar olan, bu mazhariyyetin zevkiyle, cânından da vârından da geçer, bir tek Hakk'a visâl ister. Zîrâ vuslatdaki zevk hiçbir şeyde yokdur.

Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî
Kaddesallahu Sırrahu'l-Fettâhî
Listeye geri dön