23 Aralık 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Bu risâlemizde, bu mübârek ziyâretgahlardan Telli Baba Türbesinden bahsetmek istiyoruz.Asıl adı Abdullah olan ve halk arasında Telli Baba olarak anılan ve tanınan bu zât-ı şerif, Kâdirî Tarîkati şeyhlerinden bir veliyyullahdır. Allahu Teâlâ'nın ahlâkı ile ahlâklanmış ve Resûl-i Zî-Şân aleyhi ve âlihî salavâtullahü'l-Mennân Efendimiz Hazretlerinin sîret ve sünnetine cân u gönülden bağlanmış olması dolayısiyle, dîn ve mezheb farkı gözetmeksizin, kendisini ziyâret ve mürâcaatda bulunanlardan manevî himmetini esirgememiş ve yardım isteyenlerin imdâdına rûhaniyyeti ile yetişmişdir. Ziyâret ve mürâcaatda bulunanlar müslüman iseler, dünyâ ve ukbâları için şefî' olagelmiş, gayr-ı müslim iseler dünyevî murâdlarına nâil olmalarını Allahu Teâlâ'dan dileyerek derdlerine ve isteklerine dermân olmuşdur.
Bizler, elhamdülillah ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebindeniz. Bu itibarla, mezhebimiz yönünden kerâmet-i evliyâ hakdır ve gerçekdir. Şefâat-i enbiyâ ve şefâat-i evliyâ da hakdır ve gerçekdir.
Telli Baba'nın türbe-i şerîfi, dünyâ hayâtında iken kendisinin yalnızca Allahu Teâlâ'ya ibâdet ve nâz ü niyâz eylediği zâviyesidir ki, âlem-i cemâle göçünce dervîşleri onu aynı yere defnetmişler ve kabr-i münevverini ziyâretgah hâline getirmişlerdir. O günden bu yana olduğu gibi, kıyâmete kadar da bu mübârek makâmın avâmm ve havâssın ziyâretgahı olacağı muhakkakdır. Telli Baba, ziyâretine gelerek Allahu Teâlâ'dan murâdını isteyenlerden hemen hemen hiç kimseyi mahrûm etmemişdir, mürâcaat edenlerin hepsi murâdlarına nâil olmuşlardır.
Makâm-ı mübârekleri, Sarıyer'den Rumeli Kavağına giden yolun ortasında, Yûşâ Hazretlerinin yatdığı tepenin tam karşısında, boğazın Rumeli yakasında, mavi suların zikr ü tesbîhini işiten cennet misâli bir yerdedir. Türbe-i Şerîfini, her gün yüzlerce müslim veya gayr-ı müslim ziyâret etmekde, dileklerini arz etmekdedirler. Dilekleri husûl bulanlar ise, adaklarını yerine getirmek üzere tekrar tekrar ziyâretine koşmakdadırlar.
Telli Baba, her derdliye şefâat etmekde, nâ-murâd olanların ber-murâd olmalarına vesîle olmakdadır. Evlâd isteyene evlâd, ev isteyene ev, evlenmek isteyene eş, derdlilere devâ, hastalara şifâ ihsân u inâyet buyurulması için kendisine mürâcaatda bulunanların hâcetlerini Allahu Azîmü'ş-Şân'a ulaşdırmakda ve ind-i ilâhîde sözü ve nazı geçdiği cihetle bütün dilekler is'âf olunmakdadır. Bu sûretle murâdlarına nâil olanlardan birkaçına şahsen ve bizzat şâhid olduğum gibi, yüzlercesini de işitdim. Kat'iyyetle ifâde ederim ki, murâdlarına nâil olanların sayıları hayli çokdur ve gerçeği ancak Allahu Sübhânehû ve Teâlâ bilir.
Canlı bir misâl olarak, kendi nefsimde şâhid olduğum hâdiseyi nakletmekde fayda görüyorum.
Yirmi dört yıl gibi uzun bir zaman evli olduğum halde evlâd sâhibi olamamışdım. Bir gün, bir dostumun tavsiye ve ısrarı ile Telli Baba'nın ziyâretine gitdim ve mescid-i şerîfinde ekreme'l-ekremîn olan Allahu Sübhânehû ve Teâlâ'nın rızâsı için iki rekat namaz kıldım ve niyâzda bulundum. Cenâbı Hakk'dan , arkamdan beni hayırla yâd etdirecek ve ismimi unutdurmayacak hayırlı bir kız veya erkek evlâd ihsân u inâyet buyurmasını diledim. Ve gözyaşlarımla Rabbime duâ ederek, bu dileğim yerine geldiği takdirde Telli Baba'nın rûhuna yetmiş bin tevhîd ile üç hatm-i Kur'ân okuyacağımı nezreyledim ve Telli Baba'nın sandukası üzerinden bir mikdar tel alarak oradan ayrıldım.
