Gönülleri nûr-i îmân ile münevver, alınları Allah'a secde etmekle, nûr-i secde ile muattar, kıyâmet gününe inanan, bu kısa hayâtın hisâbını Allah'a vermeği kabûl eden, Hakk'ın cennetini hak, nârını hak, suâlini hak, mîzânını hak bilen, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık ve habîbi, mahbûbu, cümle peygamberlerin seyyidi olan Hazret-i Mahbûb-i Kibriyâ Muhammed Mustafâ'yı her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, bu âlemde cennete dâhil olan mü'minler, âşık u sâdıklar!
Hazret-i Muhammed'i her şeyinden ziyâde seversen bu âlemde cennete dâhil olursun. Allah sana cenneti bu fânî âlemde de tattırır. Îmânın kemâli Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemi her şeyinden ziyâde sevmekledir.
Bundan evvelki hutbelerimizde söylemişdik, Peygamberimiz, Hazret-i Ömer ibn Hattâb'a, radıyallahu anh, bu dünyâda adâlet sembolü, münkiri münâfıkı Ömer'in adâletini, radıyallahu anh Hazretlerinin adâletini kabûl eder, hattâ bundan bir müddet evvel Amerika reîsicumhuru, "Burası beyaz saray değil, burası Ömer'in kulubesi" demişdi, adâletden kinâye olarak yani, "Yâ Ömer beni ne kadar seversin?" diye Peygamberimiz sordu Ömer ibn Hattâb'a. Dedi, "Yâ Resûlallah seni her şeyden ziyâde severim ama nefsimi senden ziyâde severim" dediğinde, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "Yâ Ömer, îmânın kemâle gelmedi" dedi. "Beni her şeyinden, nefsinden de ziyâde seveceksin". O vakit Cenâb-ı Ömer ağladı, ki Ömer hakkında Cenâb-ı Peygamber, "Benden sonra peygamber gelseydş, nebî gelseydi, Ömer gelirdi" diyor. Ağladı Ömer ibn Hattâb, dedi ki, "Yâ Resûlallah şimdi seni ben her şeyimden ziyâde, nefsimden de ziyâde seviyorum" dediğinde, "şimdi îmânın kemâle erdi Yâ Ömer" dedi.
Onun için bizim derslerimizin, vaazlarımızın nihâyeti, size Allah'ın rızâsına en yakın olan yolu gösteriyorum size. Bütün yollar seddolunmuşdur ancak Bâb-ı Muhammediyyet, Resûlullah'ın kapısı açıkdır. Tâ tövbe kapısı kapanıncaya kadar, tövbe ref' oluncaya dek. Bu iki türlüdür, geçen hafta söylemişdim size, bir tövbe kapısının kapanması, senin artık gargaraya gelip âhiret âlemini görmendir ki ondan sonra tövbenin fâidesi olmaz. Yani gayb âlemi olan yani senin için ve benim için gayb âlemi olan âhireti görmeğe başladın mı tövbe etsen, o vakit tövbe kabûl olmaz. Ondan evvel tövbe müstecâb olur, gargaraya kadar.
Tövbe de, biliyorsunuz, "Tövbe Yâ Rabbi" demek değildir, yapılan çirkin harekâtı terk iledir. Bir daha söylüyorum, kulağını benden yana iyi ver. Yapılan çirkin harekâtı, Allah'ın sevmediğini, Allah'ın men' etdiğini terketmekledir. Kasden, cezmen terketmekledir. Tövbe böyle olur. Yoksa günâhı işle tövbe et, günahı işle tövbe et, yani kalbinde yok onu terk etmek, ama lisânında tövbe var, o vakit iş biraz müşkül olur. Onun için insan hemen tövbe istiğfâra sarılmalıdır. Evvelâ pehriz sonra ilaç alacaksın. Evvelâ tövbe istiğfâr. İbâdetinden zevk duymuyorsan, tövben yok, tövben müstecâb olmamışdır. Tövbe müstecâb olduysa ibâdet ve tâatından zevk duyarsın. Namazda sıkılıyor musun, bil ki hastalık var kalbinde, pehrizinde, tövbende sakatlık var. hakkıyla tövbe eden muhakkak sûretde ibâdet ve tâatının zevkini duyar.
