19 Ocak 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Bilindiği gibi dînimizin esâsı tevhîddir. Tevhîd, Cenâb-ı Hakk'ı birlemek demekdir ama bu birlemenin bir çok vechesi ve mertebesi vardır. Daha önce bu mertebelerin bazılarından bahsetmiş ve dilimizin döndüğü kadar açıklamaya çalışmışdık. Şimdi de tevhîdin bütün mertebelerini bir araya getirip, her birini kısaca îzâh edelim.
- "Lâ ilâhe illallah" kelime-i tayyibesi ile ifâde edilen tevhîdin ilk mertebesi Hakk'dan gayrı hiç bir ilâh olmadığını, kâinâtın yegâne hâlıkının ve mâlikinin Allah olduğunu, kabûl etmekdir. Bu mertebe îmân mertebesidir ve Cenâb-ı Hakk'ı bu şekilde tevhîd edenlere mü'min denir. Ne var ki bu îmân, mücerreddir yani ne akâid ne ibâdet ne de ahkâm-ı ilâhî ile mukayyeddir. Nitekim mü'minler arasında hiç ibâdet etmeyenler ve ahkâm-ı ilâhîye boyun eğmeyenler olduğu gibi, gayr-i müslimler arasında da tevhîd ehli olanlar yani Hakk'ın varlığına ve birliğine inananlar çokdur. Bu îmân, mübtedîlerin îmânıdır ve çok zayıfdır. Bu hâliyle îmân, açıkda yanan bir muma benzer. Nasıl ki rüzgârlı bir havada mumun alevi kolayca sönebilirse, ibâdetlerle takviye edilmeyen bir îmân da kolayca kaybedilebilir.
- "Lâ ma'bûde illallah" cümlesi ile ifâde edilen tevhîdin ikinci mertebesi, Hakk'dan gayrı bir ma'bûd olmadığını yani yegâne ibâdet lâyık Allah olduğunu kabûl etmekdir ki buna islâm, bu mertebeye erişenlere de müslim denir. Bu mertebeye erişenlerin, öncekilere göre büyük bir üstünlüğü vardır zîrâ bunlar yalnızca Allah'a inanmakla kalmazlar, Allah'ın emirlerine de ellerinden geldiği kadar riâyet eder, yasaklarından da mümkün olduğu kadar kaçınırlar. Tevhîdin bu mertebesinde îmân ibâdetlerle takviye edildiği için, kuvvetlenmiş, tahkîm edilmişdir ancak yine de bir takım tehlikeler ve tehdidler altındadır. Bu tehlikelerin en büyüğü de ihlassızlıkdır. Cennet arzusu ile veya cehennem korkusu ile ibâdet etmek, ibâdetine güvenmek ve riyâ gibi tehlikeler hep ihlassızlıkdan kaynaklanır.
- Lâ maksûde illallah" cümlesi ile ifâde edilen üçüncü tevhîd mertebesi ise Hakk'ın rızâsından gayrı hiç bir maksad taşımayan mü'minlerin mertebesidir. Bu mertebedeki mü'minler, Cenâb-ı Hakk'a bir menfaat için ibâdet etmezler, bunlarda ne cennet ümîdi ne de cehennem korkusu vardır. Yaptıkları ibâdet ve tâatın karşılığında ne dünyâda ne ukbâda bir şey beklemezler, yalnız Allah'ın rızâsını beklerler. Buna ihlas, bu mertebeye erenlere de muhlis denir. Bu mertebeye erişenler, eğer ölünceye kadar ihlasda devamlı olurlarsa, muhlasîn zümresine dâhil olup kurtuluşa ererler.
Her mü'minin hedefi en azından bu üçüncü mertebeye ulaşmak olmalıdır. Zîrâ birinci ve ikinci mertebelerde ciddî tehlikeler mevcûddur. Tabii bu mertebeye birdenbire erişilemez, bu iş zamanla ve gayretle olur. Bunu insan hayâtına teşbîh edersek, ilk mertebe çocukluk, ikinci mertebe gençlik, üçüncü mertebe de olgunluk çağı gibidir.
Halkı irşâd etmekle vazîfeli hocaefendilerin, imâmların, vâzilerin, müezzinlerin, en azından bu üçüncü mertebede olmaları gerekir. Aksi takdirde halka bir faydaları olmaz. Hattâ faydaları olmadığı gibi bir de zararları dokunur. Çünkü davranışları ile sözleri birbirine uymadığı için halkı dînden soğuturlar. Bu gibi kimseler için, "Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede/ Nerde kaldı gayrıya himmet ede" denilmişdir.
- "Lâ mahbûbe illallah" cümlesi ile ifâde olunan dördüncü bir tevhîd mertebesi daha vardır ki, Hakk'dan gayrı sevilmeye lâyık hiç bir şey olmadığını hakka'l-yakîn olarak idrâk etmekdir. Bu mertebedeki mü'min, Hakk'dan gayrı hiç bir şeye gönül vermez, alakâ duymaz. Bu mertebe âşıkların makâmıdır. Bir gönülde iki sevdâ olamayacağı için âşıkların gönlünde muhabbetullahdan başka sevgiye yer yokdur. Onların tek derdi Hakk ile berâber olmak ve Hakk'a kavuşmakdır, başka hiç bir emelleri yokdur.
- "Lâ fâile illallah" cümlesi ile ifâde edilen beşinci mertebe ise mahlûkâtdan zâhir olan her türlü fiili Hakk'dan bilmekdir yani bütün kuvvet ve kudretin Cenâb-ı Hakk'a âid olduğunu, mahlûkâtın Hakk'a perde olduğunu idrâk etmekdir. Kesenin bıçak, yakanın ateş, boğanın su olmadığını, hepsinin de birer sebeb olduğunu, müsebbib-i hakîkînin Allah olduğunu yakînen bilmekdir. Bu makâm müşâhede ve yakîn makâmıdır. Bu makâma erişenler, yetmiş iki milleti bir görürler, kimseye kin tutmazlar, her şeyi Hakk'dan bildikleri için Hakk'ın takdîrine hep rızâ gösterirler, en ufak bir itirazda bulunmazlar, yüzlerini bile ekşitmezler.
"Lâ mevsûfe illallah" cümlesi ile ifâde edilen, altıncı mertebe ise, mahlûkâtın cümlesinde Hakk'ın sıfatlarını müşâhede edenlerin makâmıdır. Bunlar, şuhûd ehlidir. Bunlar, "Fe eynemâ tüvellû fe semme vechullah" âyetinin sırrına ermiş olan büyük velîlerdir.
- "Lâ mevcûde illallah" cümlesi ile ifâde edilen yedinci mertebesi ise tevhîd-ı sırfa ermiş olan evliyâullahın mertebesidir. Onlar Hakk'dan gayrı bir şey görmezler. Neye baksalar Hakk'ı görürler, mahlûku görmezler.
Dördüncü ve sonraki mertebeler Hakk'a karîb olan zevâtın yani havâssın ve hâssü'l-havâssın mertebeleridir. İlk üç mertebeye çalışarak erişilebilir ama sonrakiler vehbîdir yani çalışmak kâfî gelmez. Allah, bu mertebeleri dilediği kullarına bahşeder. Bunlar, âşıkların, sâdıkların, velîlerin, âriflerin, kâmil mürşidlerin mertebeleridir.
Ey Hakk'a tâlib olan tevhîde gel tevhîde
Rızâya râgıb olan tevhîde gel tevhîde
Tevhîddir rûha gıda bundadır râh-ı Hudâ
Bulmak dilersen rızâ tevhîde gel tevhîde