Yukarıda da işâret etdiğim gibi yirmi dört yıl gibi uzun bir süre evlilik hayâtı yaşamış ve yaşım elliye varmışdı. Bu bakımdan mahzûn ve nâ-murâd olan fakîr'e, bir sene gibi kısa bir zamanda Allahu Teâlâ altın saçlı, güzel bir kız çocuğu ihsân buyurdu, elhamdüIillah murâdıma erişdim. Ben de, nezrimi
yerine getirerek üç hatm-i Kur'ân ile yetmiş bin tevhîd okuyup, türbeden aldığım tellere birçok tel ilâvesiyle Telli Baba'nın huzûr-ı maneviyyesine vardım. Allah rızâsı için iki rekat namaz kıldıkdan sonra hatm-i şerîflerin ve yetmiş bin tevhîdin ecrini Hazret'in rûh-ı pür-fütuhuna bağışlamak sûretiyle
nezrimi yerine getirdim.
Bi-iznillah, murâdıma nâil olmuşdum. Fakat eşim ve yakın dostlarım, soyumu devam etdirecek, soyadımı sürdürecek bir erkek evlâdım olmasını arzu ediyorlardı. Şahsen hayâtımdan memnûn ve gerçekden mesûd idim. Sağlam bünyeli, sıhhatli akıllı ve güzel bir kızım vardı. Rabbime nasıl şükredeceğimi
bilemiyordum. Fırsat ve imkân buldukça, pazar günleri Telli Baba'nın türbesine gidiyor rûhuna Fâtiha'lar ithâf ediyor, mescidinde namaz kılarak Rabbime duâ ve hamd ü senâ eyliyordum.
Oturacak bir evim vardı. Fakat apartman katı olduğu için küçük kızım güneşden ve temiz havadan mahrûm idi. Telli Baba'yı mutad ziyâretlerimden bir gün, Allahu Teâlâ'dan yavruma temiz hava ve güneşden faydalanabileceği bir yazlık ev ile, ismimi ve nâmımı taşıyacak, beni hayırla yâd etdirecek bir erkek evlâd istemekliğim husûsunda kalbime ilhâm vâki oldu. Allahu Teâlâ, arzuladığım bu evi ve erkek evlâdı da bana ihsân buyursa, mülkünden ne eksilirdi? Kendisine isyân edenleri, zat-ı ulûhiyyetini inkâr eyleyen kafirleri bile mahrûm etmeyen Allahu Teâlâ, zât-ı ehadiyyetine secde eden, varlığına, birliğine ve Habîb-i Ekrem'ine îmân eyleyen bir mü'mini mahrûm bırakır mıydı?
Bu ilhâm ve mülâhaza ile derhal ellerimi bârigah-ı ehadiyyete açdım ve, "Yâ Rabbi, bana, ismimi hayırla yâd etdirecek hayırlı bir erkek evlâd ve çocuklarıma hava ve güneş aldıracak küçücük bir yazlık ev ihsân ve inâyet buyurursan, nezrim olsun, şurada medfûn bulunan velînin rûhuna rızâ-yı ilâhiyyen için altı hatm-i Kur'ân ve iki defa yetmiş bin tevhîd okumayı nezreyledim, şurada yatan zât-ı şerîf hürmetine beni mahrûm eyleme" diyerek tazarrû ve niyâzda bulundukdan sonra, itikâd-ı tâmm ile Hazret'in kabrinden bir mikdar tel aldım.Aradan iki ay geçdi, geçmedi eşimde hâmilelik alâmetleri belirdi. O aralık, bir sayfiye yerinde inşaat yapan bir dostum, "Efendi, sana sayfiyelik bir yer lâzım. Çocukların temiz havaya ve güneşe ihtiyaçları var" dedi. Kendisine cevâben, "Bu lüzûmu ben de hissediyorum ama para nerede?" dedim. "Gel seni inşaat yapdırdığım yere götüreyim, beğenirsen bir dâiresini hemen sana verir ve tediyede kolaylık da gösteririm, kirâ öder gibi yavaş yavaş ödersin" teklifinde bulundu.
Hiç ummadığım bir zamanda vâki olan bu teklifden, duâlarımın müstecâb olduğunu sezinledim. Hemen aynı gün, birlikde inşaat yerine gitdik, gezdim ve beğendim ve oracıkda anlaşdık ve elhamdülillah o dâireyi satın aldım. Bu risâleyi, çocuklarım için niyâz ederek Rabbimin ihsân buyurduğu o dâirede
yazıyorum.