Bir de ibâdet ve tâatın zevki, helâl lokmadadır, helâl lokmada. En karîb yol da Allah'ın vuslatına, rızâsına, Hazret-i Muhammed Mustafâ'yı vesîle tutarak , şefî' göstererek, O'nun çizdiği yoldan, O'nun sünnet-i ictimâiyyesi ve sünnet-i ferdiyyesine riâyet ederek o yoldan yürümekledir. Hiç başka çâresi yokdur. Ne olursan ol, yevm-i azîm gelmeden tövbeye sarıl. Senin ve benim yevm-i azîmimiz ölümümüz günüdür.
Size anlatdık geçen hafta, kıyâmet üç türlüdür demişdik, tekrar edelim. Bir. Bir adam öldü mü, onun kıyâmeti kopdu. İki. Bir milletin istiklâli elinden gitdi, zâlim eline düşdü, kâifr eline düşdü, ezildi, ayak altında kaldı, o milletin de kıyâmeti kopmuşdur. Çünkü her ferdin eceli vardır, her milletin eceli vardır, bu kâinâtın da eceli vardır. Bir binâ yapıldı mı yıkılır. Doğan ölür. Toplanan dağılır. Doğanlar, büyürler, yetişirler, genç olurlar, dinç olurlar, sonra ölürler. Ölürler ama iki türlüdür. Ya ölmek vardır, ya olmak vardır. Hazret-i Resûl-i Ekrem'in, o kerîm olan resûlün, o Allah'ın mahbûbunun yolundan gidenler, O'nun tavsiyesine uyanlar, Kur`ân-ı Kerîm'in reçetesiyle Resûl-i Ekrem'in eczâhânesinden ilaç alanlar, onlar, müstesnâdır. Onlar ölmezler, olurlar. Çünkü ölüm bâbında mü'minler için korkulacak bir şey yokdur, vuslat vardır yani kavuşmak vardır. Eğer îmânına sâhib olabilirsen hiç korkma. Kasem ediyorum ki neyi seviyorsan ölüm ânında sana onu göstereceklerdir. Bir mü'min, yani lâlettayin bir mü'min, cennete taaşşuk ederek Hakk Teâlâ'ya ibâdet etdiyse, ölmeden evvel cennetdeki makâmını kendisine gösterirler. Âsîler de böyledir. O hâle yatdı mı, nârda gidecek makâmını gösterirler. Çünkü bundan sonra gidilecek olan âlemde iki makâm vardır, ya cennet vardır, ya cehennem vardır, üçüncü bir makâm yok. Allah cenneti ahlk etdi, ehlini halk etdi, cehennemi halk etdi, onun da ehlini halk etdi.
Resûl-i Ekrem, Allah'a îmân eden, Allah'ı seven, Allah yoluna her şeyini fedâ kılanlar için, mübeşşirdir, müjdecidir. Resûl-i Ekrem'e kadar iki yüz yirmi dört bin peygamberin gelmesi, itikad imamları böyle saymışlar, iki yüz yirmi dört bin peygamber, yüz yirmi dört bin peygamber, yüz on üç peygamber de ulü'l-azim peygamber, bunun gelmesinin sırr-ı hikmetinin ne olduğunu bilir misin? Bir memlekete bir pâdişah yâhud reîsicumhur geleceği vakitde, reîs geleceği vakitde evvelâ ne olur? Motorsikletliler geliyorlar, yolu açıyorlar, müjde veriyorlar, "Geliyor" diye. Cümle enbiyânın biseti Hazret-i Muhammed'i tebşîr içindir, müjdelemek içindir, sallallahu aleyhi vesellem. Sen ve ben öyle bir peygambere nâil olmuşuz. İkincisi, Allah'a îmân eden ve Allah yoluna baş koyan ve Allahu Teâlâ Hazretlerine kulluk eden, hiç kimsenin kulluğu zâyi olmaz. İster şer, ister hayır herkes yapdığını mutlakâ önünde görür ve bulacakdır. Mü'minleri, mutîleri yani Allah'a itâat edenleri, mutî demek Allah'a itâat eden demek, mü'minler, mutîler, sâlihler, âbideler, sulehâ-yı ümmet, âşıkân, Resûl-i Ekrem bunları müjdelemişdir, müjdecidir.
Allah'ın rahmeti gadabını geçmişdir. Hiç Allah'ın rahmetinden ümîdini kesme, Allah'a hüsn-i zan et, Allah'ı sev. Diyor ki, "Kulum beni ne zannederse, öyle bulacakdır" diyor. Allah'ı seveceksin ve hüsn-i zan edeceksin. Ama kulluğundan da geri durmayacaksın. Eğer nefsine kanarsan böyle "Bugün tövbe ederim, yarın tövbe ederim, öbür gün tövbe ederim" diye, o vakit amelinle başbaşa kaldığın vakitde, amelin ne sûretde ise onunla beraber haşr olursun. Ben dâimâ söylerim giden tabutlar boş gitmez. Sana göre içinde bir adam var zannediyorsun. Bana göre öyle zannediyoruz değil mi? Hayır! O dört kişinin taşıdığı tabutun içerisinde çok vebâl var yâhud çok sevâb yüklü. Herkes götüreceğini buradan götürür âhiret âlemine. Orada bir şey bulamaz, buradan ekilir. Ateşi de buradan alırsın, cehennemi, cenneti de buradan alırsın. Hattâ misâlini verelim.
Behlûl-i Dânâ diye bir zât var, işitmişinizdir ismini. Târihde kimisi buna Hârun Reşîd'in kardeşi diyor. Hârun Reşîd kimdir? Hârun Reşîd Abbâsî zamanında islamların en şaşalı devrinde yaşayan bir emirdir. Onun kardeşi derler, yakîni derler filan. Ben mürşidi olduğuna kâilim. Kendisini görmüş Hârun Reşîd, Behlûl hızlı geliyormuş, "Behlûl, nereden geliyorsun?" demiş.
Kulak ver benden yana. Baş kulağını değil yalnız, kalb kulağını ver. Baş kulağınla mahdûd bir şey işitebilirsin, kalb kulağınla şarkdan garbı dinleyebilirisin. Baş gözünle yakın bir yeri görürsün, kalb gözünle, şarkdan garbı, garbdan şarkı görürsün. Allah cümlemizin kalb gözünü açsın. Gaflet perdesini ref etsin.
"Behlûl, nereden geliyorsun?" demiş, "Cehennemden" demiş. "Ne yapdın cehennemde?", "Ateş almaya gitdim fakat maalesef ateş bulamadım". Demiş ki, "Cehennem ateşle dolu diyorlar" demiş Hârun Reşîd. "Ben de öyle biliyordum, gitdim Mâlik'e". Mâlik, cehennemin âmiri, müdürü. "Ondan ateş istedim. Burada ateş bulunmaz dedi. Yâhu cehennemde ateş bulunur dedim. Hayır! Herkes ateşini dünyadan buraya getirir dediler" demiş. Onun için bir yumurta çalanla, bir milyonu çalan bir olmaz. İkisi aynı cezayı görürse o vakit adâlet-i ilâhî nerede kalır?
Ona göre günah işle! Ateşe tahammül edeceğin kadar günah işle. Bir daha söylüyorum. Ateşe ne kadar tahammül edeceksin? Elini bas, ne kadar tahammül edebiliyorsun, o kadar günah işle. Affetmezse Allah potaya koyarlar adamı, eritirler. Safını alacaklar çünkü. Allah'a muhtâc olduğun kadar ibâdet eyle. İbâdetin başı da tövbedir.
Resûl-i Ekrem muhlislere, âbidlere, zâhidlere, mutîlere yani Allah'a itâat eden kullara, onlara mübeşşirdir, tebşîr edicidir yani müjdecidir. Hakk'ın cennetiyle, rıdvâniyle, cemâliyle. Herkes kendi istediğini alır. Sen sakın ha cennet için Allah'a ibâdet etme. Cennet için Allah'a ibâdet eden kimse, nefsine ibâdet etmiş olur. Cehennem korkusuyla Allah'a ibâdet eden gene nefsine ibâdet etmiş olur. Sen Allah'a Allah'ımız olduğu için Hâlık'ımız olduğu için ibâdet eyle. Acaba anlatabildim mi? Tövbesiz durma.