Aynı sene hacca giderken, yol arkadaşlarımla birlikde Bağdad'da bir otelde konakladık. O gece bir rüyâ gördüm. Çok güzel, nûr topu gibi bir erkek çocuğunu kollarımın arasına verdiler ve, "İşte, bu senin doğmasını niyâz etdiğin ve beklediğin oğlundur. İsmini Muhammed Cüneyd koy" dediler. Daha sonra, kız çocuklarının oynadıkları bebekler gibi dört bebek daha verdiler. "Bunlar nedir?" diye sordum. "Bunlar da, doğacak oğlun Muhammed Cüneyd'in çocukları ve senin torunlarındır" dediler.
Gözlerimi açdığım zaman sabah namazı vakti idi. Rüyâmı yol arkadaşlarıma anlatdım ve bir oğlum olacağını müjdelediklerini bildirdim. Aynı gün, İstanbul'a âileme bir mektûb yazarak, doğacak çocuğun erkek olacağını, sâlimen İstanbul'a dönemez ve bir emr-i Hakk vâki olursa çocuğa Muhammed Cüneyd ismini vermelerini tenbîh etdim. Filhakîka, hac farîzasını îfâ ve ikmâl ederek sıhhat ve âfiyetle İstanbul'a avdetimden yirmi gün sonra bir erkek çocuğum oldu ve adını Muhammed Cüneyd koydum. Telli Baba'nın gözümle gördüğüm kerâmet ve lutf u bereketine bu yolda şâhid oldum.
Muhterem okuyucularım, sizler de, bir müsâid zamanınızda Telli Baba'nın türbesine gidiniz, bir müddet orada oturunuz ve benim gibi nice nâ-murâd olanların ber-murâd olduklarını gözlerinizle görünüz. Evlenmeyi arzu etdiği hanımla, nikahları kıyılır kıyılmaz eşini gelinlik kıyâfeti ve teli duvağı ile getirip duâ edenleri, dilekleri yerine geldiği için sevinç gözyaşları dökenleri, Hazret'in himmetiyle hasretine kavuşanları mutlaka görünüz. Ziyâretçilerden kime isterseniz sorunuz. Hiç tereddüd etmeden size, bu makâmdan nâil-i murâd olduklarını söyleyeceklerdir.Doktorların derdine dermân bulamadıkları, zengin bir hıristiyan kızının, gördüğü bir rüya üzerine Telli Baba'nın türbesini ziyâret ederek sıhhatine kavuşduğunu, bir mukâbele-i şükrân olmak üzere Hazret'in türbesini tamîr etdirdiğini duymayan, bilmeyen kalmamışdır. Harbler ve inkılâblar dolayısıyla kapanarak harâb olan türbeyi, gördüğü bir rüyâ üzerine yüksek rütbeli bir deniz subayının tamîr ve ihyâ etdiğini ve mescid-i şerîfi halkın ibâdetine açdığını da orada size anlatacaklardır. Mevlâ, yapandan da yapdırandan da râzı olsun. Murâdlarına nâil olan zevâtdan bazıları da, türbeye abdest alınacak şadırvan ve lüzûmlu diğer tesisleri yapdırarak şükür vazîfelerini edâ etmişlerdir.
Telli Baba hakkında rivâyetler pek çokdur. Bu zât-ı şerîfin Fatih Sultan Mehmed Han ile birlikde İstanbul şehrinin fethine iştirâk eden veliyullah safında bulunduğu da söylenmekdedir. Bir diğer rivayete göre de, İkinci Sultan Mahmud devrinde, Rusların Karadeniz boğazına tecâvüzleri esnasında, Telli Baba'nın dervîşleri ile birlikde düşmana karşı koymak ve savaşmak maksadıyla şimdi türbesinin bulunduğu yere geldiği ve kendisine bir zâviye yapdırarak boğazın bu hâkim noktasına yerleşdiği, o günden itibaren vatan bekçiliği görevini deruhde ederek güzel İstanbul'un manevî muhâfızlığına kıyâmete kadar devâm edeceği anlaşılmakdadır. Türbesinin bulunduğu yer, askerî önemi hâiz müstahkem bir mıntıka olduğundan sivil halka kapatılmış ve bu sebeble zâviyesi ve kabri bir müddet terk olunmuş, sonradan görülen rüyâ üzerine tekrar küşâd edilmişdir.