Ve nezîr Peygamber. "اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ innâ erselnâke", biz ancak seni irsâl etdik, gönderdik, habîbim Ahmed resûlüm yâ Muhammed, mahbûbum, mergûbum, Muhammedim. "شَاهِدًا şâhiden", şâhid. Kime şâhid? Senin yapdığın ve benim yapdığım efâl ü harekât haftada iki akşam Resûlullah'a arzolunur. Ona göre! Aman günahdan kaçın! Melekü'l-mevt'in kılıcı ensemizde dolaşmakda. Ben gencim deme, dayandığın duvar yıkılabilir. Akşam azîz olan sabah zelîl olur. Sabahleyin doğan akşama ölür. Akşam hasta olan sabahleyin sıhhatli olabilir.
Resûl-i Ekrem âsîlere münzirdir yani korkutucudur, mü'minlere mübeşşir. Şâhiddir. Senin efâl u harekâtına Resûl şâhid olduğu gibi cümle enbiyânın da nübüvvetine şâhid olacakdır, kıyâmet gününde. Meselâ, misal vereceğim, Hazret-i Nûh aleyhisselâm. Cenâb-ı Hakk diyecek ki Nûh Peygamber'e, meselâ, bir tânesini alıyorum ben böyle, hepsine şumüllüdür böyle bu şekilde, diyecek ki Nûh'a, "Kavmine dînmi teblîğ etdin mi?".
"Efendi bu soru yalnız Nûh Peygamber'e mi?" Vallâhi sana da soracaklar. Sana da ve bana da soracaklar. Babalar! Çocuğuna dînini diyânetini bildirdin mi? Allah'ı öğretdin mi? Allah neyle öğrenilir bakayım? İlmihâlle öğrenilmez Allah. Allah Allah'la bilinir. Allah muhabbetle bilinir. Hazret-i Muhammed aşk ile bilinir, sallallahu aleyhi vesellem. Sana soracaklar, bana soracaklar. İşittiğinle çocuklarını tenvîr etdin mi? Hak yolu gösterdin mi onlara? İnsanlığı, insanlığa hizmeti? Dîne, diyânete, Allah'a, Peygamber'e, büyüğe hürmeti, küçüğe şefkati gösterdin mi diye soracaklar. Hatta Kur`ân-ı Kerîm'de, oku bak, tefsîrine bakıver, "يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ*وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜyevme yefürrü'l-mer'ü min ahîh, ve ümmihî ve ebîh, ve sâhibetihî ve benîh". Manâsı, denizden bir katre, "Evlad babadan, baba evladdan, arkadaş arkadaşdan, kadın kocasından, koca kadından firâra kalkacaklardır. Evlad da kaçacak babadan, baba da evladdan kaçacak. Çünkü hukuk meselesi var.
Allah soracak Nûh Peygamber'e, "Teblîğ etdin mi benim dînimi? Kavmini Allah'a çağırdın mı?". Hazret-i Nûh diyecek ki, "Yâ Rabbi çağırdım, hiç nübüvvetde noksanlık bırakmadım çağırdım". Kavmine soracak, onlar inkâr edecekler, "Çağırmadı" diyecekler. O vakit Hazret-i Nûh'a soracak Cenâb-ı Hakk, "Şâhidin var mı yâ Nûh?". "Var yâ Rabbi". Nedir o? "Bütün peygamberlerin seyyidi, bütün kitâbların zübdesi olan Kur`ân ile Hazret-i Muhammed'e benim ümmetimi sana çağırdığımı ilân etdin. Şâhidim Muhammed Mustafâ'dır" diyecek. Senin de öyle, efâl ü harekâtın haftada iki akşam amellerimiz arz olunuyor.