Kendisine Telli Baba denilmesinin sebebi de şudur. Kâdirî Tarîkatinin bir kolunda meşâyih tâcları yani başlarına sardıkları tarîkat sarıkları üzerine gelin teli takarlardı. Bir başka deyimle, iklîm-i rabbânî arûsu yani gelini olurlardı. Bu zât-ı şerîf de tâcı üzerine bu şekilde gelin telleri takmayı i'tiyâd edindiğinden, asıl ismi unutulmuş ve Telli Baba ismiyle anılmış ve kendisi de bu lakabından memnûn kalmış olmalıdır ki, el-yevm bu lakabla yâd olunmakdadır. Hatırlanacağı vechile, Hazret-i Mevlânâ'nın âlem-i cemâle göçdüğü geceye de Gelin Gecesi anlamına gelen Şeb-i Arûs denilmekdedir. Maksad, Rabbi ile buluşduğu geceyi îmâ etmekdir. Meşâyih-i kirâmın giyindikleri elbiselerde bazı işâretler vardır ki, bu işâretleri ancak ehli olan anlar.
Kaldı ki, Telli Baba asıl adı unutularak lakabı ile anılan velilerin ne ilki, ne de sonuncusudur. Atatürk Bulvarı açılmadan önce, İstanbul surunun Unkapanı kapısının dışında iki açık türbe vardı. Sağdakine Horoz Dede ve soldakine Eskici Baba türbesi denilirdi. Evliya Çelebi, Seyahatnâmesinde bu iki zâtın da gerçek kimliklerini verememekde, ancak kendisinin Ahmed Yesevî Hazretlerinin fukarâsından olduğunu, Hacı Bektaş Velî Hazretleri ile Horasan'dan geldiğini ve Fatih Sultan Mehmed Han ile birlikde İstanbul'un fethine iştirâk etdiğini, şehrin zabtından evvel her sabah askeri uyandırmak için, horoz gibi kanat vurarak, "Kûmû yâ gâfilîn, kalkınız ey gâfiller!" diye sayha etdiğini ve bu sebeble Horoz Dede olarak anıldığını ve asıl adının unutulduğunu beyân etmekdedir. Şâyân-ı dikkat olan şudur ki, Horoz Dede'nin türbesini de, hıristiyanlar da en az müslümanlar kadar kutsal sayar ve muntazaman ziyâretinde bulunurlardı. Komşusu olan Eskici Baba'nın da asıl kimliği bilinmez, o dahi lakabı ile anılır ve tanınırdı.
Bunlardan başka, Sultan Mahmud türbesinin yanı başındaki sokak içinde ve bugün Eminönü kaymakamlığının işgâl etdiği binânın arkasında Tezveren Dede de kimliği bilinmeyen velîlerdendir. Bu meyanda, Cibâli'de Gül Câmii içinde medfûn Gül Baba, Ayvansaray civârında türbesi bulunan Tokmak Dede, Beşiktaş'da Uzuncaova Mahallesinde Tuz Dede, Sultanahmed Camii karşısında Düğümlü Baba, Edirnekapısı civârında Göbek Dede ve Keçeli Dede, Eğrikapı civârında Yatağan Baba ve nihayet Galata Balıkpazarında bir meyhânenin arka tarafında medfûn bulunan Koyun Dede gibi isimleri unutulmuş velîler pek çokdur ki, maalesef bugün çoğu tamâmen kaybolup gitmişdir.
Muhakkak olan cihet, Telli Baba'nın veliyyullahdan olduğudur. Yukarıda da belirtmeğe çalışdığımız gibi, velîlerin kerâmetleri gibi şefâatleri de hakdır ve gerçekdir. Kerâmetleri, yalnız dünyâ hayâtında bulundukları zamâna mahsûs ve münhasır olmayıp, âlem-i cemâle göçdüklerinden sonra da cârîdir. Zîrâ enbiyâ, evliyâ ve şühedâ ölmezler. Onlara ölü denilemez. Onlar diridirler. Onlar, Rabbleri indinde merzûkdurlar. Onların erişdikleri bu hayât-ı maneviyyeyi anlayabilmek, bir çoklarımızın akıl ve idrakinin mâverâsındadır. Nitekim, âyet-i celîlenin meâli de bunâ şâhiddir.
Efendi Hazretleri burada şu iki âyete işâret etmişlerdir. Biri Sûre-i Âl-i İmrân'daki, "وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًاۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ" âyet-i celîlesidir ki bu âyet, Allah yolunda ölenlere ölü denilemeyeceğini, onların Allah katında diri oldukları ve rızıklandırıldıklarını beyân etmekdedir. Diğer ise, Sûre-i Bakara'daki, "وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ velâ tekûlu li men yuktelü fî sebîlillâhi emvât, bel ahyâün velâkin lâ teş'urûn" âyet-i celîlesidir ki, bu âyetde de yine Allah yolunda ölenlerin ölü olmadıkları, bilakis diri oldukları ama bunu pek çok kimsenin idrâk etmediği beyân olunmuşdur.