Amân kardeşim! Amân kardeşim! Hazır ol! Bak ne kadar söylüyorum, hazır ol. Bir yere gitmek üzere bulunuyorsun. Ne vakit gideceğin malûm değil, meçhûl. "Gel" dediler mi, "ircıî, dön!", yallah! Bu kadar. İş bu kadar, bitdi. Ondan sonra ağlamak, sızlamak, saç sakal yolmak, elleri ısırmak fayda vermez. Kur`ân söylüyor aynen söylediklerimi. Ben size manâsını söylüyorum. "يَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ yevme ye'addü'z-zâlimu 'alâ yedeyhi", zâlim ellerini ısırır, "eyvah ben ne yapdım" diye. Faydası yok. O rûh kuşu kafesden uçmadan, rûh senin cesedini terk etmeden, rûh makâm-ı ulyâya gitmeden, cesedin toprak altına girmeden, elin tutarken, dilin söylerken Allah de! Kalb sendeyken, kalbe sen sâhibken, kalbini Allah aşkıyla, Muhammed sevgisiyle doldur ve tezyîn eyle. Çalış, kazan, helâlından ye, yedir ama Allah'ın hudûdunu aşma. Allah ne dedi, Resûl-i Ekrem nasıl yapdı, öyle yapmaya çalış.
Tövbeye devam! Ne müşkülün varsa tövbeye devam. Ama duyarak tövbe et. Vücûdunun her zerresi tövbeyi duysun. Müjdeyi verelim değil mi? Tövbe edenler için söylüyorum. Ey delikanlı! Ey genç kardeş! Evlâdım! İbâdete koş, tâata koş, suçlardan, kötülüklerden sıyrıl, süflî işlerle uğraşma, süflî zevkleri terk et, ulvî zevklere bak, ulvî zevklere. Ulvî zevkler, Allah'la sohbetdir namaz. "اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ iyyâke na'büdü ve iyyâke neste'în" diyorsun. Ne işin var süflî şeylerde. Onların hepsinin altında âh u vâh vardır. Dünyâda olmazsa âhiretde vardır. Dünyâda da vardır âh u vâh. Kimin kapısını çalarsan senin de kapını çalarlar. Unutma bunu sakın ha!
Tövbe! Tövbeye devam! Tövbe istiğfar, tövbe istiğfar. Duarak ve terk ederek, hakîkaten terk ederek. Ve Cenâb-ı Hakk'a, "Yâ Rabbi nefsime hâkim olamıyorum, bana yardımcı ol" diye Allah'a yalvar, Allah'dan iste. O her şeye Kâdir u Kayyûm'dur. O'nun rızâsı olmayınca, O'nun irâdesi, bir yaprak dahi oynamaz yerinden. Sen câmiye kendin mi geldin zannediyorsun? Seni getirdiler buraya. Gelmeyen de gelmedi mi zannediyorsun? Sokmuyorlar içeriye. Bunu da kafana böyle koy. "Efendim irâdesi mirâdesi yok mu?". Canım ben kabûl ediyorum irâdeyi. İrâdeyi ben de kabûl ediyorum. Bildiğin gibi değil o, hâdisâtın görünüşü başka, alt tarafı başka. Yani durgun suya sopayı sokduğun vakitde sopa kırık görülür. Sopa mı kırıkdır? Senin rü'yetin bozukdur. O ayrı iş, bildiğin gibi değil.
Tövbe. Biz gelelim bir kıssa anlatalım tövbe hakkında sonra nihâyet verelim. Uzun ama inşâallah haftaya gene anlatırız. Sizi fazla yormayayım burada.
Çok konuşmakda değil, konuşduğum sözlerden bir tânesini, iki tânesini iyi belle ve sevgililerini o söze çağır ve onunla âmil ol, ihlâs ile yap, sana kâfî gelir. Çokda değil. Allah baha Allah'ı değildir, bahâne Allah'ıdır. Cenâb-ı Hakk bahâ Allah'ı değil. Bahâ ile Allah'ın rızâsını satınalamazsın, bahâne ile alınır. Sana müjdesini vereyim.
Vaktiyle bir hükümdar son nefesinde çağırmış vezir vüzerasını.
Çok dikkatli dinlersen sana burada büyük bir zevk-i manevî ve büyük bir ibret var. Tabii ibretsiz göz sâhibinin başı üzerinde düşmanıdır. İbretsiz göz. İbretli göze sâhib ol. Bakıyorsun, ben de bakıyorum, hayvan da bakıyor, hepimiz bakıyoruz, bakışımız bir ama, bir insanın bakışıyla bir hayvanın bakışı bir olmaz. İnsan gibi bak. İş bakmakla da değil, gör. Görmekle de değil, hakkıyla gör. Hak ve hakîkati gör. Şaşı olursa gözün, biri iki görürsün.
Toplamış vezir vüzerâsını, dedi, "Ey vezirlerim, vüzeram! Bak, ordularım var idi, devletim var idi, dârâtım var idi, iki dudağımın arasındaydı bir çok insanların hayât ve memâtı. Faka o hâle geldim ki, anlıyorum ki, benim bu maraz-ı mevtimdir". Yani ölüm hastalığım demek. "Fakat ben, bu güzel günleri, hükümdarlık günlerimi, serîan geçirdim yani seriü'z-zevâl, hebâya verdim".
Kim ki gününü Allah'sız geçiriyor, yazıklar olsun ona! Vah vah vah vah vah! Nefesini Allah'sız olarak sarfediyor, yazıklar olsun! O kişiye müjdeler olsun ki, her nefesde Allah'ı zikrediyor, Allah'ı unutmuyor. Allah'ı zikretmek, unutmakdan gelmez. Bazısı Allah'ı zikreder, unutanlara hatırlatır. Bazısı sevdiğini çok zikreder. Sen sevdiğinden çok zikret. Unutmak iyi değil. Unutanlar nefslerini unutdular. Nefsini unutan, Hakk'ı unutdu. Nefsini bilmeyen Allah'ı bilmez.
Şu hâlimi görüyorsunuz. Bütün etibbâ yani doktorlar elini çekdi benden. Ben anlıyorum ki ben dünyânın son menzilindeyim, âhiretin de ilk menziline doğru yürüdüm. Ama sizi vasiyet için buraya çağırdım, nasîhat için. O güzel günler geçdi. Ben, "Bugün tövbe eder ibâdete başlarım", iyi dinle! "Ben bugün tövbe eder ibâdete başlarım, yarın tövbe eder ibâdete başlarım..." Şu Ramazan gelsin inşallah o vakit ibâdete başlarım, tekâüd olayım başlayım filan derken, yâhud kızı evlendireyim, oğlanı evlendireyim sonra başlayalım işe. "Fakat böyle olmadı iş, geldi ecel benim yakama sarıldı. Görüyorsunuz ya beni. Şimdi ben kendime muktedir değilim, bir mikrobun esîri oldum. Kaç memleketin sultânının tâcını başına giydirdimse, pâdişahının, kıralının, bugün bir mikrobun ben esîriyim burada. Bir sineği dahi kovamıyorum, sineğe sözüm geçmiyor. Mikroba, sineğe. Görün benim hâlimi, tövbe istiğfar ediniz ve Allah'a rücû edin. Benden ibret alınız. Benden ibret almazsanız, siz de ibret olursunuz sonra".
Târihden ibret almayanlar, târihe ibret olurlar. Bir daha söylüyoruz. Târihden ibret almayan, târihe ibret olur.
"Benden ibret almayan, halka ibret olur" dedi pâdişah. "Ümîd ederim ki inşaallah Cenâb-ı Hakk beni affeder" dedi. "Günahım çok fazla ama affeder, ümîdim öyle, mü'minim çünkü, fakat korkuyorum, kabir azâbı şiddetli, dehşetlidir. Kabir azâbından beni korumak için başka bir şey düşündüm ben", kafayı işletmiş, "Beni, beyaz sarayım var", bir sarayı varmış pâdişahın, o saray abir tabutun içerisine koyunuz ve sarayın damına, tavanına asın. Ve beni asker beklesin gece. Vasiyetim budur size. İşte namazımı kıldırırsınız. Benim için hatimler yaparsınız, duâlar, tevhîdler, mevlüdler okutursunuz".
Bir adam karanlıkda yolda giderken arkasından ışık tutarlarsa adam önündeki çukur görmez. Işığı önünde tutarsan basdığın yeri görürsün. Ne demek istiyorum biliyor musun? Ölmeden evvel bir hurmayı fukaraya vermen, bir zeytin tânesini, öldükden sonra senin için bin okka dağıtmaya bedeldir. Onun için hayatdayken yap bu işleri. Ele bırakma, bırakma geriye. El elin eşeğini şarkı söyleyerek arar sonra. Sen öldüğün gün ağlayan olduğu gibi sevinç ağlayanları da vardır. Makâmına göz dikmişlerdir, sevincinden ağlar adam. Bilmez ki o da oradan gidecek. Yani ölen bir imamın yerine ölecek olan imam tayin olur. Ölmüş kitapçının yerine ölecek olan kitapçı tayin olur. Sen var, buna kıyâs eyle.
Ve öldü, hakîkaten dediği gibi yapdılar. Nısfü'l-leylde gece büyük bir gürültü kopdu. Büyük bir âyât u beyyinât, ibret halka. Allah bazen böyle yapar. Yüz senede, iki yüz senede, elli senede bir defa, halka merhametindeni büyük âyetler gösterir. Görene! Köre ne! Görene! Köre ne! Bir kıyâmet kopdu, koşdular tabutu açdılar. Tabutun her tarafı kapalı olduğu hâlde bir yılan pâdişahı yutmuşdu, yarıya kadar. Hemen öldürdüler yılanı, parçaladılar filan. Gene yerine asdılar. Nereden geldi buraya bu yılan, her taraf bakdılar, tabut kilitli. Bilmiyorlar ki pâdişahla beraber gitdi o yılan. Yılanı beraber gidiyor herkes buradan götürüyor çünkü yılanını.
Bir kumandan söyledi bana, anlatdı, "Adana'da bir zât bir mezar yapdırmış" dedi, elektrikli. Gâyetle mükellef asrî bir mezar yapdırmış.
Ulan mezarın sen zâhirine bakma, bâtınına bak sen. Mezarın zâhiri ne kadar müzeyyen olsa, içi harâbsa felâketdir yani. Allah muhâfaza buyursun.
O kumandan anlatdı, askerî kumandan söyledi, yapdırmış, demiş, "Gel seni götüreyim bak" demiş "ben kendime yeni bir kabir yapdırdım" demiş.
Kendine kabir yapmaya bakma, o ahmakların işidir, kendini kabre hazırla! Kendine kabir hazırlama, kendini kabre hazırla!
"Düğmeye basdı, kapılar açıldı, bir de içeri girdik, ortada bir yılan, böyle dikine durmuş" diyor. "Adam dar çıkdı dışarı, ben de dışarı kaçdım" diyor. "Nereden girdi bilmiyoruz" diyor, "her tarafı kapalı". Fesübhânallah! Aynen böyle. Kumandan anlatdı bana gördüğünü. Bu yakınlarda olanbir hâdise, kitâbî değil, insan ağzından dinledim.
Tekrar koydular. Tekrar bir gümbürtü kopdu. Açdılar gene aynı ejderha pâdişahı yutmuş yarıya kadar. Vurdular öldürdüler. Üç sefer böyle oldu. Dördüncüde meselenin hakîkatini bir veliyyullaha sordular. Dedi ki o, "Siz onu öldürmeye kalkmayın, o onun amelidir, ne yapsanız faydası yok, o onunla beraber kıyâmete kadar kalacak" dedi.
Sen de öyle, haberin yok, yılanını yanında taşırsın. Haram lokmayla mayasını meydana getirdiğin çocuk senin yılanındır, yanında taşımışsındır, haberin bile olmaz. Sonra seni terbiyeye kalkar. Acaba anlatabiliyor muyum? Çalarak, çırparak büyütdüğün , yetişdirdiğin, Allah'dan kormayarak, sonra bir de bakarsın sopasını yersin. Hocasının önünü keser, hocayı dövmeye kalkar, vurmaya kalkar filan. Onun için hem içeri gidene bak, dışarı gidene bak.
Yâ Rabbi, mübârek günde bizi davet etdin, senin davetlin olarak habîbine uyduk geldik mescidine, senin beytine, burada sana secde etdik, bizi buradan boş gönderme.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 28 Ocak 1983(14 Rebîulâhir 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.